Mürvet KARA'nın 8 Ocak 2024 tarihli yazısı: Zaman ve Sermaye İlişkisi

Çalışmak için sabah 9 akşam 5 mesaisinde olmamız gerektiğine dair yerleşik bir kanı bulunuyor. Ancak çalışmak için belli bir zamanda, belli bir mekânda bulunmak zorunda mıyız?

Eğer buradaki temel kıstas üretkenlik ise her zaman her yerde bunu sağlamak mümkün. O zaman burada dikkat edilmesi gereken başka bir husus var.

“İş gücü, satın alınabilir bir ‘şey’ olarak görülüyor” diyebiliriz ama belki de satın alınan şey emek değil de zamandır. O zaman sabah kaçta nerede olduğumuz gerçekten önem kazanmış demektir.

En kıymetli varlığımız, zamanımızdır. Emeğimizden, eğitimimizden bile daha kıymetlidir, çünkü eğitim ve emek de esasında zamanla inşa olunan şeylerdir. Varlık ancak bir zamana tabi olursa anlam kazanabilir. Zamanın ruhu kavramı ile ilişkisi de mahiyetini belirleyen yegâne noktadır aslında.

Sermaye sahibi en çok ürünü, en kaliteli ürünü en kısa zamanda elde etmek için bir insana iş vermektedir. Boş zaman kavramının doğmasının nedeni de buradan kaynaklanmaktadır. Bazen yalnızca boş zamanlarımızı daha pahalı şeylerle doldurabilmek için çalışma zamanı olarak literatürde geçen zamanı doldurmaya çalışırız.

Öyleyse temelde emekle ilgilenen bir ekonomik yapı içerisinde değiliz. Modern Zamanlar filminde ana karakterin vida sıkarken nasıl otomatikleştiğini âdeta her saniye bir vida sıktığını ve patronunun bundan asla memnun olmadığını, daha fazlası için sürekli daha da hızlandığını izlemiştik.

İşte bu filmin ilgili sekanslarında ele alınan durum emek veya insan odaklı bir sistemden ziyade daha çok zamanın ön planda olduğu bir otomatikleşmeyi görürüz. En nihayetinde birim zamana en çok ürünün çıkartılabildiği robot ve yapay zekâ teknolojilerinin üretimlerde kullanılması gündeme geldi.

Günümüzde bu kadar fazla, bu kadar hızlı üretimin günün sonunda alıcısı olacak bir insan olmadığında ne kıymeti kalacak? Osmanlı’nın pek çok iyi ve kötü uygulamalarından biri, eşeklerin haftada iki gün istirahat etmesiydi misalen. Çalıştıkları zamanın meyvelerini yiyebilmesi için bu vakte ihtiyacı vardı. Zaten ekolojik denge içerisindeki yeri dolayısıyla üstüne bastığı, basarken çiğnediği otları yiyecek, gölden taşıdığı suyu gölden içeceklerdi.

İşin aslı “Vakit, nakittir” derken sermaye ve zaman ilişkisinin altını çiziyorduk. Vaktin ne denli kıymetli olduğunu ancak nakitle bu vaktin satın alındığını hiç düşünmüş müydük?