Baha YILMAZ'ın 2 Ekim 2023 tarihli yazısı: Çözüm Nedir? Körlüğü ve Çevremizi Saran Karamsarlık Tufanı

Son dönemde toplumun her kesiminde ümitsizlik, çaresizlik duygusunun olduğunu görmeye başladık. Bu ümitsizlik ve çaresizlik iktidar yanlısı ya da muhalif olmaya da bakmıyor. Herkes kendi içinde bu duygudan bir nebze de olsa nasibini alıyor.

Ancak bu duygunun tezahürleri farklı oluyor. Geçenlerde Korkut Boratav hocanın bir röportajı yayınlandı. Röportajın ana fikri; “yaşadığımız ekonomik, kriz bir çöküntü değil bir çürüme ihtiva ediyor” fikrine dayanıyordu. Boratav hoca bu fikrini destekleyecek argümanları da röportaj içinde sıralıyordu. Doğrusu tüm bu ekonomik sıkıntılara ya da iş dünyasının içine düştüğü dar boğaza rağmen hemen hemen toplumun hiçbir kesiminden reaksiyon gelmiyordu.

Bana mantıklı gelen bu röportajı birkaç İslamcı ve Milliyetçi görüşlü arkadaşımla paylaştım. Ardından beklemeye başladım. Birkaç saat sonra geri dönüşler gelmeye başladı. Özellikle ister iktidar yanlısı olsun ister muhalif olsun gelen tepkilerin kahir ekseriyeti “İyi tamam da çözüm ne kardeşim” ya da “Kafası hâlâ gezi ve cumhuriyet mitinglerinde kalmış” gibi konuyla hiç alakası olmayan ya da dolaylı yoldan zorlayarak ilişki kurabileceğiniz geri dönüşlerdi.

Bir süre, bu cevapların konunun özünden niye bu kadar uzak olduğunu anlamaya çalıştım. Sanırım bir nevi bir körleşmeyle yüzleştiğimizi görmemiz gerekiyor. İktidar yanlısı dostlarımın iki temel tezi var.

Birinci tezleri; “Nasıl olsa reis halleder.” Bu yaklaşım biraz geçmişteki öğrenilmiş tecrübelerden geliyor. Yurt dışına çıkan ya da çıkmaya çalışan genç ve tecrübeli nüfusun onlar için hiçbir önemi yok. Çünkü yerlerine yenilerini yetiştirebiliriz. Ancak bu yetişecek olan kalifiye kadroların, personelin gidenler kadar nitelikli olup olmaması onlar için önemli değil. Cari açıktaki artış hiç önemli değil. Çünkü Karadeniz’den çıkan gaz ya da dünyanın en büyük bor rezervine sahip olan Türkiye bu açıkla baş edecektir. Hele dış güçlerin engellerini bir aşalım siz o zaman görün.

İkinci tez ise; bizim oğlan zaten falanca bakanlıkta çalışmaya başladı. Ben de çalışıyorum. Hanım zaten öğretmen. Sağ olsun Milli eğitimdeki arkadaşlar hanımın naklini de iki adım ötedeki okula yapmışlardı. Yani benden sonrası tufan diyenler. Özellikle bu grup statükonun değişmesini istemeyen grubu teşkil ediyor. Onlar için, ülke nüfusunun yüzde 60’ının asgari ücretle çalışıyor olması ya da her geçen gün enflasyon altında fakirleşmenin hiçbir mahsuru yok.

Her iki grubu da anlatırken biraz karikatürize ettiğimin farkındayım. Ancak burada korkutucu olan hem statükoculuğun hem de benim yerime düşünen, benim yerime problem çözenler var fikrinin yaygınlaşmış olması. Yani bir nevi her iki durumda da kolaycılığa soyunmuş bir grupla yüzleşiyoruz.

Milliyetçi kanattan gelen tepkiler ise iktidar yanlısı dostlarımdan gelen tepkilere benzerdi.

Örneğin bir kısım arkadaşlarım şöyle bir tepki verdiler: “Bu adam zaten solcu değil mi? Ne bekliyorsun ki?” Oysa ki bu arkadaşlarımın en büyük tezleri milli birlik ve devletin bekası meselesidir. Bu milli birlik ve bekanın tehdit eden unsurların yanlış yönetim ya da kötü yönetimden kaynaklanabileceğini görmek istemiyorlardı. Sanırım, devletin soyut bir kavram olmaktan çıkıp. Şahıslarla özdeşleşen bir dönemi idrak ediyoruz. Devletin başında kimin olduğunun önemli olmaması, adına Erdoğan ya da Bahçeli denilmesinin önemli olmadığı. Ancak bugün devleti yönetenler olarak (bir ittifak çatısı altında ve birlik olarak) her söylediklerinin mutlak doğru olduğunun kabulü olan bir dönemdeyiz. Gerçeklerin değil duyguların yönetildiği bir zamandayız.

Faizin, Nas’a dayandırılarak indirilmesiyle yaşananların ardından, birdenbire fikir değiştirilerek rasyonel ekonomi politikalarına dönülmesinin bir tutarsızlığı gösteriyor olmasının hiç önemli olmaması gibi. Dün faizi indirmek gerekiyordu. Bugün yükseltmek gerekiyorsa yükseltilir. Devlet yani Erdoğan yanlış yapmaz. Aslında bu durum, şahsında devlet ile özdeşleşmiş lider kültünün kutsallaştırılmasına dayanıyor.

Basit bir paylaşımın sonucunda toplumumuzu saran pek çok rahatsızlığı en yakınınızda tespit edebilirsiniz. Bu rahatsızlıklar ne mi?

Boş vermişlik,

Statükoculuk,

Devleti bir kurum kimliğinden çıkarıp, şahıslaştırma,

Ötekileştirme…

Böyle olunca kurallı bir toplum olamıyorsunuz. Hukukun herkese lazım olduğunu ve adil olunması gerektiğine inanmıyorsunuz. Geçmişte elde ettiklerinizi korumak için olanlara gözünüzü kapatıyorsunuz. Üstelik kaybedebileceğinizi bilerek. Yaşananlardan başkalarını sorumlu tutarak kendi muhayyilenizde düşmanlar üretiyorsunuz. Dış güçler, bölücüler, teröristler vs.

Muhalif olan dostlarımın serzenişlerini bu satırlara taşımayacağım. Çünkü o kadar karamsarlar ki, içinizi karartmak istemedim.

Tüm bu tespitlerimizi bir yana bırakalım. En sarsıcı tespitimize gelelim. Öyle gözüküyor ki; çok uzun bir süre daha, bu sorunlarla yüzleşmeye devam ediyor olacağız.