Baha YILMAZ'ın 28 Eylül 2023 tarihli yazısı: Deniz 1
Havanın ısırgan tutumu haziranın sonunu görmüş bir Erzurum akşamı için çok garip sayılmazdı. En azından üstüne geçirdiği evladiyelik ceketi bu sorunu çözebilecek çaptaydı. Her ne kadar yakalarının kenarları 4 yıl boyunca giyinmekten aşınmış olsa da yine de akşamları Erzurum’un soğuğunu göğüsleyebilecek güçteydi. Hem bu ceket ne soğuklar görmüştü. Erzurum Lisesi’ni nerdeyse beraber bitirmişlerdi. Ziraat fakültesini kazandığı yıl çevredeki yakınlarının yardımıyla bir palto almış, yakalarını hafif dikerek giymeye başlamıştı. James Dean filmlerinin etkisi midir nedir bilinmez. Fakültenin koridorlarında kendince bir caka takınarak yürürdü. Yakaların dikliği sadece filmlerin etkisiyle olamazdı. Erzurum’un – 40’ı gören kışlarında, kulakları donduran, o, kar boran kışlarda bir hayli iş de görürdü. Hocalarının odalarına uğraması gerektiğinde saygıda kusur etmez, yakalarını indirirdi paltosunun. Fakülteyi ikincilikle kazanmıştı. İzmir’de girdiği sınavlarda tıbbı kazanmış ancak torpil işlemiş ve kendisi yerine başka birini tercih etmişlerdi. Bu duruma içerlemiş, o kızgınlıkla Erzurum Atatürk Üniversitesi sınavlarına girmiş ve Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Bölümünü ikincilikle kazanmıştı. Çok çalışmıyordu ama dersleri iyi dinlerdi. Dersleri kaçırmazdı. Hafızası ve keskin zekâsı şimdilik onun için yeterliydi. İstatistik ve matematiğe olan merakı lise yıllarında da onu bir adım öne çıkarmıştı. Ancak uzun bir süredir kitaplar onun tek nefes aldığı yerdi. Futbola olan sevgisi ve solak olması onu 12 Mart Spor Kulübü için kıymetli kılıyordu. Sol açık oynamasına rağmen eşape golleriyle ün yapmış, devrin İstanbul kulüplerinden transfer teklifleri bile almıştı. Ama o tercihini okumaktan yana kullanmıştı.
Onun için okumak sadece üniversitede derslere girmek değildi. Tarihe, edebiyata ve sosyal bilimlere olan merakı için bulduğu her şeyi okuyordu. Memleketin geleceği için siyaseti takip ediyordu. O dönem Erzurum’un fikir ortamlarında yeşeren yeni bir milliyetçi akımı O’nu da etkiliyordu. Erzurum’un tarihi geçmişi uğradığı işgal ve Ermeni mezalimi bu düşünce için doğal bir ortam sağlıyordu. Her ne kadar Erzurum muhafazakâr ve dindar bir yapıya sahip olsa da bu yeni fikirler mevcut muhafazakâr dünya ile çatışmıyordu.
İki katlı, hırpalanmış binanın üst katındaki geniş odanın camından dışarıya baktı. Hava yeni yeni kararıyordu. Odaya giren orta yaşlarına aşmış, yüzündeki çizgilerin ifade ettiği yılların izi gibi duran derin çizgileri süzerek seslendi, kadına.
- Hala ben bu akşam pek aç değilim biraz erken çıkacağım.
Nimet hanım, babası Münip beyin kız kardeşiydi. Ruslarla yapılan harp sırasında babaları Yusuf Ziya beyi şehit olmuş ve yetim kalmışlardı. Büyük sıkıntılarla bugüne gelmişlerdi. Küçük yaşta yetim kaldıkları için babalarından kalan hak ve hukuka sahip çıkamamışlar ancak halası evlenerek kendini kurtarmıştı. Münip bey ise jandarma zabiti olmuş akabinde TCDD’den emekli olmuştu. Annesi Mihriban hanımın ölümünden sonra da babası İzmir’e yerleşmişti. Babasıyla çok fazla diyaloğu yoktu. Soranlara aile içi bir mesele der kapatırdı.
Nimet hanım yere açtığı yaygıyı sererken sormadan edemedi:
- Baydur, bugün erkencisin hayırdır?
- Hala geçen sene tanıştığım genç çocuğu hatırlarsın.
Nimet hanım tekrar sordu merakını dizginleyerek:
- Deniz miydi o çocuğun adı?
- Evet. Diyerek yanıtladı Baydur.
- Onun yaşı senden çok küçük değil mi Baydur.
- Evet 5-6 yaş küçük benden ama çok kitap okuyan bir çocuk. Sohbet yaşa bakmıyor hala.
Nimet hanım gülümsedi ve odadan çıktı.