Furkan ERKAN’ın 28 Temmuz 2023 tarihli yazısı: Dublajlı Bir Şeyler İzlemek Sizi de Rahatlatmıyor mu?
Biliyorum, çoğunuz bu soru karşısında ya altyazıyı tercih eder ya da TRT’de yapılanlar dışında hiçbirinin iyi olmadığını düşünür.
Açıkçası ben de genelde altyazılı, yani izlediğim bir yapımı orijinal dilinde izlemeyi doğru bulurum.
Ama diğer kısma gelirsek bence biraz ön yargılı davranıyorsunuz.
Çünkü TRT’nin yaptığı dublajlardaki birçok isim hali hazırda diğer kanallarda, DVD’de veyahut sinemalarda da uzun süreler mesleğini icra etmeye devam etti.
Örneğin bunlar arasından çok usta 3 ismin, geçtiğimiz aylarda aramızdan ayrıldığını hatırlatmak isterim. (Sezai Aydın, Sungun Babacan, Köksal Engür)
90’ların ortalarından itibaren özel kanalların açılması ve CD/DVD gibi dijital taşınabilir disklerin hayatımıza girmesiyle, ismen de olsa çok fazla sayıda seslendirme sanatçısını tanıdım.
Bu dönemlerde de insanlar bir yapımı dublajlı izlemek istediğinde ekseriyetle animasyonlardan yana tercihlerini kullanırdı. Ha bir de şu Erkan Can’ın Fransız bir karaktere Laz dublajı yaptığı Asteriks serisinin ikinci filmi var tabii.
Elbette oradaki performanslar da çok başarılıydı. Fakat diğer yabancı filmler de birtakım kanallarda (Cine5, Show Tv, Star TV, CNBC-e) onlar kadar başarılı seslendirme kadroları ve miksajlar eşliğinde bizlerle buluştu.
Öte yandan bir yapımı altyazılı izlerken bazı sahneleri kaçırdığını söyleyen insanların sayısı da hiç de azımsanacak düzeyde değil. Bu da bir nevi sahip olunan konforu ve rahatlığı kaybetmeme düşüncesinin arkasında yatan bir sebep.
Yani bu noktada bir şeyleri dublajlı izlemenin, çok usta isimlerin kulağınızın pasını silmesini ve orijinal yapımın içeriğini, tonunu ve performanslarını bozmadığını söylemiyorum sadece.
Aynı zamanda bu, izleyen kişide inanılmaz bir rahatlık sağlıyor çünkü bildiğin şeyi takip etmenin, ona hakim olmanın konforu hiçbir şeyde yoktur.
Birçoğumuz sabah erken saatlerde ya okula ya da işe gitmek için yollara dökülüyoruz.
Akşam da yorgun argın eve geliyoruz. Ve kalan birkaç saatte de kafamızı dağıtmak istiyoruz değil mi?
İşte bu esnada televizyon karşısında uzanmak hatta kimileri için uyuklamak büyük bir keyif haline geliyor.
Saran bir dizi de bulamazsanız aklınıza başka ne gelir? İyi bir film izlemek değil mi?
Bu noktada da genelde aksiyon, komedi, iyi hissettiren filmler olarak tabir edilen ‘feel-good’ ya da süresi çok uzun olmayan bir dram tercih edilir.
Bu filmleri kimimiz TR dublaj seçeneğiyle izler. Zira artık bu noktadan sonra seslendirme ve miksajın kalitesinden ziyade, arada telefonla oynama, mutfağa/tuvalete gitme veyahut başka bir işle uğraşma gibi alternatif uğraşları da yapma isteği devreye girer.
‘’Zaten hayatta bir şeyler için sürekli koşturuyoruz bir de o an izlediğim şeyi mi kaçırmamaya çalışacağım?’’ diye düşünür bazı insanlar. Arkada da dublajlı oynuyor nasıl olsa. Aksın gitsin…
Bir de bu dublajlar özellikle bazı kanallarda farklı dünyaların kapılarını aralıyor.
Örneğin çoğu aksiyon filminde ‘’Lanet olsun dostum!’’, ‘’Hadi ama adamım!’’ tarzı replikler artık bize heyecanlı ve komik bir polisiyenin içerisinde olduğumuzu gösteriyor.
Bir başkasında, mesela TLC gibi kanallarda ‘’Aa harika!’’, ‘’Bu gerçekten çok güzel!’’ tarzı repliklerin çok geçtiği süper lüks ev dekorasyonu programları, mangalların, alkollü ürünlerin, yemeklerin gırla gittiği yol ve tamir-tadilat programlarıyla kanepede uzandığınız yerde bir anda kendinizi California, Los Angeles hatta Hawaii gibi yerlerde bulabiliyorsunuz.
Ve bu hayali, gözünüzü kapayarak sadece bu nefis dublajları dinleyerek yapabilirsiniz. Bir benzer rahatlığı belgesel kanallarında da yaşadığımızı düşünüyorum.
Aslında tüm bu bahsettiklerim eskilerdeki radyo tiyatrosunu, ya da çocukken annenizin/babanızın size anlattığı masalları dinlerken ve sonrasında yavaş yavaş gözlerinizi kapadığınız anlarla da bazı parallelikler taşıyor değil mi?
Neyse biraz tuhaf bir yazı olmuş olabilir ama elimden geldiğince benim de deneyimlediğim bu dublaj rahatlığını sizlerle de paylaşmak istedim.
Salı görüşmek üzere…