Sedat SADİOĞLU'nun 23 Kasım 2023 tarihli yazısı: Dünya ile İlgili -2-
Gören Göz – 43/1: Bakış Açısı
Günümüzde başarının sırrı, bir konuda derinlemesine bilgi sahibi olmaktan geçmektedir. Bu, yaşamın her dalı için (insan da dâhil) geçerlidir. Zaten bu durumdaki bir insan için, “işin uzmanı” veya eskilerin deyişi ile “işin ehli” denir. Böyle insanlar için kazanca ulaşmak daha kolaydır. Bunların hem ekonomik gelirleri, hem mevkileri ve hem de saygınlıkları yüksek olur. Buradaki (içerisine düşülebilecek) olası tehlike, belki “kibir” olabilir.
İşin uzmanı olan bir insan, sadece kendisine (yüce Allah tarafından) verilen muhakeme (analiz) yeteneğiyle yetinmez. O, araştırma, uygulama, gözlemleme, inceleme, deneme-yanılma bilgilerini de kullanır ki, uzmanlık böyle oluşur (ve Allah, “yürü ya kulum” der). Ancak buradaki bir başka tehlike, ‘çok bilme/bilgiçlik’ veya konusunun dışına çıkıp ‘ahkâm kesme’si olabilir. Uzman kişi, erdemliliğin de bir ölçütü olan ve hakkında bilgisi olunmayan işlerde, “bilmiyorum!” da diyebilmelidir.
Bilgimizi ne kadar genişletebilirsek, konu ve olaylara bakışımız (ufkumuz) da o kadar genişler. Böylece, pek çok dolaylı faktörü de görebilir ve daha sağlıklı çözümler üretebiliriz. Bu durumdaki bir insan, hem bilgisi, hem kişiliği ve hem de olgunluğu ile, “kemâle ermiş” demektir.
Bilenle bilmeyenin arasındaki farkı ve bakış açısını (ufuk ile) açıklamak isterim. Aşağıda, konuyla ilgili iki Ayet ve (bilinen) iki Hadis verilmiştir;
“Biz onlara hem ufuklarda ve hem kendi nefislerinde delillerimizi göstereceğiz ki, Kur’ân’ın hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun…….” (Fussilet Suresi, 53. Ayet)
“…De ki; Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz (ve sadece Bana yönelmiş olan) akıl sahipleri öğüt (ders) alıp-düşünürler (ve böylece analiz ederler)." (Zümer Suresi, 9.Ayet )
“Çin’de bile olsa ilmi arayınız. Çünkü ilim öğrenmek her Müslümana farzdır. Melekler, yaptıkları işten hoşlandıkları ilim talebeleri için kanatlarını yere sererler (onların iyiliğine dua ederler).” (İmam-ı Suyuti Hazretleri, k.s.)
“İlim tahsil etmek için yolculuğa çıkan kimse, evine dönünceye kadar Allah yolundadır.” (Tirmizi, k.s.)
“Yüce Allah (c.c.), Müslümanları bilinçli, okuyan, araştıran, uyanık ve doğru yol üzere olan kullarından eylesin…Amin !”
Gören Göz – 43/2: Pozitif Olmak ve Pozitif Kalmak
Cinsiyeti, yaşı, inancı ve statüsü ne olursa olsun, dünyanın çetin hayat şartları içerisinde, bir insanın pozitif olması ve pozitif kalması zordur. Bunu başaran insan sayısı azdır. Bu şu demektir; her şey yolunda gitse bile, insanı çileden çıkartan o kadar “harici faktörler” vardır ki, insanın her zaman pozitif kalması kolay değildir.
Sorunların (Olası) Kaynağı;
İnsanın yaradılışı gereği ve çekici dünya nimetlerine karşı “zayıf” olduğu, “bencil” olduğu ve hatta “acımasız” (gaddar) bile olduğu söylenebilir. Bu tespitler çok çarpıcı ve kabul edilmez görülse de, durum böyledir. Aslında sorunların kaynağı, insanın kendisidir. Bu da insanı varlık âleminde, istisnai (ve bir a o kadar da ilginç) bir yere koyar. Hata yapma potansiyeli çok yüksek olan insan için, “dünya sınavı” da (Hz. Âdem ve oğulları Hâbil ve Kâbil’den beri) böylece başlamıştır. Bizler, bu dünyada yaşar ve sınav verirken aşağıdaki durumlar her zaman geçerli olacaktır;
-sülâle içerisindeki (büyüklerimize karşı) sorumluluğumuz
-okul ve eğitim hayatımızdaki sorumluluğumuz
-toplumdaki ve iş hayatımızdaki sorumluluğumuz
-aile içerisindeki (eş ve çocuklara karşı) sorumluluğumuz
-yakın çevremize karşı (komşu, arkadaş, dost, tanıdık, gibi) sorumluluğumuz
-insanlığa karşı birikim, üretkenlik ve değerlerin aktarılması gibi doğrudan ya da dolaylı sorumluluğumuz
-kendimize karşı olan (vücut ve ruh sağlığı) sorumluluğumuz
-Allah’a karşı (özveri gerektiren ve ibadet esaslı) kulluk sorumluluğumuz
Buradan Bir Sonuç (Tespit) Çıkmaktadır;
Acaba etki alanımız içerisindeki olaylara ve kişilere “ne kadar sabırlıyız ve ne kadar hoşgörülüyüz?”
Şunu kabul etmek gerekir ki, bazı değerlerin ve kazanımların (saygı, sevgi, sadakat, hoşgörü, sabır, tecrübe, sadakat, vb.), sonradan eğitim ile edinilmesi çok zordur. Eğer aile içerisinde (küçük yaşlarda) kazanımlar sağlanamamışsa, (ne yazık ki) sonraki eğitimler çok az işe yarayacaktır. Üstelik insanın, yaradılıştan getirdiği bir huyu (mizacı) vardır, bu da kolaylıkla değişmez (‘canı çıkar, huyu çıkmaz!’ misali). Bu durum, arabayla çok uzun bir yolu olmasına rağmen, yamalı bir lastikle yola çıkmaya benzer. Yamalı lastik sizi fazla uzağa götüremez, çünkü (zaten eskimiş veya çok yamalıdır) kısa bir süre sonra başka bir yerden patlayacaktır. Uygulamada yapılan ise, patlak lastiğin içerisine “şambrel” (iç lastik) koymaktır ki, bu tehlikeyi öteleyen “pansuman” yöntemlerdendir. Çünkü yüksek hızlarda yaşanabilecek bir lastik patlaması, size daha tehlikeli bir kaza yaptırabilir. Israr, ancak en yakın lastik tamircisine gitmek için yapılmalıdır.
Sosyal yaşamda ise bu tip durumlara, “sosyal patlama” denilmektedir. Siz önlem aldığınızı ve her şeyin yolunda gittiğini sanırsınız ki, birden tehlikeli olaylar patlak verir. Keza toplumda, “cinnet” denilen durumlar da, böyle zamanlarda yaşanır. Bu yaşanan tüm olumsuzluklar, (olayları ya da insanları tanıyanlar için) inanması veya kabul etmesi zor olabilir, ancak gerçektir.
İnsanın sağlığı veya eğitimiyle uğraşanların (doktor, psikolog, psikiyatr, eğitmen, akademisyen, ustabaşı, vb.) işi zordur. Zira insan sayısı kadar “farklı karakterde [ve tabiri caiz ise cins] insan” vardır. İşte zorluk da buradadır.
Pozitif Bakış; ‘Pozitif Bakış’ aslında bir zorunluluktur. Hatta bir insan için olmazsa olmaz bir anlayış, davranış ve tutumdur. İlk anda, insanı yumuşatan ve darbelere (olası büyük zararlara) karşı koruyan bir kalkan ya da hava yastığı gibidir. Bunu, böyle görmeli ve kabul etmememiz gerekir. Pozitif bakış ile dünyaya bakmalıyız ki, sorunları daha kolay çözebilelim. Aksi halde sorunlar katlanır ve çok bilinmeyenli bir problem gibi, işin içinden çıkılamaz hâl alır. Normal insan aklının, çok bilinmeyenli sosyal bir problemi çözmesi ise (hele tek başına) zordur. Dışarıdan yardım alsa bile, bu yardım sınırlı olacaktır. Pozitif bakış, bir ‘insanlık algısı’ olmak zorundadır. Bu algının sonucunda ise insan; “Sorunlar benim hayatımın bir parçasıdır ve ben, onlarla yüzleşmek ve onlarla baş etmek zorundayım! Üstelik bu anlayış beni en sonunda olgunlaştıracak ve (tam olmasa da) iyi bir insan yapacaktır!” diyebilmelidir.
Sonuç; Bu son kabul, İslâmiyet’in amacı olan ve Müminleri ulaştırmaya çalıştırdığı, “kâmil insan” sonucuna ulaşmaktadır. Zaten varılmak istenen ve doğru olan sonuç da budur. Müslüman, şartlarına uygun imandan sonra Allah ve Peygamberine itaat eden, Kur’ân ve sünnette yer alan emir ve yasaklara, öğüt ve tavsiyelere uyan insandır. Bir Müslüman, ne kadar Kur’ân ve sünnete uygun hareket ederse o nispette kâmil insan olur. Ne kadar günâh işlerse kemâlinden ve takvasından o kadar da yitirmiş olur.
Gören Göz – 43/3: İmanın Yerine; İmaj
İmaj; kelime itibariyle genel görünüş, görüntü, izlenim, şekil, kopya, benzer, benzetme, simge, resim, heykel, put veya imge anlamlarına gelir. Geniş bir kullanım alanı vardır. (İmaj, kısmen ‘karizma’ ile karıştırılır. Oysa karizma; çevresinde büyük ilgi oluşturan, niteliği kolay açıklanamaz büyüleyici özellik, daha çok kişiliktir.)
İmaj, tamamen görünüş ve hareketlerle ilgili olsa da, içerisinde “gösteriş” de içerebilir. Bazen, öyle insanlar görürüz ki, imajları ön plândadır. İmajlarından vazgeçmezler ve ödün vermezler. Günümüzde bazı insanlar işlerinde ve günlük yaşayışlarında, önce kendilerini ön plâna çıkartabilecek gösterişin peşindedir. Bu gösterişe (abartmaya) halk arasında, “şov yapmak” da denir. Aşağıda, imaj uğruna insanların yaptığı bazı davranışlar verilmiştir (seçenekler genellemedir);
- Aşırı (lüks sayılacak) harcama yapmak
- Taklitçi olmak, simgelere inanmak
- Toplumun algısından (ayıplanmasından) çekinmemek
- Batı’nın (bize uymayan) modasını takip etmek
- İsraf etmek veya paylaşmamak
- Çekinmeden yüksek borçlara girmek
- Toplumun değerlerini (gelenekleri) hiçe saymak
- Farz ve sünnetlere gösteriş için uymak
Özlü Bir Söz: “İmaj hiçbir şeydir, «imanlı» olmak her şeydir!” (Sedat Sadioğlu)
İslâm toplumunda bir tür İslâmi imaj sayılabilecek örtünme (tesettür, hicap), İslâm’ın ortaya çıkış dönemlerinde yaygın ve aşırı kapanma anlayışı olarak kullanılmamıştır. O dönemde, aynı zamanda Peygamberin evi olan mescide gelen erkeklerden peygamberin kadınlarını korumak için uygulandığı bilinmektedir. Genişletilmiş tesettür ve hicap uygulamaları ise Müslümanların, İran ve Bizans topraklarını ele geçirdikten sonra görülür. Bu kültürlerden etkilenerek özellikle Emeviler döneminde, ulemanın otorite kazanma çabaları sonucunda İslâm toplumunda yaygınlık kazandığı ifade edilmiştir. Örtünme, İslâmiyet’in doğuşundan birkaç yüzyıl sonra yazılan hadis ve fıkıh kaynaklarında yer almıştır. Dini önderler tarafından yapılan (ayet ve hadislerin kapsamlarını genişleten ve anlamından kopartılmış) yorumlarla kadın ve erkeğin birbirini görmelerinin tamamen haram kılınması, harem, burka ve peçe gibi uygulamalar, (ne yazık ki) İslâm topluluklarında yerleşik kurallar haline gelmiştir.
Namaz kılsın ya da kılmasın, “ibadet gizlidir” diyenler de vardır.
Bu, belki çoğu Müslüman olmayan, baskı uygulayan ve zalim olan ülkelerdeki Müslümanlar için geçerli olabilir. Ancak, ibadetin gizliliği sadece ve sadece, “fakirler ve fakrı-zaruret durumuna düşmüşler için verme (zekât, fitre, sadaka)” durumlarında geçerlidir ve (mümkünse) gizli yapılmasında fayda vardır. Bunun dışındaki ibadetlerde, bırakın gizliliği, hem açıkça yapılmalı ve örnek olunmalı, hem de en iyi şekliyle yapılmalı ve davetkâr olunmalıdır. Müslümanlara yakışan da budur!
“Ey yüce Allah’ım, Müslümanları; “Allah sizin ne dış görünüşünüze ne de mallarınıza bakar. Ancak o sizin kalplerinize ve amellerinize (güzel ve faydalı işlerinize) bakar.” hadisinin bilincinde olan kullarından eyle… Amin!”
(NOT: Kırküçüncü bölümün sonu…)