Mehmet KÜÇÜKEKEN'in 9 Eylül 2024 tarihli yazısı: Ekonomik Görünüm

Devletin ekonomik düzen üzerindeki rolü, hükümetlerin ekonomi politikaları ve uygulamalarıyla doğrudan bağlantılıdır.

Devletin yürüttüğü ekonomik politikalar, sosyal sınıflar arasındaki uçurumları derinleştirerek sermaye sahipleri lehine çalışabilir. Hükümetler genellikle ekonominin üst sınıflarını koruyan tedbirler alırken, halkın geniş kesimi üzerinde baskı oluşturabilecek düzenlemeler yapar. Bu, hem ekonomik eşitsizliklerin artmasına hem de sosyal adaletsizliğin yaygınlaşmasına neden olur.

Devleti yöneten organlar, uyguladıkları politikalar aracılığıyla ekonomik ayrımların pekişmesine neden olabilir. Özellikle neoliberal ekonomik sistemlerde, hükümetler piyasa odaklı politikalar benimseyerek, sermaye sınıfının çıkarlarını koruyan düzenlemeler yapar. Bu düzenlemeler arasında dolaylı vergiler, zamlar, teşvikler ve vergi afları gibi halkın refahını olumsuz etkileyen tedbirler yer alabilir. Dolaylı vergiler, düşük gelirli vatandaşları daha fazla etkileyen vergilerdir ve genellikle tüketim üzerine uygulanır. Bu vergiler, geniş halk kitlelerinden toplanarak devletin gelir elde etme yöntemlerinden biri haline gelir, ancak sermaye sınıfının servetini artırmaya hizmet eder.

Hükümetin ekonomi üzerindeki kontrolü, aynı zamanda işçi, çiftçi, esnaf gibi dar gelirli gruplar üzerinde ekonomik baskıyı artırabilir. Kapitalist sistemdeki işleyiş mekanizması, özel mülkiyetin korunması üzerine kuruludur. Bu sistemde sermaye sahipleri, yatırımlarını büyütürken işçi sınıfı sömürülür. Yatırımcılar, devletin sağladığı teşvikler ve özel imtiyazlar sayesinde zenginleşirken, dar gelirli halk ekonomik bağımlılık içerisinde yaşamlarını idame ettirir.

Kapitalizmin temelinde özel mülkiyet ve kar maksimizasyonu yer alır. İşçiler emeğini ucuz bir şekilde sunmak zorunda kalır, çünkü yaşamlarını sürdürebilmek için sermaye sahiplerinin kontrol ettiği işlerde çalışmak zorundadırlar. Bu durum, işçi sınıfının ekonomik özgürlüğünü kaybetmesine yol açar. Kapitalist düzende, uluslararası sermaye sahipleri gittikleri ülkelerde çeşitli imtiyazlar elde edebilir ve yerel ekonomilerde kartelleşme ve haksız rekabet yaratabilirler. Bu süreç, piyasa dengesini bozarak küçük işletmelerin ayakta kalmasını zorlaştırır.

Ayrıca, sermaye sahipleri medya ve kamuoyu üzerinde baskı kurarak kendi çıkarlarına uygun bir ekonomik ve siyasi ortam yaratabilirler. Medya manipülasyonu, halkın ekonomik gerçeklerden uzaklaşmasına ve sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet eden politikalara destek vermesine neden olabilir.

Kapitalist sistem, ekonomik bağımsızlığın kaybına ve gönüllü boyun eğme anlayışına yol açar. İş gücü piyasasında, insanlar sermaye sahiplerinin belirlediği kurallara uymak zorunda kalır ve bu süreçte özgürlüklerini kaybederler. Özellikle işsizliğin yüksek olduğu ülkelerde, işçiler daha düşük ücretlerle çalışmaya zorlanır. Bu, bireylerin ekonomik köleleştirilmesine neden olur. Çalışanlar, sadece geçimlerini sağlayabilecekleri bir gelir elde etmek için kapitalist sisteme bağlı hale gelirler.

Bu ekonomik kölelik durumu, sadece maddi olarak değil, aynı zamanda sosyal ve psikolojik açıdan da bireyleri olumsuz etkiler. İşçiler, emeğini ve zamanını kapitalistlere ucuza satmak zorunda kalır ve bu süreçte yaşam standartları düşer.

Devletin ekonomik işleyiş üzerindeki müdahalesi, hem olumlu hem de olumsuz sonuçlar doğurabilir. Olumlu yönleri, devletin kamu hizmetlerini düzenlemesi, sosyal yardımlar sağlaması ve halkın genel refahını artırmaya yönelik politikalar geliştirmesidir. Ancak, devletin ekonomik kaynakları sermaye sınıfının çıkarlarına hizmet edecek şekilde kullanması, eşitsizliklerin derinleşmesine yol açabilir.

Bu durum, özellikle devletin vergi politikaları ve teşvik sistemleri ile bağlantılıdır. Devlet, sermaye sahiplerine hibe ve teşvikler sağlayarak onların ekonomik gücünü artırırken, dar gelirli sınıflar üzerindeki vergi yükünü artırabilir. Bu, gelir dağılımında adaletsizliğe neden olur.

Adil bir ekonomik düzenin sağlanabilmesi için devletin sermaye sınıfı üzerindeki korumacı tutumundan vazgeçmesi ve halkın çıkarlarını gözeten politikalar üretmesi gerekmektedir. Ekonomik eşitliğin sağlanması, sadece maddi zenginliklerin paylaşılması değil, aynı zamanda bireylerin ekonomik kararlar üzerinde söz sahibi olmaları anlamına gelir.

Kolektif üretim modelleri ve kooperatifleşme, adil bir ekonomik düzen için önemli adımlar olabilir. Halk, ekonomik faaliyetlere ortak olarak katılmalı ve üretimden elde edilen kazançlar adil bir şekilde paylaşılmalıdır. Devlet, büyük yatırımları organize ederken halkın birikimlerini yatırıma yönlendirebilir ve projelerde çalışanlara emeğinin karşılığında pay vererek ekonomik refahı artırabilir.

Geçmişte atalarımızın ticarette kullandığı İMECE kültürü ile İslami Ticaret Modelinin sentezlenmesinden ortaya çıkan ''ÜRETİM MODELİ İÇ DİNAMİKLERİNDE ÇARPAN ETKİSİ OLUŞTURMA İLKELERİ İLE ARTAN İÇ TALEBİN GETİRDİĞİ REFAHIN MAKRO EKONOMİ ÜZERİNDEKİ POZİTİF YÖNLÜ SÜRDÜRÜLEBİLİR BÜYÜME ETKİSİ.''  Adlı kısa adı İMECE olan ve Ekonomist Mehmet KÜÇÜKEKEN tarafından geliştirilen makro ekonomi modeli adil ekonomik düzenin sağlanmasında en etkili yöntem olmakla birlikte mevcut dünya ve ülke ticaret sistemi ile de uyumludur.

İMECE modeli, üretkenliği artırarak işbirliğini sağlar, toplumsal dayanışmayı geliştirerek üretime dayalı bir inovasyon ile ekonomik büyümenin ve toplumsal refahın artmasına etki eder. Bu yaklaşım dünyanın gelişmiş ekonomilerince de referans olarak alınmaktadır. Özellikle iktisat alanında yeni bir bakış açısı getiren üretim temelli makro ekonomi modeline köklü yabancı üniversitelerinin ilgisi artarak devam etmektedir.

Ekonomik eşitsizliklerin ortadan kaldırılması, devletin sermaye sınıfına olan bağımlılığından kurtulması ve halkın çıkarlarını gözeten politikalar üretmesi ile mümkündür.

Adil bir ekonomik düzen, bireylerin ekonomik özgürlüklerini kazanmaları ve ekonomik kararlar üzerinde söz sahibi olmaları ile sağlanabilir.