Baha YILMAZ'ın 20 Kasım 2023 tarihli yazısı: Kültürel Kalkınma mı? Belki Bir Gün!
Malumunuz Cumhuriyetin 100. yılını kutladık. Nice yüzyılları olsun. Bu yüzyıllık süreç içinde neler yapıldı, neler yapılamadı? Bu mesele üzerinde çok fazla durulmuyor. Medyada birkaç küçük çalışma dışında ortada ciddi bir envanter çalışması yok. Varsa da ben rastlamadım.
Özellikle kültür ve dil meselesi tartışılması gereken en önemli konulardan… Bu yüzyıllık süreçte kültür politikalarının seyri, yapılanlar ya da yapılamayanlar açısından bakıldığında bize çok fazla umut vermiyor. 1972 yılında Kültür bakanlığının kurulduğunu hatırlarsak ne kadar geç bir tarih olduğunu ve meselenin hangi önemde olduğunu anlayabiliriz. Bu konuyu tekrar ele almak üzere devam edelim.
Cumhuriyet modernleşmesinin Osmanlı modernleşmesinin bir devamı olduğunu hatırlamak gerekiyor. Osmanlı aydınlarının tartıştığı ve de üzerinde hemfikir olduğu meselelerin daha sonra önümüze Cumhuriyet devrimleri olarak geldiğini görmemiz gerekiyor. Özellikle harf devrimi, kılık kıyafet devrimi vs. Tüm bu süreçler içinde bu devrimlerin gerçekleştirilme metodunun ve üslubunun tartışmaya çok açık olduğu da aşikâr.
Bir ulus oluşturma çabası, yeni bir devlet kurma gayreti bu üslubu belirlerken, bazı konularda aşırılıkların olduğunu da ifade etmemiz gerekiyor. Hemen ilk aklıma gelenler; Güneş Dil teorisi, Türk Tarih Tezi ya da Türk Dil Kurultayı… Dönemin aydınlarının bir kısmının bu konulara mesafeli davrandığını görüyoruz. Bir kısmının ise gönülsüz ve baskılardan kaynaklı bazı çalışmalara imza attıklarını da biliyoruz. Hatta bazı aydın ve akademisyenlerin baskılardan yılarak ülkeyi terk ettiklerine de şahit oluyoruz.
Özellikle 1945 yılında DP’nin kurulması ve etkili muhalefeti sonrasında 1947 yılında gerçekleştirilen CHP kurultayı akabinde bazı uygulamalarda yumuşamaya gidilmesi İsmet Paşa'nın katı yönetiminin gevşemesine hatta bazı eleştirel tartışmaların da başlamasına sebebiyet vermiştir. 1950 seçimlerinde DP’nin iktidara gelmesinden sonra 1951 yılında Halk Evlerinin kapatılması, 1954 yılında Köy Enstitülerinin Öğretmen Okullarına çevrilmesi katı ve devletçi tutumun yumuşamasının göstergeleri oldu. Tabi bu süreçte özellikle Ezanın Türkçe okutulması konusunun tashih edilmesi de halk nazarında önemli sonuçları doğurmuştur.
Erken dönem cumhuriyet ve cumhuriyet sonrası dönemde yüzünü batıya çevirmiş bir cumhuriyet profiliyle karşılaştığımızı görüyoruz. Bu süreçte Ziya Gökalp ve Abdullah Cevdet gibi aydınların etkisinin büyük olduğunu da biliyoruz. Tüm bu süreçlerde devletin bizzat uyguladığı bir kültür politikasının varlığından bahsetmek güç ancak uygulamaya konulan bazı müdahalelerin kültürümüz üzerindeki etkilerine şahit oluyoruz.
Peki bu meselenin ciddiyetle ele alındığı ilk tarih nedir derseniz? 1971 yılını size söyleyebilirim. O döneme kadar bir müsteşarlık başlığı altında idare ve sevk edilmeye çalışılan Kültür meselemiz ilk defa bir bakanlık çatısı altında teşekkül ettiriliyor. Ancak turizm ile yan yana olarak. İlk defa Kültür ve Turizm başlığı altında bir bakanlık kuruluyor. Kurucu bakan olan Talat Sait Halman bu kuruluş döneminde başına gelen bir hadiseyi bir röportajında şöyle ifade ediyor: “Ben Kültür Bakanı iken bir ara Türk Musikisi - Batı Müziği kıyameti koptu. Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası Salonu'nda Itri konseri düzenlemek istedim. Hepsi değil ama pek çok Batı klasik müziği sanatçımız ayağa kalktı. Başbakan'a Cumhurbaşkanı'na şikayete gittiler, İsmet İnönü hayattaydı, ona şikayet ettiler. Kıyameti koparttılar. Halbuki bu, bizim kendi klasik musikimiz. Itri yapacaktık. Dede Efendi yapacaktık. Bunları gayet haysiyetli bir şekilde sunacaktık. Buna itiraz edenler, “Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası salonu yalnız klasik Batı musikisi içindir.” diye tutturmaya başladılar. Oysa, bir yıl önce Azeri musikisini sunmuşlardı orada. Aynı salonda mankenler defile yapmışlardı. Sanatta bağnazlık, kültüre her yerde daima zarar veriyor - nerede olursa olsun, hangi ülkede hangi sanat bakımından olursa olsun. Onun için biz yaratıcılığımızı baş tacı etmeliyiz. Dört elle sarılıp vazgeçmemeliyiz. Her sanatı geliştirmek için elimizden geleni yapmalıyız. Kültür Bakanlığını kurarken, bu anlayışla kurdum. Her sanata ilgi göstermeliyiz. Hepsi bizimdir. Hepsini benimsemeliyiz.” Talat Bey'in açıkladığı bu hadise o dönemde hayatta olan İsmet İnönü’ye kadar gidiyor. Akabinde ve bir yoruma göre Talat beyi görevden alabilmek için Bakanlık lav edilerek yeniden müsteşarlık seviyesine indiriliyor. Dönemin şartları dikkate alındığında Cumhuriyet'in ilk kuruluş yıllarında oluşturulmuş olan ve yüzünü sadece batıya çevirmiş olan bir zihniyetin ne derece ceberrut olabileceğini fark ediyoruz. Oysa Hasan Ali Yücel’in çeviri seferberliği içinde Türkçeye aktardığı külliyatı bile sadece batıdan çevrilmiş eserleri ihtiva etmiyordu.
Konumuza dönersek, Kültür meselemiz 1974 yılında tekrar bakanlık olarak ihdas ediliyor. Sonrasında 2003 yılında yeniden kuruluyor. Kültür bakanlığının sitesine son baktığımda kuruluş tarihi olarak 2018 yılı tarihi zikrediliyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse bu süreç bile kültür politikaları konusunda ciddi bir istikrar yakalayamadığımız kanaatini uyandırıyor.
Kültür politikaları konusunda hem uygulama hem de ana akım bir politika belirleme konusunda da bir dağınıklığın olduğunu görmemiz gerekiyor. Kültür meselelerimizde belirleyici ve rol alan bazı kurumlarımız var. Vakıflar Genel Müdürlüğü, TRT, Yunus Emre Enstitüsü, Yerel Yönetimler hatta İletişim Başkanlığını bile bu kurumların arasına dahil edebiliriz. Ancak bu kadar kurum olmasına rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bile sitem etmesine neden olmuş bir süreçle karşı karşıyayız.
Mesele bu kadar büyük olunca çözüm önerilerini de tartışmak gerekiyor ancak konunun hacmi dikkate alındığında bir başka yazının ya da yazı dizisinin konusu olabilir. Nihayette şunu söyleyebiliriz. Yüz yıllık süreçte sadece iktisadi bir kalkınma hedefi yeterli olmadı. Bugün dilimizde, edebiyatımızda, sanatımızda hatta mimarimizde yaşadığımız sıkıntıların temel sebebi kültürel bir kalkınma hamlemizin olmayışına dayanıyor. Ne diyelim, belki bir gün…