Betül DEMİR'in 26 Eylül 2024 tarihli yazısı: Sanatın İyileştirici Gücü

Hepimiz bir şekilde hayatımızın en zor anlarında bir şarkıya, bir resme ya da belki bir kitaba sarılmışızdır. Hani bazen içinde bulunduğun ruh halini o kadar iyi anlatır ki bir tablo, ona bakarken kendini daha iyi hissetmeye başlarsın. İçinde bir şeyler çözülür, belki ağlarsın, belki de uzun süredir hissetmediğin bir ferahlık gelir. 

Bu, sanatın iyileştirici gücünün ta kendisi. Çünkü sanat, bize sadece estetik bir zevk sunmaz. Aynı zamanda ruhumuzu, zihnimizi rahatlatır. Bir nevi terapi gibidir. İnsanlar dertlerini, sevinçlerini, öfkelerini, acılarını ifade etmek için sanatın her türüne başvurur. Kimi resim yapar, kimi müzikle ilgilenir, kimi de sadece izleyici ya da dinleyici olur. Ama işin özü aynı: Sanat bir aracı. Duygularımızı yansıttığımız ya da onları dışarıdan gözlemleyerek içsel bir temizlik sağladığımız bir pencere. 

Sanatın iyileştirici gücünü sadece bireysel deneyimlerden bahsederek anlatmak biraz yüzeysel kalabilir. Çünkü işin bir de bilimsel yönü var. Son yıllarda yapılan araştırmalar, sanatla uğraşmanın ya da sanata maruz kalmanın stres seviyelerini düşürdüğünü, depresyon ve anksiyeteye iyi geldiğini gösteriyor. Hatta bazı terapilerde sanat, iyileştirici bir yöntem olarak kullanılıyor. “Sanat terapisi” kavramı tam da buradan doğuyor aslında. Bir insanın resim yaparak, çamurla heykel yaparak ya da bir müzik aleti çalarak kendi iç dünyasını iyileştirmesi, psikologların ve terapistlerin de dikkatini çekmiş durumda. 

Ama sanata illa bir tedavi yöntemi gözüyle bakmak zorunda da değiliz. Çünkü sanatı anlamak, ondan bir şeyler çıkarmak için illa bir travmamız ya da derin bir üzüntümüz olmasına gerek yok. Günlük hayatın koşturmacasında kaybolduğumuzda, monoton bir yaşam sürerken de sanat bizi bir şekilde “burada ol” diye uyandırır. Bir konser salonunda dinlediğin bir klasik müzik eserinin ruhuna dokunduğu o an, dünya durur. Sadece müzikle baş başa kalırsın.

Bir diğer yandan sanat, empati kurmamıza da yardımcı olur. Farklı bir bakış açısı, farklı bir hayat deneyimi, belki hiç bilmediğimiz bir kültür ya da tarihsel dönem hakkında bize ipuçları verir. İzlediğimiz bir tiyatro oyununda, okuduğumuz bir romanda ya da dinlediğimiz bir şarkıda başkalarının hikayelerine tanık oluruz. Bu da aslında başkalarının acılarına, sevinçlerine, kaygılarına ortak olmamızı sağlar. Kendi dertlerimizle baş başa kalmaktansa, başkalarının yaşamlarına bir yolculuk yaparak kendimizi de bir nebze olsun iyileştiririz. 

Bazen sadece yaratıcı bir süreçte bulunmak bile, o yaratma anının kendisi iyileştirici olabilir. Bir şey üretmenin verdiği tatmin, insanın kendini gerçekleştirdiğini hissetmesi, ruhunu besleyen bir şey. Bir şiir yazarken ya da bir fotoğraf çekerken sadece o anın içinde olursun. Zihnin başka bir şey düşünmez, geleceği ya da geçmişi kurcalamaz. Tam anlamıyla "an"da olmak, şu anda yaşadığın her şeyin dışına çıkabilmek, bu bile başlı başına bir terapi değil midir?