Furkan ERKAN’ın 23 Haziran 2023 tarihli yazısı

Merhaba değerli Ticari Hayat okurları. İlk yazımda, son haftalarda sinema dünyasında ortalığı karıştıran bir gündemden bahsetmek istiyorum. Belki sizin de dikkatinizi çekmiştir.

Tom Cruise ve Christopher Nolan arasında art arda vizyona girecek yeni filmlerinin IMAX gösterimlerinde salon paylaşımına dair yeni bir savaş başlamıştı.

O savaştan ''Oppenheimer'' filmiyle Nolan galip geldi. Onun filmi, kendisinden bir hafta önce girecek Cruise’ın filmi olan ''Mission Impossible Dead Reckoning Part One'’ın bir haftaki sonraki tüm IMAX gösterimlerini domine etti falan filan…

Aslında bu iki filmin, son derece yüksek teknoloji ve konforlu salonlara sahip büyük bir marka için verdiği mücadelenin arkasında ‘’Sinemanın ne olduğu?'' sorusu da yatabilir mi? Bence evet.

Özellikle 90’ların ortalarından itibaren yüksek teknolojinin hayatımıza girmesiyle birlikte yedinci sanat da kendini bundan soyutlayamadı. Daha iyi çekimler, daha iyi görsel efektler ve bilgisayar ortamında üretilmiş CGI teknolojisi sinemaya gelen seyirciye artık çok daha yeni şeyler vadediyordu.

Bunların yanına 70 mm’lik film karesi formatlı, yüksek boyut ve netliğe sahip panaromik ekranıyla dikkat çeken IMAX ve sonrasında çıkan 3D teknolojisi de eklenince sinemanın vadettiklerinin yanında anlamı da seyirci için değişmeye başladı.

Tüm bu bahsettiklerim o günlerden bugünlere gelerek etkisini hala sürdürüyor. Hatta yakın zamanda yönetmen James Cameron, görsel efektleriyle kendinden söz ettiren ''Avatar The Way of Water'’ın sinemada, bilhassa IMAX salonlarında izlenmesi için yabana atılmayacak bir reklam kampanyasına başlamıştı.

Bu da işe yaramış olacak ki film tüm zamanların en iyi hasılat rekoru kıran 3.filmi olurken ülkemizde de 22 haftada, 3 milyona yakın kişi tarafından izlendi.

Ama işte inanın çoğu kişi filmi izlemek için sinemaya gitmedi. Oradaki gerçekçi gözüken sualtı sahneleri için yapılmış görsel efekleri görmekti amaçları. Yoksa hikaye çok da önem arz etmiyor. Zaten bırakın senaryosundaki defalarca gördüğümüz klişeleri, dramatik yapı açısından da ilk filmi neredeyse aynen takip ediyordu.

Bugün defalarca ve severek izlediğiniz filmleri düşünün. Ya da aklınızda kalmış, sizin için özel yeri olanları… Yani senaryosu sizi bir şekilde yakalamışsa, izledikten yıllar sonra konusunu unutup sadece sizde bıraktığı tat ve hissi bile hatırlıyorsanız, o filmin görselliği, yapılan efekt ve süslemeler sizin için ikinci planda kalacaktır diyebilirim.

Elbette ''Terminator 2'', ''The Matrix'' gibi devrim yaratan bazı yapımlara lafım yok. Ama onların kalıcılığı da görsel tasarımlarıyla birlikte senaryolarında alt metninden hikaye örgüsüne kadar sağlam bir yapı kurmalarından kaynaklanıyor. Eğer bunlardan uzak olsalardı belki de ''The Matrix'' bugün sadece bazı sahnelerini Youtube’dan izlediğimiz sıradan bir film olarak kalacaktı.

Velhasıl teknolojinin dönüştürücü etkisi sürse de sinemanın duygulara hitap eden güçlü yanının da zamana o kadar kolay yenik düşmeyeceğini düşünenlerdenim.

Salı günü görüşmek üzere...