Sedat SADİOĞLU'nun 22 Haziran 2023 tarihli yazısı: Bazı Ulvi Kelimeler
Gören Göz – 21/1: Zillet ve İzzet Nedir?
Zillet; alçaklık, zül, hakirlik, küçülme, miskinlik, aşağılık ve meskenet anlamındadır. İnanç zayıflığından doğan bir hakirlik olarak önemsiz ve değersiz kişi vasfını taşıma anlamına da gelmektedir.
İzzet ise; yücelik, manevî açıdan ululuk, üstünlük, şeref, itibar, kuvvet, saygı, hürmet, ikram gibi manaları içinde toplar. İzzet kelimesini hayatın her safhasına intikal ettirenler, her iki cihanda da mesut ve bahtiyarlar zümresine dâhil olur. İnsanların şerefi ve izzeti; endamında, bilgisinde, makam ve mevkide, servet ve zenginliğinde arandığından daha çok, kulluk vazifesini hakkıyla yerine getirilememektedir.
“İzzetin zıttı zillettir” Zillet, sahibini aşağıların aşağısına ve ‘esfel-i safiline’ yolcu eder. Onun için (-dir ki) zilletten uzaklaşmak ve izzete yaklaşmak, hayatımızı onunla birlikte anlamlı hale getirebilmek lâzımdır. Hakkıyla inanan, inancının her türlü gereğini yerine getiren, bu konuda tavizsiz bir hayat süren Müslümanlar, elbette izzetli ve şerefli bir yaşantı ile iç-içe ve gönül gönüle olurlar. İzzet sahibi olan insan, toplum içerisinde herkesten ve her kesimden saygı ve itibar görür. Çevremizde böyle olan, bu yapıda bulunan izzet sahibi insanları görüyor, onların hallerine imrenmiyor muyuz?
Kısa Bilgi: Esfel anlamı nedir? En sefil, çok sefil, en alçak, en aşağı, çok fena. Esfeli safilin ne demek? Esfeli safilin, bir kişinin düşebileceği en aşağılık mertebedir. Yani İslam anlayışına göre hayvandan da daha aşağıda bir mertebede olma hal ve durumunu ifade eder. Türk Dil Kurumu sözlüğünde esfeli safilin deyimi arandığında önce safili kelimesine ulaşılmaktadır. Peki Kur'an'da esfele sefilin hangi surede ve ayette geçiyor? Tin Suresi, 5.-6. Ayetlerde geçmektedir;
“Sonra onu aşağıların aşağısına indirdik. Ancak iman edip dünya ve ahiret için yararlı işler yapanlar başka; onlar için kesintisiz bir ödül vardır.”
Yüce Allah (c.c.), biz Müslümanları izzet (itibar) üzere olan kullarından eylesin… Amin
Gören Göz – 21/2: Kanaat
Zamanın birinde, ilim ehli bir âlimin karşısına bir dilenci çıkar ve “Ne olur bana yardım et!” diye yalvarır. Âlim ise sırf ona bir ders vermek amacı ile; “Sen zaten zenginsin, ben sana hiçbir şey veremem ki!” der. Dilenci şaşkın bir halde “İnanın efendim, benim (gerçekten) hiç bir şeyim yok!” diyerek boynunu büker. Âlim “Madem sen fakirsin gel seninle bir anlaşma yapalım!” der ve “Ben sana elli akçe versem, sen de bana sağ gözünü verir misin?” diye sorar. Dilenci “Hayır kesinlikle bunu kabul edemem!” der. Âlim, “Öyleyse elli akçe daha vereyim, o zaman bana öteki gözünü de verir misin?” deyince, dilenci daha çok öfkelenip “Sen benimle alay mı ediyorsun be adam! Bir o kadar ve hatta daha da fazlasını versen de böyle bir teklifi asla kabul etmem!” der.
Daha sonra, âlim “Şimdi ne kadar zengin olduğunu anladın mı?” deyince, dilenci hıçkıra hıçkıra ağlayarak verilen dersi alır ve Rabbinin verdiği nimetlere kanaat etmenin en büyük zenginlik olduğunu anlar. Muhakkak ki, kanaatin sahasına inen bir kimse, kanaatin (sahibinin yani Allah’ın) himayesindedir. Kanaatin himayesinde olan kişi de, en güzel nimetlere mazhar olacaktır. Hz. Muhammed (s.a.v.) (bir hadisinde) şöyle buyuruyor;
“Zenginlik fazla maldan ileri gelmiyor. Ancak zenginlik (varsa, o da), nefis (gönül) zenginliğidir!”
Yüce Allah (c.c.), biz Müslümanları bilinçli ve verilen nimetlere kanaatkâr olan kullarından eylesin… Amin!
Gören Göz – 21/3: Takva Nedir?
Takva; kelime anlamı olarak, “korunma” ve “sakınma” demektir. Bazı din âlimleri, takvanın, doğrudan doğruya dindarlıkla eşdeğer olduğunu iddia etmektedirler. Bu makaleyi hazırlarken, yaptığım araştırmalarda ve Kerim Kitabımızın öğretileri doğrultusunda, bu tespitin isabetli olduğu anlaşılıyor.
takva = İçten Müslümanlık
takva = Müslümanlıkta samimiyet
takva = Müslümanlıkta örnek olmak
takva = Hakiki dindarlık
“…İşte o Kitap. Şüphesiz, takva sahiplerini hidayete erdiricidir. O takva sahipleri ki gaibe iman ederler, namazı dosdoğru kılarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda infak ederler. Onlar, sana gönderilene (Kur’an’a) ve senden önceki peygamberlere gönderilene de iman ederler ve ahirete de kesinlikle inanırlar. İşte böyle kimseler, Rablerinden gelen bir hidayet (bir nur) üzerindedirler. Mutluluk ve kurtuluşa kavuşanlar da onlardır…” (Bakara Suresi, 2.,3.,4. ve 5.Ayetler)
Buradan şu sonuçlar çıkmaktadır;
1-Takva sahipleri, her şeyin Allah’tan dolayı olduğuna inanırlar ve sabrederler.
2-Takva sahipleri, mutlak bir Allah ve ahiret inancına ve (dahi) Allah korkusuna sahiptirler.
3-Takva sahipleri, namazlarını dosdoğru (ve huşu ile) kılarlar.
4-Takva sahipleri, geçimleri dışındakilerini (çekinmeden) Allah yolunda harcamaktan kaçınmazlar.
5-Takva sahipleri, bir iç-huzur ve iç-aydınlanma (nur) ile şereflendirilirler.
Yüce Allah (c.c.), biz Müslümanları takva sahibi olan kullarından eylesin…Amin!
Gören Göz – 21/4: Gıpta ve Haset
“Hasetten sakının; zira ateş odunu nasıl yerse, haset de iyilikleri öylece yer!” (Ebu Hureyre ,r.a.)
Haset, başkasının sahip olduğu nimeti çekememek, kıskanmak, yok olmasını veya zarar görmesini istemektir.
Gıpta (imrenmek) ise, haset gibi değildir. Çünkü gıptada, başkasının sahip olduğu nimetin yok olmasını yada zarar görmesini isteme arzusu yoktur. Aksine, eşin, dostun veya bir başkasının sahip olduklarına, sadece imrenmek vardır. Bireyin kendisinde de güzel imkânlar bulunması -kimseyi kıskanmadan ve yermeden istemesi- vardır. Bu bakımdan haset, haram olduğu halde, gıpta mubahtır hatta arzu bile edilebilir. Hz. Peygamberin (s.a.v.), hasetle ilgili (yukarıda verilen hadisten) başka hadisi de şöyledir;
“Âdemoğullarının cümlesi kıskançtır. Ama dil ile söylemedikçe veya el ile yapmadıkça (işlemedikçe ve ileri gitmedikçe) hiçbir kıskanca, kıskançlığı zarar vermez!”
“Muhakkak ki Allah, takva sahibi olanlar ve hep güzellik yapanlarla beraberdir!” (Nahl Suresi,128. Ayet)
Yüce Allah (c.c.), biz Müslümanları kıskançlığı, kendisine ve çevresine zarar vermeyen (haset içermeyen) kullarından eylesin… Amin!
Gören Göz – 21/5: Asr-ı Saadetten, Asr-ı Rezalete!
Yukarıdaki başlık eğer bir soru olsaydı, yanıtı çok kolay olurdu! Eğer, bizim için yaratılmış ve içerisine her türlü nimetleri konulmuş şu dünyadaki insanları Allah’ın bir kulu, Müslümanları da kendimize kardeş bilebiliyorsak problem yok! Yok eğer bu anlayışımızda bir farklılıklar var ise, o zaman büyük bir problem var demektir.
Bizi burada ilgilendiren yaklaşım, Müslüman’ın bir diğer Müslüman’ı gerçek kardeş görebilmesindedir. Oysa günümüz de, bırakın kardeş görmeyi, “tehlikeli (sakıncalı) görmek” gibi, korkunç hatalara düşmekteyiz. Bu iddialı tezimi, basit bir örnek ile ispatlamak isterim. Yollarda uzun yürüyüşler yapan birisi olarak, hemen hemen hiç kimsenin, bir başka Müslüman’ı gördüğünde selamlaştığına tanık olamıyorum. Üstelik bu, beni çok da üzmekte. Evet, ne yazık ki, bu tespitim doğru. Oysa yüce dinimizde “selam”; “benden sana zarar gelmez! Esenlikte ol !” demek olsa da, günümüzde ise “selam”; “şu selam verenin, benden bir çıkarı mı var !”a doğru gitmektedir. Hatta “bayram değil seyran değil, bu tanımadığım kişi, bana neden selam verdi ?” anlayışına kadar varmaktadır ki, zaten tehlikeli ve zor olan (ve kabullenmesi çok zor olan) anlayış da budur.
Allah’ın izni ile namaza başladığım yıllarda, hatta daha düne kadar bile, cemaatle namaz kıldığımda, sağımdaki ve solumdaki Müslümanların, kollarını çok açarak beni sıkıştırmaları çok rahatsız ediyordu. Oysa birçok camide, “namaz kılma adabı” olan bu “toparlanarak namaz kılma” ve bu şekilde yapılan ibadet, diğer Müslümanlara eza (sıkıntı) vermemek ve huşu ile namaz kılmak için olsa da, çok da uyanlara rastlamıyordum. Bunu defalarca da, imam ve tanıdık insanlarla tartışıyordum. Şüphesiz bana hak veriyorlardı. Ancak, teori ve olması gereken ile pratikte olanlar uyuşmuyordu. Bir yerde bir hata veya birkaç hata yada yanlış vardı! Bu yanlışın tarafımdan da işlendiğini görünce, artık bu kol açma ve rahatsız etme davranışını aşmış durumdayım. Çünkü yanımda namaz kılan Müslüman’lar benim gerçek kardeşim gibi olunca ve (ben de) bunu kabullenince, rahatsızlığım ortadan kalktı ve hatta hoşuma da gider oldu. Belki de, yanımdaki güzel insanların pozitif elektriği bana geçer oldu, bilemiyorum…!
Sonuç olarak; asrımızın, sevgili peygamberimizin (s.a.v.) asrı gibi olması, tabi ki mümkün değildir ve bu beklenemez de! Ancak, tüm sosyal problemlerimizi, sırf birbirimizi gerçek kardeş görerek çözümleyebiliriz. Bu da bizi asr-ı saadete götürmese bile asr-ı rezaletten geri bıraktırır…
Yüce Allah (c.c.), biz Müslümanları, şefaatiyle kucakladığı ve doğrudan cenneti ile mükafatlandırdığı şanslı kullarından eylesin… Amin!
Gören Göz – 21/6: Bile Bile Yanmak!
Hiç düşündünüz mü! Bir fani için yananlar ve tutuşanlar kim (ler) olabilir?
1.si; (gözü dönmüş) bir aşık olabilir!
2.si; (fedakar) bir anne olabilir!
3.sü; (ümmeti için yanıp tutuşan) Peygamberimiz (s.a.v.) olabilir!
4.sü; (cehennem ateşine düşmeyelim diye) yüce Allah (c.c.) olabilir!
Yüce Allah (c.c.), biz insanlara aklımızı, yanlış işlerde kullanmamak için vermiştir. Yoksa, akılsız yarattığı ve sadece yüce Allah (c.c.)’a yönelen ve rızıklandırdığı bir hayvan olarak da yaratabilirdi ! Yada motomot emirlerini yerine getirmek üzere yaratılan “bir melek” yada (diğer bizim henüz niteliklerini keşfedemediğimiz) “bir nurani varlık” olarak da yaratabilirdi! Bu O’nun için ve problemsiz bir evren (kainat) varlığı için de kolay olurdu. Bize bahşedilen bu harika aklı, doğru işlerde kullanalım ki; bile bile yanmayalım ve kendimizi de yakmayalım!
Yüce Allah (c.c.), biz Müslümanları sadece yüce Allah’ın emirleri için yanıp tutuşan kullarından eylesin… Amin!
(NOT: Yirmibirinci bölümün sonu…)