Baha YILMAZ'ın 2 Ocak 2024 tarihli yazısı: Tanrı Krallar Ölmemiş miydi?
Ortaokul yıllarımdı, tarih dersi en sevdiğim dersler arasındaydı. Muhtemelen tarih hocamızın anlatım tekniklerinin bu sevgide büyük bir payı vardı. Bir sözünü hiç unutmadım: Tarih tekerrürden ibarettir. Sanırım haklıydı.
Yazımın başlığında geçen tanrı-kral kavramının karşılığını ifade ederek başlayalım meramımı anlatmaya. Çeşitli kaynaklarda küçük farklılıklarla tanımlamalar var ama ortak bir tanım isterseniz. Gücünü tanrıdan alan, onun yeryüzündeki temsilcisi olan, halkının; hem ölümlü oldukları dünyanın taleplerini ilettikleri, korunmalarını sağlayan, düzeni bir kaos içine girmeden yöneten kişi, hem de halkının; umutları, gelecek kaygısıyla dualar ettiği, ölümlü dünyanın sonrası için ritüellerle ibadet ettikleri tanrılarıydı, tanrı-krallar. Bu tanımda geçen kaos kelimesi sıradan bir kelime değil aslında. Yazımızın ilerleyen bölümlerinde sıkça tartışacağız kaosu.
Burada sorulması gereken birkaç sual var. Kralları tanrı kral olmaya iten şey neydi? İkinci soru ise, geleneksel tapınım ve geleneksel krallık anlayışının nasıl kutsal krallık anlayışına evrildiği sorusudur. İlk sorunun cevabını hemen verelim. Egemenlik ve elde ettikleri egemenliği paylaşmak istememeleri olarak söyleyebiliriz. Ancak egemenliği biraz daha irdelemekte fayda var.
Kaosu Sevmeyen İnsanoğlu
Thomas Hobbes’a göre ise eşitlikten güvensizlik doğar yani iki kişi aynı anda sahip olamayacakları bir şeyi arzu ederse birbirine düşman olur. Yani kaos doğar. İnsanlar esas olarak varlığını korumak ve bazen de sırf zevk almak olan amaçları uğruna birbirini yok etmeye veya egemenlik altına almaya çalışırlar. Hiçbir yurttaş bir kaos ortamında yaşamak istemez. Eğer söz konusu olan düzen karmaşık ve kötü ise önemli bir ilişkiyi bize işaret eder. Yani kaos ve kaosa son veren/verebilecek kral ilişkisini gösterir. Bugün bu ilişkinin karşılığını lider olarak görebiliriz.
Bizim kültürel ve devlet geleneğimizde bir kavram vardır: “Devlet, ebed müddet” Aslında bu kavram sadece bizim için geçerli değildir. 1500’lü yıllarda yaşamış Tarihçi ve Hukukçu Jean Bodin; Krallığın sonsuz olmasıyla ilgili olarak, egemenliğin ölümsüz ancak egemen kişinin ölümlü olduğunu, bu anlayışın modern devlet kurumsallaşmasının temelini oluşturduğunu söyler. Kısacası ölümsüz ve sonsuz güçteki tanrının altında ‘ölümlü tanrı’ toplum düşüncesinde yaratılmış olur. Ölümlü tanrı dediğimiz kişi kraldır ve kral asla gücünü devretmez. Elindeki gücü kendi ‘hanedanı’ aracılığıyla sürekli kılmaya çalışır. Çünkü kutsal krallık yani devlet ölümsüzdür.
Kahraman Kraldan Tanrı Krallığa: Büyük İskender
Tanrı Krallar sadece Mezopotamya’da ya da Antik Mısır’da mı görüldü? Tabii ki hayır. Antik Yunan’da ya da medeniyet ve devlet düzeni adına öncü hatta rol model olmuş Roma’da da görüldüler. Size çok meşhur bir tanrı kral ismi vereyim: Büyük İskender. Büyük İskender’in Tanrı krallığa geçişi daha doğrusu kendini bir tanrı olarak görmeye başlaması Pers İmparatorluğu karşısında elde ettiği zafer sonrasına denk gelir. Halkının gözünde bir kahraman olan İskender’in tanrı-krallığa geçişi çok zor olmasa gerek. Burada kahraman ve kahramanlık kavramlarının bir kenara not edilmesi lazım. Çünkü yazımızın ilerleyen bölümlerinde bu kahramanlık kavramını oldukça sık kullanacağız.
İmkansızı Başaran Kahraman Kültü
Büyük İskender’in tanrısal kişiliğiyle ilgili bir hikâye anlatılır. Hikâye Hindistan’da geçer. İskender, Hindistan Seferi sırasında çıplak filozofları toplar ve her birisine farklı sorular sorar. En kötü cevabı verecek olan filozofun öleceğini söyleyerek yedinci sıradaki filozofa bir insanın nasıl tanrılaştırılacağını sorar. Filozof İskender’e insanın ancak başka bir insanın yapamayacağı bir şeyi yaparak tanrılaşabileceğini söyler. Bu cevap İskender için yeterli olur ve İskender filozofu serbest bırakır. Hiç kuşkusuz İskender sadece on yılda bilinen dünyanın büyük bir kısmını fethederek, yaptığı savaşlar, kazandığı zaferlerle ve yarattığı sentez kültürle bir insanın/ölümlünün yapamayacağı bir şeyi başarmıştı. Yani diğer bir deyişle imkansızı başarmış bir ölümlüydü. Böyle bir ölümlünün antikçağ insanının gözünde tanrılaştırılması ve onun tanrıdan geldiğine inanılması belki de kaçınılmazdı. O tüm başardığı inanılmaz hadiselerle bir kahramandı ve tanrı krallığı hak edebilirdi.
Tanrı kralların bir özelliği de Tanrının yeryüzündeki temsilcileri olduğunu biliyoruz. Bu temsilcilik makamının en önemli görevi dinin korunması ve kollanmasıdır. Bu yüzdendir ki; Tanrı kralların bir görevi de “tapınak inşa etmeleridir”. Bu görev krala yüklenen dinsel misyonun açık göstergesidir.
Peygamberler Tanrı Krallara Karşı
İnsanlık sınırsız egemenlik talebinde bulunan, istediğini yapan bu tanrı krallara karşı hiç de sessiz ya da tepkisiz kalmadı. Belki de en belirgin savunma ya da direniş hattını tıpkı tanrı kralların gücünü tanrıdan alması gibi Tanrının yeryüzündeki kurallarının ve ahlaki değerlerinin temsilcisi olan peygamberler üzerinden gerçekleştirdi. Firavunun zulmüne direnen Hz. Musa, bir tapınak çevresinde öbeklenmiş Yahudi egemenlerin karşısına çıkan Hz. İsa ya da Kureyş egemenlerinin oluşturduğu adaletsiz ve kölelik düzenine duran, Hz. Muhammed’i hatırlayalım. Peygamberler sadece bir din tebliğiyle sorumlu olmadılar. Adaletsizliği, eşitsizliği, köleliği kaldırmayı vaat ettiler. Biraz sier okumuş herkes bunu görebilir. Vaatleri için mutlak egemenlerin egemenliklerini yıktılar.
Türkiye’nin Tanrı Kralları Kim?
Maalesef biz insanoğulları kaos ortamında yaşayamıyoruz. Bu kaosu hukuk ve nizamla ortadan kaldıramadığımız zaman, bu kaosu düzelteceğine inandığımız liderleri ya da kahraman olduğunu düşündüğümüz kişilikleri kutsallaştırma eğilimindeyiz. Biraz önce söylediğim gibi. Tanrı krallığa giden taşlı yolun ilk adımları kahramanlaştırmaktan geçiyor. Bugün tıpkı pek çok uygulamaları tartışmaya açık Abdulhamid, Kanuni Sultan Süleyman gibi isimleri her fırsatta kutsala doğru çekiyoruz. Ancak çok daha tehlikeli bir süreci yaşadığımızı görüyoruz. Yaşadığımız günlerin zorlukları, hukuktan, adaletten umudunu kesmiş büyük kitlelerin kendilerine tanrı krallar üretmek isteyen davranışlarına şahit oluyoruz. Çünkü bu kaostan çıkmanın ya da adaletsizliklere son verecek olanın kurumlar ve ilkeler değil liderler olacağına inanmak istiyoruz. Çünkü bir liderin; bir gün, her şeye rağmen bizi kurtarabileceğini düşünüyoruz.
Tanrı Kral Atatürk’e Karşı Tanrı Kral Erdoğan
Toplumumuzun ikiye bölünmüş olması bir tarafta seküler, laik bir kesimin tanrı kralı olarak öne çıkarttığı Atatürk figürünü işaret ederken, diğer tarafta dindar, muhafazakâr kesimin tanrı kralı olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı gördüğünü müşahede ediyoruz. Bir taraf Atatürk’ün ne kadar kahraman bir kişiliğe sahip olduğunu, aldığı kararların, söylediği sözlerin hatta o olmasaydı bugün başımıza gelecekleri ifade ettiğini, menkıbeler yazdığını görüyoruz. Diğer kesim ise hiç de geri kalır yanı olmadan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dinin koruyucusu olduğunu hatta kimi toplantılarda bazı taraftarların onun daha fazla yaşaması için çocuklarının hayatlarını ona bağışlayabileceğini duyuyoruz. Bu süreç çok tehlikeli bir yol ayrımına bizi götürebilir. Şunu kaçırdığımız apaçık belli; her iki lider de bu ülkenin kendi bünyesinden ortaya çıkardığı liderler. Uygulamaları tartışmaya açık liderler. Her kararlarının mutlak doğru olarak lanse edilmesi bizlere daha kötü günlerin habercisi olabilir.
Çaresizliğin Ürettiği Arayış: Tanrı Kral
Yaşadığımız zorluklardan çıkış üretememek bizi tanrı kral arayışına yönlendiriyor olabilir. Ancak bu arayış hem kendi geleceğimize hem de bu liderlere karşı yapılmış en büyük kötülük. Yaşadığımız çağın iletişim çağı olduğunu biliyoruz. Egemenliği elde tutmak istemiyor ve bu egemenlik için her yolu mübah görerek her türlü propagandaya başvurmak bu tanrı kral arayışını körüklüyor ve besliyor. Maalesef dolandırıldığında mahkemelere değil Cumhurbaşkanı Erdoğan’a koşan sporcuları görmemiz ya da faizin haram olduğunu ifade ettikten sonra faizin yükselişine ses çıkarmayan bir lidere şahit olduğumuzda aslında toplumumuzun artık bir tanrı kralı olduğunu görüyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki ancak tanrısal olan sorgulanamaz.
İşin bir diğer vahim tarafı ise biraz önce belirttiğim gibi ölmüş bir liderin mevcut tanrı krala karşı tanrısallaştırılarak karşısına konmasıdır. Oysa Atatürk’ün geçmişteki uygulamalarına bakıldığında, tek partinin sert uygulamalarını, din ve ifade özgürlüğünün askıya alınmasını, ekonomide devlet tahakkümünü hatta sivil topluma keyfi müdahalelerini görüyoruz. Her iki lider içinde düşünmeden, tartışmadan ön yargıları besliyor, idealize ediyoruz. Onları kutsallaştırarak en büyük kötülüğü yapıyoruz. Her iki lider için de tartışmanın yasak olduğu kutsal alanlar üretiyoruz. Bu alanlara giren herkesi hain ya da kafir ilan ediyoruz.
Tüm bu yaşadıklarımızın ışığında görüyorum ki; Evet ortaokuldaki tarih hocam haklıydı. Tarih tekerrürden ibarettir.