Betül DEMİR'in 5 Eylül 2024 tarihli yazısı: Yalnızlaşıyor muyuz?

Yalnızlaşma meselesi üzerine çok fazla konuşuyoruz son zamanlarda, değil mi? Herkes, her köşede bu konuya bir değiniyor, bir kafa yoruyor. Peki, gerçekten yalnızlaşıyor muyuz? Yoksa bu sadece yeni bir çağın, yeni bir normali mi? 

Öncelikle şunu sormak lazım: Yalnızlık dediğimiz şey tam olarak ne? Sosyal medyanın hayatımızın her anını kapladığı, sürekli birileriyle bağlantıda olduğumuz bir dönemde yaşıyoruz. Ama işin garip tarafı, bu kadar "bağlı" olmamıza rağmen, kendimizi bazen daha da yalnız hissediyoruz. İlginç değil mi? Belki de eskiden bu kadar çok seçenek yoktu, o yüzden bu yalnızlık duygusu bu kadar yüzeye çıkmıyordu. Aileyle, mahalleyle, arkadaşlarla vakit geçirir, fazla sorgulamazdık. Şimdi ise her an herkesle konuşabiliyoruz ama sanki kimseyle tam anlamıyla konuşamıyoruz. 

İlk olarak, yalnızlık kavramını netleştirmekte fayda var. Yalnızlık, sosyal medyanın her köşede yer aldığı bu çağda, anlamını yeniden kazanıyor. Birçok insan, sürekli bir bilgi akışının ve bağlantının içinde olmasına rağmen, kendini derin bir yalnızlık içinde bulabiliyor. Sosyal medya üzerinden kurulan bağlantılar, yüzeysel bir etkileşim düzeyine çekilmiş durumda. Bu da, gerçek anlamda insan ilişkilerinin eksikliğini hissettiriyor olabilir. 

Eskiden, insanlar daha az seçenekle karşı karşıyaydı ve sosyal etkileşimleri daha yerel ve sınırlıydı. Aileyle, mahalleyle, arkadaşlarla geçirilen vakitler, sosyal ilişkilerin temelini oluşturuyordu. Bu ilişkiler, kişilerin kendilerini bağlı hissetmelerini sağlıyordu. Ancak, dijital çağın getirdiği sonsuz bağlantı seçeneği, bu derin bağların yerine yüzeysel ve geçici etkileşimler sunuyor. Bu geçici bağlantılar, duygusal anlamda tatmin edici olmaktan uzak olabiliyor. 

Sosyal medyada paylaşılan görüntüler, başarı hikayeleri ve sürekli aktif olunma hali, bireylerin kendilerini eksik ya da yalnız hissetmelerine neden olabilir. Bu durum, insanların gerçek hayattaki ilişkilerini sorgulamalarına ve bu ilişkilerden yeterince tatmin olup olmadıklarını düşünmelerine yol açıyor. Bir fotoğrafın altındaki beğeniler veya yorumlar, gerçek bir insan bağlantısının yerini tutmuyor. Bu yüzden, yüzeysel bağlantılar, derin bir yalnızlık duygusunu gizleyebilir. 

Dijital dünyanın sunduğu avantajlar ve kolaylıklar, hayatımızı her açıdan kolaylaştırsa da, bu durumun getirdiği dezavantajlar da göz ardı edilemez. Gerçek insan bağlantılarının yerini, dijital etkileşimler almış olabilir, ancak bu etkileşimler genellikle yüzeysel kalıyor. Derin bir anlayış, empati ve gerçek duygusal destek arayışında olan bireyler, bu durumun yarattığı yalnızlık hissini daha fazla hissedebiliyorlar. 

Bu bağlamda, yalnızlaşma meselesi, sadece dijital çağın bir yan etkisi olarak değil, aynı zamanda toplumsal ve bireysel dinamiklerin de bir yansıması olarak ele alınabilir. İnsanlar, kendilerini daha iyi ifade edebildikleri, daha anlamlı ilişkiler kurabildikleri ortamlara ihtiyaç duyuyor. Sosyal medyanın sunduğu bu bağlantılar, bu ihtiyacı karşılamakta yetersiz kalıyor olabilir.