Sedat SADİOĞLU'nun 3 Ağustos 2023 tarihli yazısı: Yanı Başımızdaki Güzellikler ve Tehlikeler
Gören Göz – 27/1: Komşuluğun Önemi
Komşuluğun önemi, komşuların gözetilmesi, önemi, toplumsal değeri gibi, birçok konulara değinen hadis ve ayetler vardır. Burada, bilinen hadisler yerine, (daha önce az duyulmuş) ders verici, İbn Hazm ez-Zahiri hazretlerinin çarpıcı bir deyişini vermek ve değerlendirmelerinize sunmak istiyorum;
“ Bir mahallede (eğer) birisi açlık nedeniyle ölürse, o mahallenin hepsi suçlu* sayılır! ”
(*)Açıklama: İbn Hazm, orijinal deyişinde, suçluları, ağır bir dille “katil” olmakla da suçlamaktadır.
İbn Hazm ez-Zahiri kimdir?: Hicri 384, Miladi 994 yılında Endülüs'ün meşhur şehri Kurtuba'da dünyaya geldi. İbn Hazm, soy bakımından Kureyşli olmasına rağmen Endülüs'te yaşadığı için Endülüsî olarak tanınır. İbn Hazm, hadis ilimlerinde ve fıkıhta otoriteydi, Kitap ve Sünnet’ten hüküm çıkarma gücüne sahipti.
Tarihçilerin belirttiğine göre İbn Hazm’ın en önemli özelliklerinden birisi geçmiş büyük âlimlerde kusurlar bulması ve onları eleştirmesiydi. "Haccac'ın kılıcı ne ise, İbn Hazm'ın dili de odur!" sözü şöhret bulmuştur. Büyük imamları eleştirdiğinden dolayı çağdaşları tarafından yoğun bir hücuma uğramış, sapıklıkla nitelendirilmiştir. Görüşlerini ve eserlerini kabullenmeyen âlimler, sultanları ona karşı uyarmışlar, onun görüşlerini almayı ve yanına yaklaşmayı halka da yasaklamışlar. Bütün bunlardan dolayı sultanların hışmına uğrayan İbn Hazm, birçok işkencelere ve sürgünlere maruz kalmıştır. Kitapları yırtılmış, parçalanmış, hatta meydanlarda yakılmıştır. Daha sonraları Şafii fıkhına yönelmiş ve Zahiri mezhebinin koyu bir taraftarı olmuş ve bu konuda kitaplar yazmıştır. Aşağıda, komşulukla ilgili bir ayete yer verilmiştir;
“……sonra babaya, anaya, akrabaya, öksüzlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, arkadaşa, yolda kalmışa….iyilik yapın. Allah, kuruntulu ve övünen (kullarından) hiçbirini sevmez! ” (Nisa Suresi, 36.Ayet)
İki Hadis :
İbn-i Abbas’dan (r.a.) işitildiğine göre, İbn-i Zübeyr’e haber vererek şöyle demiştir: Peygamber (s.a.v.)’in şöyle dediğini duydum;
“ Komşusu aç olup da karnını doyuran (tok olan) Mümin kimse, (bizden yani Müslüman) değildir! ”
Yüce dinimiz İslâmiyet’e göre, komşunun komşu üzerinde hakları vardır. Dinimiz komşuluk hakkı üzerinde çok durmuştur. Hz. Ayşe (r.a.)’den rivayet edilen (meşhur) bir hadiste, Resüllullah (s.a.v);
“ Cibril (Hz. Cebrail) bana komşu hakkını o kadar çok tavsiye etti ki, neredeyse komşuyu komşuya vâris(-çi) kılacak zannettim! ”
Yüce Allah (c.c.), biz Müslümanları akrabalarına, yakınlarına, komşularına ve toplumuna sahip çıkan kullarından eylesin…Amin!
Gören Göz – 27/2: Gerçek Bir Kıssa
Cebrâil aleyhisselâmın, şekline girdiği sahabe: Hz. Dıhye (Dıhye-i Kelbî), (r.a.)
Dıhye-i Kelbî; ticâretle meşgul olup çok zengindi. Kelbi Kabîlesinin reisiydi. Kabilesi sebebiyle, Dıhye-i Kelbi diye çağrılırdı. Asıl adı, Dıhye Bin Halife’dir. Müslüman olmadan önce de Resûlullah efendimizi severdi. Ticaret için Medîne’den ayrılır, her dönüşünde Resûlullahı ziyâret eder ve hediyeler getirirdi. Fakat Peygamberimiz bunlara kıymet vermez ve; “Yâ Dıhye, eğer beni memnun etmek istiyorsan îmân et! Cehennem ateşinden kurtul!” buyurur, onun îmân etmesini isterdi. Dıhye ise, daha zamanı olduğunu söylerdi. Peygamberimiz onun hidâyet bulması için duâ ederdi. Kısa bir süre sonra da (örnek bir) Müslüman oldu.
Bir Olay: Hz. Cebrail’in Hz. Dıhye’nin Kılığına Girmesi;
Günlerden birgün Cebrâil aleyhisselâm, Hz. Dıhye sûretinde Mescid-i Nebîye, Resûlullah efendimizin (s.a.v.) yanına geldi. Bu sırada daha çocuk yaşta olan Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin de mescitte oynuyorlardı. Cebrâil aleyhisselâmı Dıhye zannedip, hemen ona doğru koştular ve ceplerine ellerini sokup, bir şeyler aramaya başladılar. Resûlullah efendimiz (s.a.v.) (durumu bildiği için şöyle ) buyurdu ki;
“Ey kardeşim Cebrâil! Sen benim bu torunlarımı edepsiz (arsız) zannetme! Onlar seni Dıhye sandılar. Dıhye ne zaman gelse hediye getirirdi. Bunları öyle alıştırdı!”
Cebrâil aleyhisselâm bunu işitince üzüldü. “Dıhye bunların yanına hediyesiz gelmiyor da, ben nasıl gelirim!” dedi. Elini uzatıp Cennetten bir salkım üzüm kopardı ve Hz. Hasan’a verdi. Bir daha uzattı, bir nar koparıp, onu da Hz. Hüseyin’e verdi.
Hz. Hasan ve Hüseyin hediyelerini alınca, Dıhye zannettikleri Cebrâil aleyhisselâmın yanından uzaklaştılar ve Mescid-i Nebevî’de oynamaya devam ettiler. Bu sırada mescidin kapısına, ak sakallı, elinde baston, toz-toprak içerisinde, beli bükülmüş ihtiyâr bir kimse gelip dedi ki: “Yavrularım! Günlerdir açım, Allah rızâsı için yiyecek bir şeyler verin!” Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin, biri üzümü, diğeri de narı yiyecekleri sırada, ihtiyârı böyle görünce, hemen yemekten vazgeçip ihtiyâra vermek için mescidin kapısına doğru yürüdüler. Tam verecekleri sırada Cebrâil aleyhisselâm (durumu) gördü;
“ Durun, vermeyin o mel’ûna! O Şeytandır! Cennetin nimetleri ona harâmdır! ” buyurarak, ihtiyar kılığına girmiş olan şeytanı kovdu.
Başka bir kıssa: (Kureyza’ya Giden Hz. Dıhye)
Hicretin beşinci senesinde Resûlullah (s.a.v.), Benî Kureyza’ya sefere çıkmadan önce Medîne’nin yakınında bir mevki olan Savreyn’de, Eshâb-ı Kirâmdan bir cemâate rastladı. Onlara; “Yolda kimseye rastlamadınız mı?” diye sordu.
“Yâ Resûlallah, biz, Dıhye-i Kelbî’ye rastladık. Eyerli beyaz bir katır üzerine binmişti. O katırın üzerinde atlastan bir kadife vardı” Bunu işitince, Resûlullah efendimiz (s.a.v.) buyurdu ki;
“O (gördüğünüz) Cebrâil’dir. Kalelerini sarssın ve kalplerine korku versin diye, Dıhye’nin kılığında Kureyza’ya gönderildi!”
Yüce Allah’ım! Biz Müslümanları, Muhammed Mustafa (s.a.v.) hürmetine, bu dünyada taat ve takva yolundan şaşırtma! Ahirette de didârını ve cemalini bizden gizleme...Amin!
Gören Göz – 27/3: Şeytana Uymak!
İnsan; nasıl olur da kolayca şeytana uyar? Bunu ‘hataya düşmek’ olarak algılasak da, o zaman aklı olan insan, nasıl bilerek hataya düşer? Veya aklı başında bir insan nasıl kolayca hata yapar?
Şeytan; dünya üzerinde öyle bir imparatorluk ve egemenlik kurmuştur ki, melek sayısı kadar şeytan vardır. ‘Her meleğin karşısında mutlaka bir şeytan vardır’. Bu, ‘her iyiliğin karşısında mutlaka bir kötülük vardır’ demektir. Şeytanlara, ister çoğalmış kopyaları, ister benzerleri, ister karşılıkları deyin, evrene yayılmış sayısız şeytan vardır.
Esasen, her insan doğduğunda bir şeytanla doğar. Şeytan, o kişi için otomatik olarak görev alır ve içine yerleşir. Şeytan ölene kadar o insanı analiz eder, zayıflıklarını çok iyi bilir, beyninde dolaşıp kafasını karıştırır. Gerektiğinde damarlarında dolaşıp onu heyecanlandırır ya da duygularını yükseltir. Onu sürekli doğru yoldan nasıl çıkartacağını düşünür durur ve hep zayıf anını kollar.
Not : Nisa Suresinin, 38. Ayetindeki açıklama da bu şekildedir.
Bazen duyarız, ‘Hiç aklımda yoktu! Birden şeytana uydum!’ diye. Aslında, şeytana birden uyulmaz, şeytan zaten kötü yollara uymak için bize altyapıyı hazırlar. Aksi halde bizim birden hataya düşmemiz, mantık dışı durumları istememiz, bilerek suç işlememiz ve yine bilerek yanlışlıklar yapmamız, başka nasıl açıklanabilir ki?
Bir de şeytanların başı vardır, ‘baş şeytan’. Baş şeytan, her insan için birden fazla şeytan görevlendirebilir, bu onun için çok kolaydır. Unutmayalım ki şeytanın işi budur ve insanı doğru yoldan çıkarmak için kıyamete kadar Allah’tan izin almıştır.
“ Gerçek şudur ki, (gerçekten) iman edenler ve Rablerine güvenip dayananlar üzerinde şeytanın hiçbir hakimiyeti yoktur! ” (Nahl Süresi, 99. Ayet)
“ Allah onu lanetlemiş, o da şöyle demişti: “ Celâlin hakkı için kullarından belirli bir kısmını alacağım. Ve mutlaka onları saptıracağım ve her durumda onları kuruntulara düşürüp, olmayacak kuruntularla aldatacağım. Mutlaka onlara emredeceğim de hayvanların kulaklarını yaracaklar ve yine mutlaka onlara emredeceğim de Allah’ın yarattığını değiştirecekler!” “Ve her kim Allah’ı bırakıp şeytanı dost edinirse, şüphesiz açıktan açığa bir zarara düşmüştür!” Şeytan onlara vaadde bulunur, kuruntu ve ümitlere düşürür. Fakat şeytan onlara kuru bir aldatmadan başka ne va’ddeder? İşte onların varacakları yer cehennemdir…….” (Nisa Suresi, 118.,119. ve 120.,121. Ayetler)
“ Ey Rabbimiz! Bizi doğruya ve güzele yönelttikten sonra kalplerimizi bozup eğriltme ve bize katından bir rahmet bağışla. Sen, yalnız sen Vahhâb'sın! (bol bol bağışta bulunansın) ”…Amin! (Ali İmran Suresi, 8. Ayet)
Gören Göz – 27/4: Tarihi Geçmiş İlaçlar
Bir takvim yaprağının arkasında okuduğum ve çok etkilendiğim bir tespiti, aşağıda değerlendirmelerinize sunmak istiyorum;
“Diğer dinler, tarihi geçmiş ilaçlar gibidir. Onlar fayda veremeyeceği gibi, tam tersine zarar vericidirler!” (Semerkand, 2014 Takvimi)
“Şu anda bir din kirlenmesi vardır. Mezheplerarası birlik ve dinlerarası diyaloglardan bahsedilmektedir. Bu ise, tarihi geçmiş ilaçları karıştırmak ve zehirli bir durum ortaya çıkartmak gibidir. Unutmayalım ki, bu zehirlenmenin panzehiri (tedavi edici ilacı) sadece İslâm’dır. Aslında, dünyadaki tek din de İslâm dinidir!” (Yazarın Yorumu)
Yukarıdaki zehirlenmelerin bazıları ise, İnsanların;
- İçki, kumar ve diğer zararlı alışkanlıklardan (uyuşturucu gibi) vazgeçememeleri,
- Kadını, ticari bir mal olarak görmeleri ve (özellikle medyada) kullanmaları,
- Aşırıya (lükse) ve israfa kaçmaları,
- Haram, helal, günah ve sevap kavramlarını unutmaları,
- İyilik, yardım ve sevabın mahiyetini unutmaları ve
- Dünyadaki adaletsizlikleri görmezden gelmeleri… gelmektedir.
Yüce Allah (c.c.), biz Müslümanları İslâm dinine sahip çıkan ve gerekliliklerini yaşayarak uygulayan (bu haliyle diğer insanlara da örnek olan) kullarından eylesin… Amin!
(NOT: Yirmiyedinci bölümün sonu…)