Mert Can DUMAN'ın 26 Haziran 2024 tarihli yazısı: Aitlik ve Sahiplik Üzerine

Bu haftaki buluşmamızın başlığını okuduğunuzda siz değerli okuyucularımız bir farkındalık yazısına rastladığını falan düşünebilir; bu sıralarda benzerlerinden bir hayli fazla bulunan hayata dair klişe tavsiyelerin sıralanacağından endişe edebilir. Ama öyle bir planım yok. Sadece geçen hafta bir tüketici olarak serzenişlerimi paylaştığım gibi bu buluşmamızda da mavi gezegenimizin bir üyesi olarak olan bitene ilişkin serzenişlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Dünya üzerinde var olan her şeyle bir bütünüz. Doğanın bir parçası, evrenin sonsuz döngüsünde küçük bir noktayız. İnsanın diğer canlılardan farkı, çoğu zaman yanlış anlaşılıyor. Akıl sahibi olduğumuzu, hayvanlardan bu yönümüzle ayrıldığımızı söyleriz. Ancak bu, hayvanların akıldan yoksun olduğu anlamına gelmez. Onların da duyguları, hareket kabiliyetleri ve içgüdüleri var. İnsanı asıl ayıran, konuşma yeteneğimiz ve bu sayede kültür oluşturarak evreni bir bütün olarak kavrayabilme becerimizdir.

Evreni ve doğayı anlamak, ona ait olduğumuzu kabul etmeyi de beraberinde getirir. İhtiyaçlarımızı karşılamak adına doğayı kullanırız, bu doğaldır. Ancak günümüzde bu kullanımı bir sahiplik sanrısına dönüştürdük. Bu sanrı, doğaya zarar verme noktasına ulaştı. İnsan, doğanın sahibi değil, bir parçasıdır. Bu farkındalık, dünya üzerindeki varlığımızı daha anlamlı kılar.

Geçtiğimiz bayram tatilini antik kentlerde piknik yaparak geçiren tatilcileri düşündüğümde yüreğime ağrılar giriyor. Bin yıllara meydan okuyan antik kentlerde bulunan kalıntılar ne üzücü ki piknik masası niyetine kullanılıyor, üzerine çöpler bırakılıyor. Bu, aitlik duygusunun kaybolduğunun göstergesidir. Oysa ki, bu taşlar birer anı taşıyor; geçmişi, kültürü, insanlık tarihini barındırıyor. Onlara sahip çıkmak, bir kültürün parçası olduğumuzu hatırlatır. Bir diğer çarpıcı örnek ise Everest’in zirvesindeki çöplük. Dünyanın en yüksek noktasında bile, insan eliyle ortaya çıkarılan kirlilik, göz ardı edilemeyecek boyutlara ulaştı. İnsan, Everest’i bile fethetmiş olmanın gururuyla, arkasında bıraktığı çöplerle doğaya zarar vermekten çekinmiyor. Bu durum, doğaya ait olma bilincinden ne kadar uzak olduğumuzu gösteriyor. Doğanın sahibi olduğumuz sanrısıyla, onu tahrip etmeye devam ediyoruz.

Nefes alıp verdiklerini bildiğimiz, ancak konuşamadıkları için cansız sandığımız ağaçlar… Yapraklarını koparırken onların acı çekip çekmediğini düşünen var mı? Konuşamadıkları için yok olmaları gerektiğini düşündüğümüz hayvanlar… Bugünlerde onları hayattan koparmayı bile tartışabilmek yerine onların da canlarının yanabileceğini anımsayan insan, tabiat ve evrenle bütünleşmeyi başarabilir. İnsanın, sahiplik değil de aitlik duygusunu geliştirmesi, dünyayı daha yaşanabilir bir yer yapacaktır.

Sahiplik, kontrol ve otoriteyi; aitlik ise bağ kurma ve sorumluluk duygusunu ifade eder. Doğaya ve çevremize karşı geliştireceğimiz aitlik duygusu, bize hem kendimizi hem de dünyayı daha anlamlı kılar. Modern toplumun ve medeniyetin bir üyesi olarak bu yüzden, ait olduğumuz bu dünyaya, doğaya ve çevremize daha saygılı olmayı öğrenmekten başka çaremiz yok. Kâinat, onun sahibi değil de onun bir parçası olduğumuzu maalesef kimi zaman üzücü hadiselerle bize anımsatıyor. Bize düşen, her hareketimizde doğaya, çevreye, çevremize, diğer canlılara saygı göstererek her birinin bu kâinatın bir parçası olduğunu ve her birinin bu dünyada ayrı bir kıymeti olduğunu anımsamaktan geçiyor. Ancak o zaman dünya, çok daha yaşanılabilir bir yer olacak.

Güzel ve sağlıklı bir hafta geçirmeniz dileğiyle.