Mert Can DUMAN'ın 31 Temmuz 2024 tarihli yazısı: Nüfus Projeksiyonlarında Keskin Değişim
Son dönemlerde Türkiye’nin nüfusu üzerine tartışmaların gündemdeki yerini güçlendirmesinin en önemli sebebi ülkemizde doğurganlık hızının keskin bir düşüş eğiliminde olması. Aslına bakarsanız doğum hızındaki azalış sadece bizim ülkemize yönelik bir eğilim değil. Dünya Bankası verilerine göre 2000’li yılların hemen başında kadın başına 2,7 olan doğurganlık hızı 2,25 düzeyine kadar gerilemiş durumda. Ancak konunun ülkemiz için ayrı bir öneme sahip olmasının sebebi ise söz konusu hızın aynı dönemde ülkemizde 2,38’den 1,51’e gerilemesi ve doğurganlığın nüfusun yenilenme düzeyi olarak kabul edildiği 2,10 seviyesinin çok altında kalması.
15 Kasım 2022 günü 8 milyar eşiğini geçen dünya nüfusuna yönelik yapılan projeksiyonlar, dünya nüfusunun 21. yüzyılın ortasına kadar artışına devam edeceğine ancak sonrasında önce artış hızının azalacağına, daha sonra da nüfusun azalmaya başlayacağına işaret ediyor. Aslında bakarsanız dünyanın kıt kaynaklarının, hele ki bu satırlarda defalarca tartıştığımız ve değerlendirdiğimiz üzere hiç de sürdürülebilir olmayan bir şekilde tüketildiği günümüzde nüfusun artışına devam etmesi yakın gelecekte daha büyük sorunları beraberinde getirecek. Bunu tahmin etmek için artık müneccim olmaya gerek yok. Ancak nüfusun niceliği ve niteliğinin ekonomik büyümeyi ve kalkınmayı doğrudan etkilediğini ortaya koyan nüfus ekonomisi literatürü, yaş grupları, çalışan nüfusun oranı ve bunun sektörlere dağılımı gibi özelliklerin ülkenin ekonomik gelişmişliği üzerinde etkili olduğunu vurgular.
Doğurganlık hızının düşmesinin sosyolojik sebepleri elbette çok uzun değerlendirmelerin konusu olabilir. Ancak söz konusu hızın keskin düşüşüyle beraber ortaya çıkan sonuçların en önemlilerinden birisi bu yüzyıla ilişkin nüfus projeksiyonlarımızın yenilenme gereği. Öyle ki Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), dün yayımladığı Nüfus Projeksiyonları, 2023-2100 çalışmasında da bu hususa ‘Doğurganlık hızındaki aşırı düşüş ile uluslararası göç eğilimindeki değişim, geleceğe yönelik farklı varsayımlara dayalı projeksiyonların üretilmesine neden olmuştur’ ifadesiyle dikkat çekiyor.
Demografi eğilimin mevcut haliyle devam etmesi halinde 2023 yılının sonunda 85,4 milyon kişi olan Türkiye nüfusunun 2050’li yılların rotasında kadar artacağı, sonrasında ise düşüşe geçerek 2100 yılında 77 milyonun altına gerileyeceği tahmin ediliyor. Bu durum baz senaryo. Doğurganlık hızının daha da gerileyeceği varsayımıyla geliştirilen düşük senaryoda ise Türkiye nüfusunun 2044 yılında 90 milyon kişiyle en yüksek büyüklüğe ulaşacağı, 2100 yılında ise 55 milyonun altına gerilemesi öngörülüyor.
Nüfusun niceliğiyle birlikte niteliğinin de ekonomik büyüme ve kalkınma için önem arz ettiğinden bahsettik. Türkiye nüfusunun yaşlanmaya devam etmesi, ekonomik aktivitenin canlılığı kadar sosyal yardımlar ve sağlık gibi alanlardaki harcamaların da sürdürülebilirliği hususlarını gündeme getiriyor. 2023 yılında 65 ve üstü yaş grubunu ifade eden yaşlı nüfusun toplam içerisindeki payı %15,4 iken baz senaryoya göre bu oranın 2050 yılında %23,1’e, 2100 yılında ise %33,6’ya yükselmesi bekleniyor. Diğer bir deyişle her 3 kişiden 1’inin yaşlı olmasının beklendiği senaryoda bir de yaşlı nüfusta daha derin hissedilen gelir adaletsizliğini düşündüğümüzde yaşlanma ve yoksulluk faktörlerinin kalkınmamız üzerindeki olumsuz etkilerini şimdiden düşünmemiz gerekiyor.
Söz uçar yazı kalır. Bu dünyayı, yüzyıllardır olduğu gibi birçok canlıyla beraber paylaştığımızı, yaşatarak yaşamanın mümkün olduğunu bir kez daha dile getirelim kalemimizle.
Güzel ve sağlıklı bir hafta geçirmeniz dileğiyle.