Baha YILMAZ'ın 31 Temmuz 2023 tarihli yazısı: Akbelen, Kalkınma ve İktidarda Kalmanın Maliyeti

İktidar olmak bir ülkeyi sadece siyasal anlamda ya da idari olarak yönetmek değildir. Aynı zamanda ekonomik olarak yönetmek anlamına da gelir. Bu yönetim süreci içerisinde nasıl bir büyüme ya da kalkınma modeli seçtiğinizle doğru orantılı olarak ekonomi politikalarını uygularsınız. Türkiye 2022 yılı rakamları itibariyle GSMH 792,4 milyar dolar civarındadır. Bu Gayri Safi Milli Hasıla kelimesini biraz açalım. 792,4 milyar dolar ürettiğimiz tüm mal ve hizmetlerin toplamıdır. Ancak ürettiğimiz bu mal ve hizmetlerin yeniden gerçekleştirebilmesi için bir işletme sermayesine ihtiyacımız var. Bu işletme sermayesi için ise 200 milyar doların üstünde bir miktara sahip olmamız gerekiyor. Daha basit bir anlatımla dükkânı çevirmek, çalışanların parasını ödemek, kısa vadeli borçları çevirmek için 200 milyar dolar bir paraya ihtiyacımız var. Hal böyleyken iktidarda kalacağınız bir 5 yıl olduğuna göre toplam olarak 1 trilyon dolar gibi bir rakama ya da kaynağa ihtiyacınız olduğunu görürsünüz. Yani kazasız, sorunsuz olarak iktidarda kalmak için bulmanız gereken ya da üretmeniz gereken kaynak miktarı 1 trilyon dolardır.

Büyüme mi Kalkınma mı?

Burada sormamız gereken bir sorumuz var. Peki bu miktarı daha önceleri yani bir 5-6 yıl önce neden bulmak sorun olmuyordu da bugün neden bir sorun haline geldi? Bu sorunun cevabı yazımızın başında ifade ettiğimiz bir ‘’büyüme modeli mi yoksa kalkınma modeli mi’’ tercihinde aramamız gerekiyor. 2000’li yılların başına dönelim. AKP iktidara geldiği dönemde Türk ekonomisinde bir hayli yapısal adımlar atılmıştı. Kemal Derviş dönemi olarak hatırlayacağımız bu dönemin arkasından uluslararası piyasalardaki likidite genişlemesine bağlı olarak kaynak bulmak sorun olmadı. Üstelik bugünki kadar pahalı da değildi. Ayrıca o dönemde yani 2002 – 2007 arasındaki süreç içerisinde AB süreci ile başlayan düzenlemeler ülkeye çok daha rahat kaynak girişine imkân sağlıyordu. Bir diğer husus ise özelleştirme gelirlerinin % 200’lere kadar yükseldiği bir dönemden bahsediyoruz.

İşte tam bu dönemde siyaseten bir ekonomik tercih yaptı Türkiye. Sanayi, Bilgi Teknolojileri ya da Tarım gibi üretime yönlendiren, daimî surette hareketlilik sağlayan daha da ötesi ihracat gibi alanlarla uluslararası piyasalara yönlendiren sektörler mi yoksa İnşaat ve hizmet sektörleri gibi kapalı devre olan, ihracata yönlendirmeyen ancak istihdamı artıran bir modele mi yönelecekti? Pek tabii ki hem altyapı yatırımları anlamında ihtiyacın oluştuğu bir dönemde hem de siyasal anlamda getirisi çok daha fazla olan inşaat ve hizmet sektörlerinin üzerinden bir büyüme modeli seçti. Burada yapılan bu tercih ile Türkiye bir kalkınma değil bir büyüme modeli seçmiş oldu. Bugün seçtiğimiz modelden ötürü döviz getiren değil döviz tüketen bir ekonomik modelle yüzleşiyoruz.

Döviz Tüketen Değil Döviz Getiren

2000’li yılların başları itibariyle seçilen bu modele eleştiri getirmek çok da doğru olmayabilir. Çünkü eğitimli bir nüfusunuzun olmayışı, sektörel ihtiyaçları cevaplayacak yeterli bir altyapınızın olmayışı Türkiye’yi böylesi bir tercihe yönelttiğini kabul edebiliriz. Ancak ilerleyen bu sürecin daimi olarak finanse etmenin zorluğunun görülmesi gerekiyordu. Döviz tüketen değil döviz üreten, ülkeyi uluslararası piyasalarda rekabete sokan bir tercihin devreye sokulması elzemdi. Böylelikle, orta ve uzun vadeli bir planlama eksikliğinin varlığını da görebilmemiz mümkündür.

İnşaat Sektöründen Teknoloji Firması Çıkar mı?

Seçilen ekonomik modelin aynı zamanda bir ekonomik tercih olduğunu kabul ediyorsak, bu tercihin gelir paylaşımına da etkisi olacağını görmemiz gerekiyor. Bugün Türkiye’nin Sanayi’de ya da teknolojide büyük markalar üretememesini normal kabul etmemiz gerekiyor. Ülkenin önde gelen büyük firmalarının inşaat sektöründen çıkması da bir tesadüf değildir. Üstelik bu inşaat firmalarının teknoloji ağırlıklı ya da üretim ağırlıklı alanlara girmesini beklemek ise öğrenmenin maliyeti düşünülecek olursa kısa vadede beklemek hayalcilik olacaktır. Bugün Akbelen ormanlarındaki yaşanan ağaç kıyımının aktörü olan firmanın inşaat sektöründen madenciliğe girmiş bir firma olması tesadüf değildir. Aynı firmanın teknoloji üreten bir çalışma alanı sergilememesi de tesadüf değildir.

Neye ihtiyacınız varsa o ihtiyacı karşılamanın yollarını ararsınız. İnşaat sektöründeki nitelikli iş gücü ihtiyacı talebiniz azsa ülke nüfusunu eğitmek için özel bir çabaya girmezsiniz. Üniversitelerinizi, eğitim kurumlarınızı reform etmek ya da teknolojinizi geliştirmek için Ar-Ge yatırımlarını artırmayı ihtiyaç olarak görmezsiniz.

Türkiye bugün geldiği nokta itibariyle iktisadi tercihlerinin sürdürülebilirliğiyle yüzleşmek zorundadır. Daha doğrusu iktidar bu tercihini gözden geçirmek zorundadır. 5 yıllık bir süreçte ortalama her yıl 200 milyar dolar kaynak bulmak zorunda olan bir ekonomi yönetiminin bu gerilimi, bu yorucu süreci yönetip yönetmeyeceğini zamanla göreceğiz. Ümidim odur ki; bu kaynağı bulmakta zorlandıkça ülke içinde sert politikalarla kaynak üretmeye çalışmasın. Çünkü tüketmeye alışmış bir toplumun alışkanlıklarından vazgeçip vazgeçmeyeceğini çok acı neticelerle öğrenebiliriz.