Furkan ERKAN’ın 3 Ekim 2023 tarihli yazısı: Bir Amatörün Gözünden: Bilim

Formula 1 ve Basketbol yazılarından sonra ‘’Bir Amatörün Gözünden’’ serime ‘’Bilim’’ ile devam edeceğim bu köşe yazımda.

Her şey çocukluğumda dinozorlara ilgi duymakla başladı. Oyuncağından resimli kitaplarına kadar onların dünyasını keşfetmek minik eğlencelerimden biriydi.

İlginç şekilde ünlü jeolog Prof. Dr. Celal Şengör de çocukluğundan başlayarak arkeolojiye merak duyarken onun da aynı şekilde bir dinozor tutkusu başlamış.

Ama benim için özellikle Sabah gazetesinin verdiği küçük maket parçalardan oluşan dinozor modellerinin ayrı bir yeri vardı.

Sonrasında 90’lı yılların ortası ve sonunda Jurassic Park, Dinosaur gibi filmlerle bu ilgi ve merak duygusu daha da arttı.

Yaşım biraz ilerledikten sonra dinozorlar geride kaldı tabii.

Fakat bu sefer bembeyaz bıyıklı ve aynı renkteki saçı dağılmış, bir de dilini çıkaran yaşlı bir amcayı çok sık görür olmuştum.

Çocukluğumda alışveriş yaptığımız bakkalın kapısının arkasında bu amcanın posterini görüyordum.

‘Aynştayn’ diyorlarmış kendisine. Yani Albert Einstein…

Onun zekası, geliştirdiği ‘İzafiyet teorisi’, tebeşirin orada durduğu meşhur fotoğrafı…

Bu nevi şahsına münhasır bilim insanından çok etkilenmiştim.

Ama bu hayranlık eksikti çünkü henüz bir kitabını dahi okumamış, çalışmalarını incelememiştim.

Bu sıralarda 10 yaşımdaydım tabii ama ucundan kıyısından sadece Einstein üzerinden bile olsa bilime merak duyuyordum.

Ortaokula gitmeye başlarken keşiflere ve icatlara takmıştım bu sefer de kafayı.

Girdiğim Tarih derslerinde pek çok savaşın, antlaşmanın içeriğini, neden ve sonuçlarını unutsam bile icatları, buluşları ve keşifleri unutmuyordum.

Einstein’la birlikte birkaç bilim insanı daha tanımaya başladım.

Aradan çok uzun yıllar geçti, üniversiteden mezun olmuştum ve pandemi evresine girmiştik.

Birçok insanın o dönemde yaptığı gibi benim de zamanımın büyük kısmı Youtube’da geçiyordu.

Artık aynı konularda izlediğim videoları bir kenara bırakıp farklı alanlara açılmaya karar verdiğimde 32. Gün ve Teke Tek Bilim programlarına sarmaya başladım.

Özellikle Teke Tek Bilim programları sayesinde, çocukluğumdan başlayıp belli bir yere kadar merak duyduğum BİLİM’i yeniden keşfediyordum.

İtiraf edeyim başta çok seçici davranıyordum. Yani en popüler olanlardan Prof. Dr. Celal Şengör ve Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın olduğu videolara bakıyordum.

Aralarındaki goygoy muhabbetleri kimi zaman konuştukları ağır konuların önüne geçtiği için benim de aklımda pek bir şey kalmıyordu ama izlemeye devam ediyordum.

Bir süre böyle sürüp giderken en büyük kırılmayı ne yazık ki vahim bir olayla yaşadım.

6 Şubat Kahramanmaraş merkezli depremler…

Depremin acısını uzaktan yaşamaya devam ederken bir yandan da akşam yayınlanan Teke Tek Bilim’in deprem temalı programlarını sık sık izliyordum.

Bir yandan üzüntüyle bir yandan da gelmesi beklenen Büyük Marmara Depremi’nin gidişatı nasıl değiştireceğine yönelik ürkütücü bir merak duygusuyla gelen konukların ağzından çıkanları, ekranda gösterilen grafik ve analizleri takip ediyordum.

Daha sonra bilimin insanlığı ilgilendiren başka önemli konularına yönelik videoları da izlemeye başladım derken ikinci bir kırılmayı da Christopher Nolan’ın filmi Oppenheimer’ın vizyona girmesiyle yaşadım. Bu filmden fazlasıyla etkilenmemin ardından, bilim artık eskisine göre çok daha yoğun bir ilgiyle takip ettiğim alan olmuştu.

Youtube’daki o programları daha çok aklımda kalacak şekilde, sıkılmadan ve alanında uzman başka kişileri de keşfederek izliyordum artık.

Sorgulamak, araştırmak, okumak, komplo teorisyenliğine dayanılmadan geleceğe dair yapılmış öngörüler hayatımın bir parçası olmuştu.

İster amatör ister profesyonel açıdan olsun umarım bilim sizin de hayatınızın bir yerinde vardır.