Betül DEMİR'in 3 Ekim 2024 tarihli yazısı: Sinemada Cinsiyet Eşitsizliği

Sinemada cinsiyet eşitsizliği meselesi aslında üzerine çok konuşulsa da derinlemesine düşünmeyi hak eden bir konu. Çünkü bu mesele, sadece kadın karakterlerin sayısıyla ya da filmlerde ne kadar yer aldıklarıyla ilgili değil. Yönetmeninden yapımcısına, kameramanından senaristine kadar her aşamada hissedilen bir durum.  

Ekranda gördüğümüz kadınlar çoğu zaman erkeklerin yazdığı, onların dünyasından süzülen karakterler oluyor. Bu yüzden filmlerde kadınların nasıl temsil edildiği, ne tür hikâyelerin anlatıldığı ya da hangi rollerin onlara biçildiği oldukça sınırlı ve klişeleşmiş kalıplarla dolu. Bir nevi kadının sesini erkeklerden dinliyoruz aslında. 

Bir film izlerken dikkatini vermediğinde fark edilmeyen ama bir kez fark ettiğinde sürekli gözüne batan o ince detaylar var ya, işte bunlar cinsiyet eşitsizliğinin sahneye nasıl yayıldığını gösteren ipuçlarıdır. Mesela, kaç tane filmde bir kadın karakteri "güçlü" diye tanımladığımızda, aslında o karakterin erkek özelliklerine yaklaştığını fark ederiz?  

Güçlü kadınlar, acımasız, duygularını saklayan, erkeklerle aynı şartlarda mücadele eden karakterler olarak çiziliyor. Güçlü bir kadın, merhametli, duygusal ya da yumuşak başlı olduğunda sanki o gücünden bir şeyler kaybediyormuş gibi bir algı yaratılıyor. Ama gerçek hayatta kadınlar sadece bu kalıplara sığmaz, onların gücü çok daha derin ve çok yönlüdür. 

Kadınların genellikle iki uç noktada karakterize edilmesi de oldukça yaygın. Ya fedakâr bir anne ya da baştan çıkarıcı bir kadın olarak karşımıza çıkıyorlar. Bunun dışında bir şey görebiliyor muyuz? Nadiren. Hele başrol olacak bir kadın karaktere bakın, ya aşkının peşinde ya da bir erkeğin etrafında dönüyor hikâye.  

Kendi başına bir kadın karakterin hikayesini anlatan film bulmak zor. Çünkü kadınlar genelde "diğerinin" hikayesinin bir parçası olarak yer alıyorlar. Bir erkeğin hayatına ne kattıkları, onun hikayesini nasıl değiştirdikleri önemli. Ama kendi hikayeleri? Onlar ikinci planda. 

Bir de kamera arkasına bakmak lazım. Yönetmen koltuğunda kaç kadın var? Erkeklerin domine ettiği bu sektörde, kadın yönetmenlerin sayısı oldukça az. Tabii ki bir şeyler değişiyor, özellikle son yıllarda kadın yönetmenler daha fazla dikkat çekmeye başladı ama bu değişim çok yavaş ilerliyor. Yıllar boyunca sinema endüstrisi erkeklerin bakış açısıyla şekillendiği için kadınların anlatacakları hikayeler, onların dünyaları hep eksik kaldı.  

Bazen bir film izlersin ve "Bu hikayeyi bir kadın yazsaydı nasıl olurdu?" diye düşünmeden edemezsin. Çünkü kadınların dünyası farklı, onların gözünden hayata bakış farklı. O yüzden sinemada sadece kadın karakterlerin temsili değil, kadınların o yaratıcı sürecin her aşamasında daha fazla yer alması önemli. 

Sonra bir de ödüller var. Film festivallerine bakın, büyük ödülleri kimler alıyor? Kadın yönetmenlerin isimlerini ödül törenlerinde ne kadar duyuyoruz? Kadınların başarıları genellikle göz ardı ediliyor ya da aynı başarıya ulaşmak için daha fazla çaba sarf etmeleri gerekiyor. "Kadın filmi" diye bir etiket yapıştırılıyor bazen, sanki sadece kadınlar tarafından izlenmesi gereken özel bir türmüş gibi. Oysa sinema, evrensel bir dil ve kadınların anlattığı hikayeler sadece kadınlara hitap etmez, insan olmanın ne demek olduğunu anlamak isteyen herkese hitap eder. 

Kadın karakterlerin daha güçlü, bağımsız ve derinlemesine işlendiği filmler bazen "ağır" bulunuyor ya da "izleyici çekmez" diye değerlendiriliyor. Sinema endüstrisi, kâr odaklı olduğu için bu tür filmlere çok fazla yatırım yapmak istemiyor. Yani sadece sektördeki insanlar değil, izleyicilerin beklentileri de bu eşitsizliğin sürmesine katkı sağlıyor. Kadın hikayelerine olan talep ne kadar artarsa, o kadar fazla bu hikayeler anlatılacaktır.