Baha YILMAZ'ın 4 Mayıs 2023 tarihli yazısı: Birey, Toplumsal Adalet ve Varlığından Emin Olmadığımız Refah

Yer yer iktisadi kavramları ve kökenlerine değindiğimiz ve bazı irdelemeler yaptığımız bu köşeyi, takip edenler bileceklerdir. Özellikle Kapitalizm, Liberalizm ve Neoliberalizm gibi kavramları sıkça dile getiriyoruz. Çünkü içinde yaşadığımız toplumun yüzleştiği hatta içine düştüğü sıkıntıları ya da ayrıcalıkların karşılıklarını bu kavramların günümüz uygulamalarında aramamız gerektiğini biliyoruz. Aslında tüm bu kavramların karşılıklarının birinci çıkış noktası üretim ilişkilerinin nasıl belirlendiğinde yatıyor. Eğer devletçi bir ekonomik yapı içindeyseniz üretim ilişkilerini belirleyen bir merkezi yapıyla karşı karşıyasınızdır ya da liberal bir ekonomiyle baş başaysanız üretim ilişkilerini belirleyen piyasa koşullarıdır.

Oysa Marks, üretim ilişkilerini tartışırken bireyin; yaşadığı ekonomi ya da toplum içindeki konumunu da üretim ilişkilerinin belirlediğini iddia ediyordu. Şöyle ki; kişiye temel de üç ana soru sorulacağını ve bu sorulara verilen cevapların kişinin o toplum içindeki yerini(sınıfını) ya da statüsünü hatta yönetime katılım payını belirleyeceğini iddia ediyordu.

Neydi  bu sorular:

1- Ne üretiyorsun?

2- Nasıl üretiyorsun?

3- Ne kadar üretiyorsun?

İşte tam bu noktada birey olmayı üretim ilişkileri ile tanımlamıştı, Marks. Aslında bu tanımlama Kapitalizm üzerine kafa yormuş hatta ötesinde belki de kapitalizmi bir hayli irdelemiş bir zihnin gayretleriydi. Bugün bile Marks kadar kapitalizm üzerine kafa yormuş bir ikinci isim söylemek çok kolay olmasa gerek. Bana kalsa Schumpeter’i mutlaka sayarım. Bu konu da çalışma yapan bilim insanları bizde de var mutlaka.

O bilim insanlarından biri de Prof. Dr. Mustafa Acar. Uzunca bir süredir kapitalizm ile ilgili çalışmalarını taçlandırdığı çeviri çalışmasını nihayet bitirdiğini öğrendik. Yeni piyasaya çıkan “Anti-kapitalist safsatalar: Kapitalizm Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar” adlı son çeviri kitabı şu an dağıtıma girmiş durumda. Tarih, siyaset bilimi ve sosyoloji okumuş, çifte doktora sahibi, önde gelen medya organlarında çalışmış, iş hayatında başarılı bir girişimin de uzun yıllar başında bulunmuş bir meraklı adam, Alman araştırmacı Dr. Rainer Zitelmann eseri; “Anti-kapitalist safsatalar: Kapitalizm Hakkında Doğru Bilinen Yanlışlar”.

Kitabın biraz alıştığımız ezberleri bozduğunu söylemek mümkün. Neden derseniz kapitalizm ile ilgili ezber kalıplardan da bahsediyor. Örneğin;

“Kapitalizm açlık ve yoksulluğun sorumlusudur,”

“Kapitalizm eşitsizliğin büyümesine sebep olur,”

“Kapitalizm çevre tahribatı ve iklim değişikliğinin sorumlusudur,”

“Kapitalizm durmadan yeni ekonomik ve finansal krizlere yol açar,”

“Kapitalizmin egemenleri zenginlerdir, siyasi gündemi onlar belirler,”

“Kapitalizm tekeller doğurur,”

“Kapitalizm bencillik ve açgözlülüğü teşvik eder,”

“Kapitalizm insanları ayartıp onlara ihtiyaç duymadıkları ürünleri satın aldırır,”

“Kapitalizm savaşlara yol açar,”

“Kapitalizm ortada her zaman bir faşizm tehlikesi olduğu anlamına gelir.”

Bu ezberlerin cevapları bu yazının konusu değil elbette. Ancak şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim ki kitapta geçen bir araştırmaya göre 32 ülkede yapılan bir araştırma sonucunda Türkiye toplumun tüm kesimleriyle anti-kapitalist bir ülke profili vermiş. İçeride yaşayanlar olarak bu sonucun nasıl çıktığını merak etmiyor değilim ama Türkiye’nin böylesi bir cevap vereceğini yaşadığımız siyasal, ekonomik ve kültürel konjonktür üzerinden tahmin etmek çok zor olmasa gerek.

Eğer bu kadar anti kapitalist isek şu soruları sormamız da gerekiyor sanırım.

1- Kapitalist değilsek neyiz?

2- Kapitalist değilsek neden eşit bir gelir dağılımı sağlayamıyoruz?

3- Kapitalist değilsek neden işsizlik sorununu ya da gıda sorununu çözemiyoruz?

4- Kapitalist değilsek siyasal düzlemde neden bu kadar çok söylem ile uğraşıyoruz?

5- Kapitalist değilsek yani anti-kapitalist isek neden çalışan nüfusumuzun %60’ı asgari ücret üzerinden geçinimini sağlamaya çalışıyor?

Tüm devlet örgüleri; ister sosyalist, ister kapitalist hepsi bireyin refahını öncelemek zorundadır. Bu vaat edilen refahın yanında; adil bir gelir seviyesi, herkese eşit muamele gösteren bir adalet, eğitimde fırsat eşitliği vermek zorundadır. Bugün geldiğimiz nokta itibariyle birey kavramını yeniden tartışmaya açmak zorundayız. Toplumsal adaletin bozulduğunu fark etmek mecburiyetindeyiz. Ve her şeyden ötesi gelir dağılımının bozulmasından kaynaklanan refah vaadinden oldukça uzaktayız. Hele bir de yazımızın başındaki Marks’ın birey için tanımladığı üç soruyu yeniden gözden geçirirsek daha çarpıcı olmaz mı? Ne dersiniz, haksız mıyım?