Baha YILMAZ'ın 08 Haziran 2023 tarihli yazısı
Bugün size idealist bir ziraat mühendisinin hayatından bir kesit anlatacağım. Anlatacağım olay gerçeklere dayanmaktadır. Bu metni 15 yıl önce Dr. Baydur Yılmaz’ın vefatından sonra yazmıştım. Bir nevi kendime not düşmüştüm. Çünkü insan zamanla unutuyor. Küçük küçük aldığım notlar daha sonrasında her biri kendi içinde müstakil metinlere dönüştü. Bu metinde, Dr. Baydur Yılmaz’ın üzerinde 7 yıl çalıştığı Doğu Anadolu Kalkınma Projesinin kısa bir öyküsünü ve nasıl görmezden gelindiğini, Yılmaz’ın nasıl büyük bir nobranlıkla karşı karşıya kalındığını okuyacaksınız. Biraz hazin ama maalesef gerçeğimiz bu. Metin biraz uzun olduğu için nispeten kısaltarak ve birkaç yazıda aktaracağım. Bugün ilk kısmını size takdim ediyorum.
Göztepe-Kadıköy minibüs hattını kullananlar iyi bilir. O hat üzerinde seyahat yaparken İstanbul’un kısa tarihini görürsünüz. Kadıköy’de kurulan ve eski adıyla Rus pazarının hemen yanından kalkan bu minibüsler Maltepe’ye kadar uzanır, eski ve yeni olan her bir şeyin önünden sanki tarihi bir kronolojiyi takip eder gibi İstanbul’un sakinlerini menzillerine ulaştırırlar. Bu hattın kullandığı Fahrettin Kerim Gökay Caddesi ise birbirinden özgün sokaklar tarafından kesilir. Üstelik bu cadde üzerinde bulunan semt, mahalle adları ise nev-i şahsına mahsustur. Tüccarbaşı, Çemenzâr, Sahray-ı Cedid gibi. Hat ilerledikçe isimler de farklılaşır daha gündelik ama sıradan tabirlerle karşılaşırsınız. “Köprü”de ineceğim diyenlerle, “Çemenzâr”da ineceğim diyenler arasında ciddi farklar hissedersiniz.
Çemenzâr’da Fahrettin Kerim Gökay Caddesini kesen Mustafa Kaya Sokağı ile Dr. Fazıl Gökçeören sokağının kesiştiği noktada dört katlı bir apartmanın en üst katında oturuyordu, Kemal Işık. Kemik erimesinden müsebbip aksamasını ciddiye almadan her gün, sabah-akşam bu dört katı iner çıkardı. İyi bir kuyum, sarraf ehli ve ustasıydı. Üsküdar’dan dönüp, eve girdiğinde kan ter içinde kalmış bir şekilde kendini salondaki ikili kanepeye atar, soluklanması için kendine zaman tanırdı. Ancak her zaman ki rutini bu akşam gerçekleşmemiş, kız kardeşi Müzeyyen’in eşi Baydur misafiriydi. Uzun yıllar basit bir meseleden dolayı konuşmayan bu ikili artık karşılıklı sohbet ediyorlardı. Uzun uzun Erzurum’u konuştular, geçmişi ve eskilere değindiler. Kemal sordu; “Baydur, yarın ne yapacaksın?”
Baydur, bu soruyu beklercesine Erzurum için bir şeyler yapmak niyetiyle başladığı projenin nasıl bir coğrafya projesine dönüştüğünü anlattı. Kemal, sabırla dinlediği bu çalışmayı merakını yenemeyerek sorduğu sorularla geliştiriyordu.
Erzurum’a Niyet Bölgeye Kısmet
Türkmenistan’dan döndükten sonra maişeti sürdürecek bir alan bulamamıştı. Zaten orada elde ettiği maaşından hâsıl parasını da Azer Kutalmış’ın okul masraflarına tahsis etmişti. Emekli maaşı yetmiyordu ve bu sıkışmışlık duygusu onu her anlamda yoruyordu. Çalışmayı hiçbir zaman terk etmemiş olan bu adam, boş durmayı reddetmiş, bu dönemde memleket için ne yapabilirim diyerek ilkin Erzurum bölgesinin istatistiklerini taramış fakat elde ettiği bulgular meselenin Erzurum’u aştığını görünce Kars, Ardahan, Sivas, Erzincan, Ağrı, Muş gibi illeri de projesine katmıştı. Her kattığı il yeni bir data seti ve bu setin incelenmesi, analiz edilmesi anlamına geliyordu. Ne yapabilirim diyerek başladığı iş yaklaşık 6-7 yılını almıştı. Üstelik proje için Devlet İstatistik Enstitüsüne sık sık giderek bölge istatistiklerini tedarik etmişti. Bununla da kalmamış bölge tarihini daha detaylı ve sorgulayıcı bir şekilde okumuştu. Her yıl 160 bin kilometrenin üstünde yol yaparak incelediği yurt gezilerinde bölgeyi iyi tanıma fırsatı bulmuştu. Zaten bölgenin çocuğuydu; insanına, suyuna, taşına toprağına aşinaydı.
2001 yılının Nisan ayının ilk günleriydi ve İstanbul kıştan çıkmış, her taraf bahara kesmişti. Sıcaklar daha bastırmamış, boğaz ve çevresi yeşilin bin bir tonunu sergiliyor, iç kesimlerdeki semtlere geçtikçe renkler ve coşku daha da bir çeşitleniyordu. İnsan malzemesinin en mümbit ve çeşitliğini sergileyen bu kent şimdi de onu kucaklamıştı. Erzurum’dan arkadaşı Bekir Sıddık Soysal, projenin gelişim ve oluşum süreci içinde Baydur’a bir nevi fikri refakat etmişti. Hem projeye aşinaydı hem de ne güçlük ve uzun çalışmalarla ortaya çıktığını biliyordu. Bu projenin mutlaka kamuya açılması konusunda ısrar ediyordu, Baydur’a. Ancak nasıl?
Bu nasıl sorusuna kendisi bir cevap vermekte gecikmedi, Bekir Sıddık Soysal. Yine Erzurum’dan arkadaşları olan Ali Kopuz, İstanbul Ticaret Odası yönetim kurulu üyesiydi. Baydur’u O’da tanıyordu. Projeyi anlattı Ali Kopuz’a, Bekir Sıddık Soysal. Projeden etkilenmişti Ali Kopuz ve hemen ticaret odasının bürokratlarıyla görüşüp bir toplantı ayarlamışlardı. Toplantı tarihi 5 Nisan, Perşembe olarak belirlenmişti.
Sabah hafif bir kahvaltı yaptılar. Alparslan’ın içi içine sığmıyordu. Babasını ilk defa bu kadar mutlu ve coşkulu görmüştü. Evden çıktılar Göztepe minibüsleriyle Kadıköy’e, ardından keyifli bir vapur çay sohbetiyle Eminönü’ne vardılar.
İTO’ya vardıklarında sunum için gelmiş, pek çok misafirin olduğunu gördüler. Her birisi bir dağ psikolojisinde ve edasındaki bu misafirler kendi alanlarında farklı kurum ve sektörleri temsil ediyorlardı. Ali Kobaza’nın odası tam bir şenlik alanı gibiydi. Çaylar içiliyor, farklı farklı birden fazla sohbetin yapılması odada bir uğultunun oluşmasına sebep veriyordu. Türkiye Süt, Et, Gıda Sanayicileri ve Üreticileri Birliği'nin Genel Sekreteri Prof. Dr. Erkan Benli, İstanbul Esnaf Kefalet Kooperatifi Başkanlığı ve İstanbul Kasaplar Derneği Başkanlığı yapmış Hüseyin Özçelik, TEMA Vakfı Başkanı Hayrettin Karaca, TÜGEM Genel Müdür Yardımcısı olan; Fevzi Topal, Yüksek Strateji Merkezi Başkanı ve aynı zamanda bir finans uzmanı olan Dr. Can Fuat Gürlesel, çocukluğunun geçtiği mahallelerden tanıdığı Cengiz Solakoğlu, ki önemli bir noktada Koç Holding A.Ş. Tüketim Grubu Başkanlığı yapıyordu. Ayrıca Dr. Hakkı Erdoğdu Türkiye Yem Sanayicileri Birliği Genel Sekreteri ve İTO’dan Ali Kopuz bulunuyordu. Öte yandan Erzurum’dan da gelenler vardı. Erzurum Ticaret Borsası Yönetim Kurulu Başkanı Hakkı Hınıslıoğlu bu kişilerden biriydi. Ayrıca projenin büyüklüğü ve iktisadi bir yekûn arz etmesi nedeniyle birkaç da iktisatçı hazır bulunuyordu sunumda.
Ülkenin en zor günleriydi ve Türk insanı ekonomik krizlerle sarsılıyordu. Memleketin dört bir tarafını ümitsizlik sarmıştı. Meclis karışıktı. İstifalar, transferler her gün gazete manşetlerini süslüyordu. Güneydoğu’da terör azmış, gün olmuyordu ki şehit haberleri ve gözü yaşlı anneler izlenmesin televizyonlarda.
Bu iklimde, bir adam çıkmış ve bölgesel bir kalkınma modeli oluşturduğunu iddia ediyordu. Son yıllarda hiçbir sorununa çözüm bulamamış bir ülkede, böylesi bir inanç ve gayret çıkışı ancak romantik ve beyhude bir çaba olabilirdi. Bu iklimden kendini uzak tutmaya çalışanlar vardı elbette. ‘Türkiye'de Entegre Hayvancılık Sektörü Üzerine Bir Model Önerisi’ olarak takdim edilen sunuma katılanların arasında da bu psikolojide insanlar vardı ancak birçoğu ülkenin içinde bulunduğu ümitsizlikten nasibini almışlardı. Bu halet-i ruhiye proje sunumundan sonra yapılan eleştirilerde gün yüzü gibi açığa çıkmış, kendini göstermişti.
Projenin sunumundan birkaç yıl sonra çalışmasını Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes’e takdim etmiş, çalışmadan ziyadesiyle memnun olan Aydın Menderes de bu çalışmayı istemişti. Elinde bulunan tek nüsha baskıyı Aydın Menderes’e vermiş ancak teknolojinin azizliğine uğrayan Baydur, daha sonra çalışmanın dijital aslını kaybetmişti. Bu duruma son derece üzülmüş ve soluğu Aydın beyin yanında almış projenin aslını istemişti. Aydın bey, o dönem projenin önemine istinaden kilitli bir ortamda sakladığını söylemiş ve kendisine ulaştıracağını ifade etmişti. Ancak kader devreye girmiş ve Aydın Menderes beyin ömrü bu projeyi Baydur’a ulaştırmaya yetmemişti. Ölümünden sonra oğlu Alparslan, İTO’nun dijital arşivlerinde projenin sunumunun dijital kopyasını bulmuş ancak bu haberi babasına verememişti.