Baha YILMAZ'ın 25 Mayıs 2023 tarihli yazısı

Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) açıkladığı enflasyon verilerine göre Türkiye'nin Mart 2023'te tüketici gıda enflasyonu yüzde 68'e yakındı. Mart 2022'de bu oran yüzde 70 olarak açıklanmıştı. The Economist dergisinin gıda güvenliği endeksine göre Türkiye'de gıda alım gücü 2012-2022 yılları arasında 16 puan düştü.

Daha önceki yazılarımızda giderek yoksullaşan bir Türkiye’den bahsediyorduk. Bugünde bu meseleye biraz daha değinmeye çalışacağız. Çünkü bu yoksulluğun ağır bedelleri olabilir. Bir önce ki yazımızda Malthus’un Nufus ve gelir ilişkisi arasındaki ilişki üzerinden refahı açıklayan Malthus kanunu anlatmıştık. Malthus kadar önemli olan bir teoriyi bugün bizlerin yaşadığını düşünüyorum.

Engel Kanunu ve Fakirin Karnı

Prusyalı istatistikçi Ernst Engel (1821 -96) Alman işçi sınıfı bütçeleri üzerine çalışmalarına başladığında, bugün Engel Kanunu adı verilen basit ama güçlü bir ölçümlenebilir ilişki buldu. Bir aile ne kadar yoksulsa, gelirinde yiyeceğe yapılan harcamaların payı o kadar yüksektir. Bu ilişki, daha sonra yapılan çok sayıda araştırma ile teyit edilmiştir. En yoksul toplumlarda yiyecek bütün harcamaların yüzde seksenini veya daha fazlasını teşkil edebilmektedir. Halbuki, en zenginlerde, yemeklerin gerçek gıda içeriğine yapılan harcama, gelirin sadece yüzde 5-10'u oranındadır.

Engel Kanunu'nun, harcamaların gıda kategorisinin içinde bile başka birtakım varyantları vardır. İnsanlar çok yoksul oldukları zaman, mevcut olan en ucuz kalori biçimlerini -buğday, pirinç, çavdar, arpa, yulaf, mısır gibi hububatlar ve fasulye veya patates- mümkün olan en ucuz şekilde (lapa veya ekmek şeklinde) tüketirler. Aynı zamanda, diyetleri son derece monotondur; yemeği tatlandıracak şeylere az para harcarlar. Nitekim, kıtlıktan önce, İrlandalı çiftlik işçileri, hemen hemen tümüyle patatesten oluşan bir beslenme biçimine sahipti. En düşük gelirlerde, en ucuz kalori kaynakları, gelir içinde son derece büyük bir paya sahiptir. Tıpkı bugün makarna tüketiminin fazla oluşu gibi. Ancak, gelir arttıkça, gıda tüketiminin gitgide daha büyük bir kısmı daha pahalı kalorilere -örneğin süt, peynir, tereyağı, yumurta, et, balık gibi ürünlerin sağladığı kalorilere- veya biber, çay ve kahve gibi hiçbir kalori değeri olmayan baharat ve içeceklere ayrılmaya başlar.

Orta sınıfın zayıfladığı ülkemizde yoksulların geniş kitleler oluşturduğunu görüyoruz. Bu kitlelerin insani olanla irtibat kurmasını ya da erdem ve ahlak gibi yüksek değerlerle irtibat kurmasını beklemek hayalcilik olacaktır. İnsan hayatta kalma çabası içine girerse, bu çaba için her türlü mücadeleyi mübah olarak görebilir.

Dışkının Değeri ve Kültürel Aidiyetin Ekonomisi

Kültürel alışkanlıklar insanları belirler. Dolayısıyla insan topluluklarını da belirler. Pek tabii ki ekonomik davranışlarda da kültürel alışkanlıkların, davranışların etkisi ya da rolü vardır. Sanayi öncesi Avrupası için hijyen bakımından kritik olan ekonomik sorunlardan biri, insan dışkısının piyasa değerinin çok az olması veya hiç olmamasıydı; çünkü, çiftlik ve bahçe işleri için değerli bir gübre olduğu halde, insan dışkısının bu amaçla kullanılması sosyal bakımdan kabul edilemez bir şeydi. Yani kültürel bir tavır ya da alışkanlıktı. Japonya'da insanlar kira yerine dışkılarını verebilirken, İngiltere'de insanlar onu attırmak için para ödüyorlardı. Dolayısıyla, dışkılardan kurtulmak, Avrupa'da önemli bir sosyal sorundu. Halbuki, Çin'de ve Japonya'da, insan atığı, dışkı olsun idrar olsun, değerli bir maldı ve aileler bunları çiftçilere satardı. Bunları toplama hakkını elde etmek için birbiriyle yarışan çeşitli gruplar vardı. Dışkılar, foseptiklere, kanalizasyonlara, akarsulara atılıp su kaynaklarını kirletmezdi. Onun yerine, yüzyılın Osaka’sı gibi şehirlerde, atık toplama işini alan girişimciler bu işi halleder, hatta bazen, kazançlarını artırmak için sokak köşelerine bu amaçla konteynırlar koydukları bile olurdu. Ayrıca, öyle anlaşılıyor ki, Çin'de ve Japonya'da, dışkılar, evlerin altındaki ancak belirli aralıklarla boşaltılan foseptiklerde biriktirilmiyor, her gün alınıp götürülüyordu.

Kültürel alışkanlıklar, örnekte de görüldüğü üzere tuvalet sonrası temizlik ya da insan dışkısının orta çağ Avrupa’sında olduğu gibi evlerin bodrumlarında biriktirilmesi kültürel bir alışkanlıktır ve bunların bir ekonomik maliyeti vardır. İnsan topluluklarının alışkanlıklarının değişimi yüksek maliyetler içerebilir. Bu kimi zaman kâr kimi zaman ise zarar hanesine yazılabilir. Ümidimiz Türkiye’de tüketime alışmış kitlelerin bu alışkanlıklarından kayıp yaşadıklarında kendilerini yoksun hissetmelerinin getireceği maliyetin farkına varılmasıdır.