Baha YILMAZ'ın 16 Ekim 2023 tarihli yazısı: Hamas - İsrail Savaşı ve İngilizlerin Bıraktığı Miras

Geçtiğimiz günlerde, bir açık hava hapishanesi olarak tabir edilen Gazze bölgesinden İsrail tarafına, önceden planlandığı anlaşılan saldırılar gerçekleşti. Saldırılarda pek çok İsrail vatandaşı öldüğü gibi, sınırlarını korumakla yükümlü askeri birliklerden de birçok subay ve askerin öldürüldüğüne şahit olduk. Akabinde İsrail’in aşırı güç kullanımına yönelik saldırıları başladı ve geldiğimiz nokta itibariyle mesele bir soykırıma doğru ilerliyor. Üstelik bu çatışmalar kendi sınırlarını aşarak pek çok ülkeyi ve grubu da konuya dahil etmiş gözüküyor. Mesela İran, Lübnan, Ürdün, Mısır, ABD, İngiltere ve son kertede Türkiye.

İngilizlerin Mirası

Burada İngiltere konusunda dikkatinizi çekmek isterim. Bu çatışmanın ve husumetin bu noktaya gelmesinde İngilizlerin ciddi bir sorumluluğu olduğunu bilmemiz gerekiyor. Mezopotamya; Kızıldeniz, Akdeniz ve Basra Körfezi üçgeninde gerek kara gerekse de deniz ulaşımı noktasında merkezi bir role sahip olması nedeniyle stratejik açıdan İngiltere için vazgeçilmez bir öneme sahipti. Bu nedenle İngiltere’nin Ortadoğu siyasetinin özelinde Mezopotamya (Irak) vardı. Stratejik öneminin yanında, sahip olduğu tarıma elverişli verimli topraklar ve petrol nedeniyle de İngiltere’nin iştahını kabartıyordu. 1907 yılında bölge üzerine İngiliz uzmanlarca hazırlanan bir raporda, etkin sulama teknikleri sayesinde bölgenin dünyanın en önemli tahıl ambarlarından biri olabileceği ve bölgede bulunan petrolün işlenmesi halinde çok kârlı bir yatırıma dönüşebileceği vurgulanıyordu. Tüm bunların yanında İngiltere, bölgenin en büyük ticari gücüydü ve 19. yüzyılın ikinci yarısından bu yana bölgede kurmuş olduğu şirketler vasıtasıyla Mezopotamya ticaretinin %65’lik kısmını elinde tutuyordu. İşte bütün bu noktalar hesaba katıldığında Irak’ın ve Ortadoğu coğrafyasının İngiltere için ne denli bir hayati öneme sahip olduğu kolayca anlaşılabilir. İngiltere bakımından Ortadoğu’da bir toprak parçasından çok öte anlam ifade eden Irak’ın herhangi bir şekilde kaybı, Ortadoğu ile mütemmim olan, Hint ticaret yolu başta olmak üzere tüm çıkarlarını kaybedeceği anlamına geliyordu.

Batının Irkçılığı ve Yahudi Milliyetçiliği

Bilindiği üzere İttihat ve Terakki döneminde Yahudi göçmenlere verilen bazı imtiyazlar, bölgede bazı kırılmalara sebebiyet vermiştir. Bu durum Devlet-i Ali tarafından fark edildikten sonra bazı önlemler alınmış ancak kırılma sürecini bir kere başlatmıştır. Birinci Dünya Savaşı sonucunda Osmanlının yenilgiye uğraması ve bölge hakimiyetinin İngilizlere geçmesi sonrası bölgede Hristiyan ve Yahudi nüfusları nezdinde bir kayırma ve ayrıcalık sürecini de başlatmıştır. Bu süreç tabiri caizse Osmanlı barışının ve huzur ikliminin de sonu olmuştur. İngilizlerin bu dönemde Yahudilerin taleplerine karşı gösterdikleri müsamahakâr tutumun hem bölgede göçmen bir Yahudi nüfusun yerleşmesine hem de bu nüfusun vasıtasıyla bir Yahudi milliyetçiliğinin doğmasına sebebiyet vermiştir.

Özellikle ifade etmek gerekiyor ki, 19. yüzyılın sonlarına doğru, Avrupa’daki Yahudilere karşı yapılan zulüm ve ırkçı tutum, Siyonist hareketi doğurdu ve Filistin olarak adlandırılan bölgede Yahudilere ait bir anavatan kurulmasına yönelik uluslararası destek arttı. Suriye ve Irak’ın İngilizler tarafından ele geçirilmesinden (ki bu iki devlet İngilizler tarafından oluşturulmuştur) sonra, I. Dünya Savaşını takip eden Balfour Deklarasyonu ve Filistin mandasının kurulmasıyla birlikte, Aliyah (İsrail topraklarına diaspora Yahudilerinin geri dönmesi) arttı ve bu da Arap ve Yahudi milliyetçiliğinin çakışmasından dolayı Arap-Yahudi gerginliğinin artmasına sebep oldu. Bir süre sonra İngilizler bu gerginlikle baş edemeyeceklerini anlayınca da hem İsrail’in kuruluşuna vesile oldular hem de bu gerginliklerden dolayı oluşan açmazları Birleşmiş Milletlere taşıyarak bir nevi olayı uluslararası bir sorun haline getirdiler. Bugün, bölgede yerleşik olarak yaşayan Filistinliler artık kendi topraklarında bir sürgün, bir açık hava hapishanesinde yaşamak zorunda kalmış bir millettir. Yaşadıkları ise bir devlet terörüdür.

Sosyal medyada ya da farklı medya organlarında gördüğümüz; “ama onlarda topraklarını satmasalardı” gibi çıkışlar son derece ahlaksız ve acımasız görüşlerdir. Bugün görüyoruz ki İsrail 470 bin kişilik bir askeri kuvveti kara harekâtı için hazırlayarak ve her gün bombaladığı Gazze şeridindeki binlerce masumu yok etmek istemektedir. Üstelik oluşan çatışma sadece İsrail ve Filistinlileri ilgilendirmemektedir. İran, Rusya, Ürdün, Lübnan (Hizbullah faktörü açısından dikkate alınmalıdır.), Suriye, Irak ve en nihayette Türkiye’yi ilgilendirecek bir boyuta gelmiştir.

İtibarını ve Gücünü Yitiren ABD

Bölgede itibarını yitiren bir ABD olduğunu görmemiz gerekiyor. Etkinlik alanını tahkim etmek için bu meseleyi kullanmak isteyebileceğini düşünmek yanlış olmayacaktır. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD’nin bölgeye gönderdiği uçak gemileri için sözleri haklı bir çıkıştır.

Her ne olursa olsun son yüzyılda yaşananlara baktığımızda bazı ufak tefek kazanım zannedilen hadiseler olsa da bu gerilimin kazananı yok gibidir. Umarız bu çatışma bölgeye yayılmadan sönümlenir. Eğer sönümlenmezse, bana bulaşmaz diyen pek çok ülke böylesi bir meselenin ağır sonuçlarıyla yüzleşebilir.