Betül DEMİR'in 30 Mayıs 2024 tarihli yazısı: Konuşamadıklarımızın İçinde Kaybolmak

Kelimelerin sınırlarının ötesinde, sessizliklerin yankılandığı bir dünya var. İnsanlar arasında sıkça yaşanan, ama çoğu zaman üstünkörü geçilen bir gerçeklik: konuşamadıklarımız. Bu sessizliklerin ardında yatan derinlikleri, üzerinde düşünmeye değer bir konu olarak ele almak gerekir.

Hayat, birçok zaman dilimini içinde barındırır. Gülüşlerin, hüzünlerin, sevinçlerin ve kederlerin dans ettiği bu devasa sahnede, insanlar birbirleriyle iletişim kurarak varlıklarını sürdürürler. Ancak, iletişim denilen bu yolculuk, bazen sessiz sedasız bir çıkmaza sürüklenir.

Gözlerimizi kapatıp bu sessizliği dinlediğimizde, içimizdeki fırtınaların ne kadar gürültülü olduğunu duyarız. Sessizlik bazen konuşamadıklarımızla doludur, içsel çatışmalarımızın ve duygusal yaralarımızın derinliklerinden yükselen bir çığlıktır. Konuşmak istesek de, kelimeler dilimizin ucuna takılır, nefesimiz kesilir ve gözlerimizden akan yaşlar sessizliğin acı dolu çığlığına eşlik eder.

Bazen konuşmak zordur çünkü kelimeler, yüreğimizin en derin noktalarına ulaşmak için yetersiz kalır. İçimizdeki karanlıkta kayboluruz ve duygularımızı ifade etmenin ne kadar zor olduğunu hissederiz. Gözlerimizdeki yaşlar, kelimelerin yerini alır ve sessiz çığlıklar haline gelir. Ağlamak, içimizdeki acıyı dışa vurma şeklidir, sessizliği parçalar ve duygularımızın dalgalarıyla dolu bir okyanusa dönüştürür.

Konuşmakta zorlanmak, bir yandan da yalnızlığı derinleştirir. İçsel çatışmalarımızı ve korkularımızı paylaşamadığımızda, duvarlar yükselir ve etrafımızı sarar. İnsanlar arasındaki bağlar kopar, anlayış kaybolur ve sessizlik duvarlarımızın ardında yankılanır. Her kelime, bir kırık parçayı temsil eder ve onarılmaz bir yaraya dönüşür. Gözyaşları, bu yaraların izlerini silmeye yetmez, sadece sessiz çığlıklarımızı daha derinlere iter.

Burada ağlamak, sadece fiziksel bir tepki değildir, aynı zamanda içsel bir çığlıktır. Gözyaşları, içimizdeki acının dışa vurumu ve sessizliğin kırılma noktasıdır. Ancak, bazen ağlamak bile yetersiz gelir, çünkü içimizdeki yaraların derinliği ve sessizliğin ağırlığı altında eziliriz. Konuşmak istesek de, dilimizdeki kelimeler sıkışır ve sessizliğin karanlık sokaklarında kayboluruz.

Konuşmak, kırılganlığımızı kabul etmek ve duygularımızı dışa vurmanın cesur bir eylemidir. Konuşmakta zorlandığımızda, içimizdeki karanlık gölgeye sıkıca sarılırız ve duygusal yükümüzü tek başımıza taşımaya çalışırız. Ama bu karanlıkta bile bir ışık parıldarsa, konuşmak için cesaretimizi topladığımızda, içimizdeki fırtınaların yatıştığını ve yaralarımızın iyileşmeye başladığını hissedebiliriz belki...