Mürvet KARA'nın 11 Mart 2024 tarihli yazısı: Kopenhag ''Ama Neden?''

Bir şeyi yaparken o şeyi ne için yaptığımızı neden bilmeyiz? Bir şeyin yerini tespit edebilir miyiz? Burada mıyız? Burası neresi? Şimdi ne zaman? Şu anda bulunduğumuzun kanıtı nedir? Şu an tam olarak hangi zaman? Bu yazının yazıldığı an mı? Yoksa yazının okuyucusuna ulaştığı an mı?

Peki ama bu yazının nerede olduğunu nasıl belirleyeceğiz? Bu yazı benim zihnimde belirdiği anda beynimdeydi. Yazdığımda Word’deydi. Gazeteye girdiğinde sayfadaydı. Siteye yüklendiğinde ekrandaydı. Siz açtığınızda karşınızdaydı. Okuduğunuzda sizdeydi. Evet ama tam olarak neredeydi? Oyun tüm bu soruları bana sordurmuştu.

Oyun; Heisenberg, Bohr ve atom bombasının yapım sürecine odaklanıyor. İkili arasında geçen konuşmanın hâlâ belirsizliğini koruması, oyunun bu belirsizlik fikri üzerine, Heisenberg’in belirsizlik ilkesine de referans yaparak anlatısını kuruyor.

Bir bilim adamı, bir sorunun cevabını araştırırken onu neden sorguladığının bilincinde midir? İnsan bir şeyi yaparken onu ne için yaptığını neden bilmez?

Bana tüm bu soruları sorduran oyun, sevgili Noyan Ayturan’ın yönettiği Kopenhag oldu. Kopenhag, şimdi ve burada olmanın tespit edilemezliğini fizik alanında gerçekleştirilen çalışmalar üzerinden irdeliyor ve elbette bunu, dünya savaşlarına yön veren bilim adamları üzerinden yapıyor.

Noyan Ayturan’ın hem fizik hem de tiyatro üzerine aldığı eğitimler düşünüldüğünde tam eşleşme sağlanmış bir yapıt olduğu su götürmez bir gerçek. Tiyatro ve fiziğin, fizik ve yaşamın birbirine bu denli yakın olduğu başka kaç an yaşamışımdır? Düşünüyorum. Sanırım ya hiç ya bir ya da iki kere.

Dramaturjisini Melike Saba Akım’ın üstlendiği oyun, minimal bir dekor kullanımıyla oldukça güçlü bir anlatıyla selamlıyor seyircisini. Oyuncu anlatıcı kullanımı ile zamanın çizgiselliğinden kurtulan Kopenhag, “anlaşılır bir dille” söylemesi gerekeni söylüyor.

Oyun, geçtiğimiz günlerde Tatbikat Sahne’de oynandı. Salonun tamamına yakını tarafından da ayakta alkışlandı.

Her bir oyuncunun ayrı ayrı performansları, ışık ve müzik kullanımları göz dolduruyordu. Bunun dışında, Yönetmen Ayturan’ın sinematografik bilgisi, oyunun içerisinde kendisini güçlü biçimde hissettiriyordu. Bu barkovizyon görüntülerinde her ne kadar sahnedeki oyuncuların kaydı alınmış olsa da “Belgesel görüntülere erişilip varsa bunları da oyuna dâhil etmek acaba nasıl olurdu” diye kendime de sormadım değil doğrusu. Ancak Ayturan’ın dramaya bakış açısından dolayı bu kullanım çok yerinde olmayabilir. Zira “gerçek ögelerin kullanımı, dramatik anlatıyı daha değerli kılmaz.”

Işıklar yanıp sönüyor. Ankara, İstanbul’dan gelen bu ekip tarafından oyun sonunda selamlanıyor ve Kopenhag, “ama neden” sorusuyla başlayan seyirlik, Ankara “ama neden” sorusuyla son buluyordu.

Son soru elbette bana ait. Oyunun İsrail-Filistin arasında süregelen savaş sırasında sahnelenmesine devam edilmesi ise oldukça anlamlı. Bana kalırsa, bilimsel gelişmelerin, savaşların seyrini değiştirdiğine dair gerçek, şu soru ekseninde tekrar tartışmaya açılmalı: “Atom bombasını icat eden bilim insanı suç işlemiş sayılmazken atom bombasını atan kişinin savaş suçu işlemiş olması günün sonunda iki kişiyi birden suçlu yapar mı?”

Ve elbette, Kopenhag “ama neden?”