Baha YILMAZ'ın 1 Haziran 2023 tarihli yazısı: Manipülasyon, Zoraki Ahlâk ve Gönüllü Zorunluluklar
Bugün, bugüne kadar ki yazdıklarımızın dışına çıkarak farklı bir meseleyi sizlere sunmaya çalışacağım. Çok emin değilim ama birkaç yazıyı son günlerde üstüne pratik yaptığım güncel konulara ayırabilirim. Aslında üstüne konuşmak istediğim meseleler hepimizi ilgilendiren ancak çoğunlukla fark etmediğimiz konular. Biliyorsunuz, Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimlerini geride bıraktık. Milletimiz tercihini yaptı ve buna da saygı göstermek gerekir.
Sonuçlar üzerinden pek çok tartışma seçim sonrasında yapılıyor. Milliyetçiliğin yükselen trend olduğunu söyleyenlerden beka meseleleriyle milletin korkutulduğunu ifade eden pek çok görüş var. Hepsi üzerine tartışılabilir ya da görüş beyan edilebilir. Türkiye’deki siyasetin geldiği nokta itibariyle manipülasyona açık bir yörüngeye girdiğini ve bu yörüngenin de bizzat siyasetin aktörleri tarafından gerçekleştirildiğini görmemiz gerekiyor.
Özellikle 6’lı masanın kurulum sürecinden itibaren gördüğümüz manzaranın bu manipülasyonun kullanıldığını hem seçmenin hem de konunun tarafları olan siyasal aktörlerin bu meseleden ötürü bizar olduğu kanaatindeyim. Peki, eğer durum böyle ise nasıl oldu?
Kamuoyuna Dayatılan Ahlaki Tercih
Öncelikle seçimden bir sene öncesinden itibaren “seçim zaten kazanıldı” fikrinin kamuoyuna sunulması ve kamuoyunun bu fikri satın aldığını görüyoruz. Çünkü derin bir ekonomik kriz, kamuda yolsuzların öne çıkması, ardı ardına patlayan skandallar ve hepimizi üzen deprem hadisesinin yaşanması bu fikri yerleştirdi. Bir diğer husus, bu fikrin çevresinde şekillendirilen Kemal Kılıçdaroğlu kazanır önermesinin kamuoyuna yerleştirilmesiydi. Süreç içerisinde bu fikrin aleyhinde şekillenen tüm önermelerin bertaraf edildiğini gördük. Üstelik bu bertaraf süreci usul ve üslup adına bir sürü sakıncayı ve kuralsızlığı taşımasına rağmen. Yani bir tarafta ahlaki bir önerme olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun kazanacağının kamuoyuna yerleştirilmesi ve diğer taraftan bu fikrin aleyhinde gözüken tüm aktörlerin ahlâka aykırı bir şekilde tasfiyesine şahit olduk. Örneğin Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın isimlerinin farklı nedenlerle tasfiye edilmesi, misal olarak; İmamoğlu’nun Nagehan Alçı ile çektirdiği bir fotoğraf sonrasında yaşananlar ya da Mansur Yavaş’ın ülkücü kökenli oluşunun aldığı tepkiler gibi. Aslında Muharrem İnce’nin adaylık sürecinde yaşadıkları ya da Meral Akşenir’in masadan kalktığı 3 günlük süreç içerisinde olanları hatırlayalım. Tüm bu örneklerin sonucunda yapılanların aslında ahlaki bir önermenin gerçekleşmesi için yapıldığına inandı kamuoyu. Yani Seçim kazanıldı ve bu seçimi kazanacak olan Kılıçdaroğlu’dur. Öyleyse bu nihai durum için ortaya çıkacak tüm alternatifleri bertaraf etmek üstelik ahlaki olup olmadığına bakmak önemli değildir.
Bir Sevap İçin Bin Günah
Marki de Sade, Sevap kazanmak için işlenen suçlardan nefret edermiş. Sade için makbul olan zevk için işlenen suçlarmış. Aslında Sade’nin bu tavrını siyasette yaşananları gördüğümüz zaman anlamak daha kolay. Çünkü ahlaki bir tercih için bir başkasının görüşlerinin ya da bizzat kendisinin linç edildiğini gördük. Yani Sade’nin nefret ettiği şekliyle bir sevap için bin günah işlendi.
Bu ahlaki duruşun kurumsal süreçlerin işleyişinde de göstermelik, tabiri caizse bir fotoğraf vermek için gerçekleştiğini gördük. 2000 sayfalık mutabakat metninin hazırlandığını, güçlendirilmiş parlamenter sistem için çalışan ekiplerin bir uyum dahilinde çalıştığını tekraren izledik. Özünde ortak bir mutabakat için toplanmış olan 6 aktörlü masanın tüm bu teknik çalışma süreci içinde bir uyumsuzluğunu ya da bir kavram çevresinde tartıştığını duymadık, ne zaman ki adaylık süreci başlayınca tüm bu uyum, mutabakat gibi süslü kavramların yerini ahlaki bir zorunluluk aldığını gördük. Aslında bu örneklemi Cumhur ittifakı içinde farklı bir düzlemde şekillendirebiliriz ya da ifade edebiliriz.
Geldiğimiz an itibariyle Türk siyasetinin içinden çıkılamaz bir manipülasyon sürecine teslim olduğunu ve bu teslimiyetin özü itibariyle geçerli çözümler üretmekten uzak olduğunu söyleyebiliriz. Kaldı ki bu teslimiyetin seçmenin tercihlerini ya da içinde bulunduğu durumu anlaması ve anladıkları üzerinden bir siyaset üretmesini beklemek hayalcilik olacaktır.