Baha YILMAZ'ın 7 Ağustos 2023 tarihli yazısı: Muhafazakarlığın Konforu ve Bana Değmeyen Yılan
Gün geçmiyor ki yeni bir toplumsal hadise ile karşılaşmayalım. Kadın cinayetleri, göçmen sorunları, çevre meseleleri, deprem gibi doğal afetlerden neşet eden meseleler… Bu durumlar karşısında kamuoyunun aldığı pozisyonlar ise bir o kadar manidar. Örneğin Disney’in Atatürk filmini ilk önce, gösterimden kaldırmasının ardından gelen tepkiler üzerine sadece Türkiye’deki platformu ve sinemalarda yayına sokacağını ifade etmesi üzerine, muhafazakâr çevrelerin birdenbire Atatürkçü kesilmesi size de garip gelmiyor mu?
Muhalefet Etmeye Muhalif Olmak
Oysa aynı muhafazakâr çevreler Akbelen hadisesinde oluşan çevre tahribatı konusunda tamamıyla farklı bir tepki verip faaliyet gösteren firma ya da devletin yanında pozisyon aldı. Hal böyle olunca Türk muhafazakârlarının muhalefet kabiliyetinin biraz anlaşılması ihtiyacı ortaya çıkıyor. Bu ihtiyaçla birlikte akla ilk gelen bazı sorular var tabii ki.
Muhafazakarlığın devlet ile olan ilgisinin ve tarafgirliğinin arka planı nedir?
Muhafazakarlığın çeperleri ve muhtevası nedir?
Toplumsal olanın, sivil olanla ilişkisi neden mesafelidir?
Muhafazakarlığı üreten müesseseler nelerdir?
Silikon Vadisini Üreten Dindarlık
İngiliz filozof Edmund Burke tarafından ilk olarak gündeme getirilen muhafazakârlık kavramı Fransız devrimi karşısında alınan bir pozisyonun ürünüydü. Bugün Batı’da ilerlemenin en önemli saiki olan üniversitelerin arka planında dini kurumların olduğu görülür. En eski üniversite geleneği olan Harvard ya da Oxford gibi üniversitelerin en ihtişamlı binası hep bir kilise ya da katedral olmuştur. Biraz daha yakın bir örnek verirsek ABD’deki Silikon Vadisinin arka planında Berkeley ya da Stanford gibi üniversiteler vardır. Bu üniversitelerin arka planında ise dini müesseseler bulunmaktadır.
Yukarıdaki örnekleri vermemin sebebi şudur; toplumsal bir değişimi bir toplum talep etmediği sürece değişimin gerçekleşmesi mümkün değildir. Bu değişim, içinde kendi kurduğu yapıları, kurumları harekete geçirecektir. Anlaşılan o ki ya da şu ana kadar anlaşılan o dur ki: Türk muhafazakârları bir değişim arzu etmemekteler. Hali hazırda siyasal İslam’ın getirdiği bir modernist tavır ile sekülerleşmenin (dünyevi olana erişmenin) sürecini yaşamaktalar.
Pazar akşamı Fikir Coğrafyası Youtube ekranında Tarık Çelenk ile yaptığımız sohbetin ana konusu “Muhafazakâr Bir Muhalefet Mümkün müdür?” idi. Çelenk, özellikle bireylerin kendi yaşamadıkları bir acı karşısında başkalarının yaşadığı acıların anlaşılmasının ya da empati yapılmasının imkânsız olduğunu ifade etti. Bence çok haklıydı. Bugün Akbelen’de yaşananlar ya da farklı toplumsal hadiseler karşısında muhafazakârların verdiği refleksler bu açıdan okunmaya muhtaç. Devleti ve onu yönetenleri bir baba figürüyle içselleştiren Türk muhafazakârlığı, zaman içerisinde yaşadıkları üzerinden değişmeye mecbur kalacak. Değişmekle de kalmayıp çevresini kuşatan her şeyi de değiştirecektir. Bugün aynen Batı’da olduğu gibi Türkiye’de de muhafazakârlığı üreten din ve dini müesseselerdir. Ancak Batı’daki dindarlık, toplumsal değişimin önünü açacak kurumları oluştururken ülkemizde bu yapının ürettiği bir üniversite, bir kütüphane dahi yoktur.
Bugün, bu körleştiren muhafazakârlığı berhava edecek olan yegâne yapı sekülerleşme olarak gözükmekte. Bunun farkında olan ve muhafazakârlığın konforu içinde varlık alanı oluşturan kimi muhafazakâr çevreler bu konudan yakınmaya başladı bile. Sanırım bir süre sonra bu konforda bana değmeyen yılan bin yıl yaşasın diyen pek kimse kalmayacak. Bekleyip, göreceğiz…