Baha YILMAZ'ın 3 Temmuz 2023 tarihli yazısı: Parvus Efendi, Türk Yurdu Dergisi ve Tahılın Anlaşılamayan Gücü
Geçen yazımızda patates ve buğday ilişkisine değinmiş, patatese bulaşan bir parazitin nasıl kıtlıklara sebebiyet verdiğini ve rejimleri devirip, devrimleri tetiklediğini anlatmıştık. 1800’lerin sonları ve 1900’lerin başlarına tekabül eden bu dönemde Avrupa ve Rusya üzerinden bugüne olan yansımalara bir mercek tutmaya çalıştık. Bugün biraz Osmanlıya değinelim istiyorum. Dönemin siyasi çalkantıları üzerinden bir okuma yapmakta fayda var.
Öncelikle Parvus Efendi'den bahsetmemiz lazım. Komünizmin yeşerdiği Avrupa ve Rus kentlerinde adını hiç duymadığınız meşhur bir devrimciydi. Belarus'un küçük bir Yahudi köyünde [shtetl] doğan Alexander Israel Helphand, eski bir liman işçisinin oğlu olarak büyüyerek iri ve geniş omuzlu biri olmuştu. Rosa Luxenburg’dan Lenin’e kadar pek çok anarşist ve devrimci arkadaşı vardı. Devrime inanan bu adamın aynı zamanda kıvrak bir ticari zekâsı da mevcuttu. Parvus’un bizim konumuz olmasının nedeni ise Osmanlının en kritik döneminde İstanbul’da bulunmuş olması yeterli bir sebep olarak görülmeyebilir. Ancak hem İttihat ve Terakki kadrolarına olan yakınlığı hem de bu kadrolara verdiği maddi manevi destek düşünülürse, nedeni anlaşılmış olur. Ayrıca meraklı okurlarımıza bu konuda detaylı bir araştırma yapmak isterlerse Parvus Efendi'nin yazdığı ve Osmanlı ekonomisi için kaleme aldığı “Osmanlının Mali Tutsaklığı” isimli kitabını tavsiye ederim. Kitap, 1911 – 14 yılları içinde Türk Yurdu dergisinde kaleme aldığı makalelerden oluşuyor.
Parvus, 1910'da Rusya'nın tahıl üzerindeki gücünü anlamaya çalışan Osmanlı ve Prusya imparatorluklarının dışişleri bakanlarının güvenilir bir gizli danışmanı olmuştu. Yaşarken kurduğu yarım düzine ucuz ve radikal gazete sayesinde dünya ekonomisi hakkında bir şeyler öğrenmiş on binlerce sadık okuyucusu (çoğunlukla Alman, Rus ve Türk işçilerdi) olan bir radikaldi. Parvus sadece bir bilgin ve yazar değil, aynı zamanda imparatorluk Rusya'sının çöküşüne yol açmış değişimlerin parçası olmuş önemli bir oyuncuydu. Balkan Savaşları sırasında İstanbul'a silah ve tahıl kaçırmış, Osmanlı İmparatorluğu'nun Gelibolu'da savunma hattını kurmasına yardım etmiş ve multimilyoner olmuştu. Birinci Dünya Savaşı'nın ortasında Alman hükümetini, Rus Devrimi'ni başlatmak için elli milyonu aşkın Alman Markı ve içi devrimcilerle dolu kilitli bir tren göndermeye ikna etmişti.
1910’lu yıllara gelindiğinde Rusya, Fransa ve Britanya İstanbul'dan Ortadoğu'ya uzanan bir Alman demiryolu· koridorundan korku duyuyorlardı. Bu koridorun yarattığı tehdit, üç ulusun da 1914'ten itibaren İtilaf Güçleri adıyla gergin bir ittifaka girmesine yol açacaktı. 1908 ve 1914 yılları arasında İstanbul'da yaşanan gerilimler ise adına Jön Türkler denen yeni bir asker grubunu, Osmanlı İmparatorluğu içinde bir Türk ordusu ve devletini baştan inşa etmeye itecekti. Bu devlet inşa etme seferberliği özgün bir niteliğe sahipti ve kısa sürede yirminci yüzyılda dünyanın her yerinde, özellikle de Rus Devrimi'nden sonraki yıllarda Rusya'da gerçekleşecek devrimlere model olacaktı. Jön Türklerin yöntemi orduyu hem askeri ve eğitimsel melez bir yapıya hem de genç erkekleri politikleştiren, eğiten ve onlara öğretiler aşılayan bir araca dönüştürmekti. En hayati unsur ordunun alayları içinde denetleyici bir askeri yapının, yeni oluşan devrim ideallerinin sürdürüldüğünden ve subayların başını çekeceği bir ilticanın önlendiğinden emin olmasıydı. Bu askeri örgütlenme yöntemi, gazete ve eğitsel propagandaları matematik ve mühendislik alanlarındaki pratik eğitimle birleştirerek Türkiye'nin kendisini Balkan Savaşları'nın ortasında yeniden inşa etmesini ve Birinci Dünya Savaşı sırasında Rusya, Fransa ve İngiltere'nin birleşik güçlerini Gelibolu' da yenmesini sağladı.
Osmanlı Ordusuna Modern Mühimmat Sağlayan Bir Komünist
Parvus; Jön Türk Devrimi'yle, 1908'de İstanbul'da kıvılcım aldığı günden itibaren yakından ilgilenmişti. İki yıl sonra finansal zekasını ve nasıl kitlesel bir seyirci kitlesini seferber edeceğiyle ilgili kavrayışlarını paylaşmak üzere geldi. Balkan Savaşları'nın başlamasıyla birlikte nüfuzu başlangıçta umduğunun çok ötesine ulaştı. 1910 ve 1914 yılları arasında Jön Türk Devrimi, imparatorluğu yok etmeye çalışan Balkan devletlerinin oluşturduğu ittifakı geri püskürtecekti. Jön Türkler otomobillerin üzerine monte edilmiş toplarla şehri nasıl kontrol edeceklerini öğrenirlerken, Parvus Türk ordusunun modern mühimmatla desteklenmesine ve Osmanlının kendisine modern, esnek bir tahıl ikmali sunması için yollarını yeniden örgütlemesine yardımcı oluyordu. İstanbul'a ilk kez 1910 yılında vardığında büyük fikirleri olan bir aydındı. 1914'te Jön Türk devriminin gelişimini izledikten sonraysa çok daha cesurca planlar yapacak ve bir dünya savaşının nasıl Rusya' da devrimi başlatabileceğine kafa yoracak sermayesi ve bağlantıları olacaktı.
Parvus’un İttihat ve Terakki Merakı
Parvus, Payitahta İttihat ve Terakki Cemiyeti'yle temas kurmak amacıyla gelmişti. Bu Osmanlı İmparatorluğu'nu yeniden örgütlemeye çalışan, bir bakıma küçülen Osmanlı İmparatorluğu'ndan geriye kalan topraklar üzerinde kendisini Türk yurdunu korumaya adamış bir "Türk" ulusal kimliği yaratacak reformcu subayların ve aydınların oluşturduğu bir gruptu. Bu Cemiyetçiler arasında İsmail Enver isimli küçük ve ince bir genç subayın liderlik ettiği bir hizip, Alman İmparatorluğu'yla ittifak kurmaya çalışıyordu. Prestijli Erkan-ı Harbiye Mektebi'nde Alman subaylar altında eğitim almış Enver, imparatorluğun sınırlarındaki Müslüman askeri grupların, başında bulunduğu Üçüncü Ordu'yla birlikte Türkiye'nin düşmanları karşısında iş birliğine girmelerine katkıda bulunmuştu. Başlangıçta bu devlet kurma planları kısa ömürlü görünüyordu. Parvus, İstanbul’a geldiğinde 1908'de yangınlar şehrin her yerine yayılarak şehrin batısında on binlerce Müslüman sığınmacıya ev sahipliği yapan, kalabalık ve köhnemiş yüzlerce tahta yapıyı yok etmişti. Milliyetçi hareketler tarafından Osmanlı topraklarından kovulan bu insanlar yangınlarla ikinci kez sığınmacı konumuna düşmüşlerdi. Fakat o yıl İsmail Enver (aldığı onursal Enver Paşa ismiyle) başka subaylarla birlikte Jön Türk Devrimi'ni gerçekleştirdi. Devrim Sultan Abdülhamid'i Osmanlı İmparatorluğu'nu anayasal monarşiye benzer bir şeye çevirme umuduyla Meclis-i Mebusan'ı yeniden yürürlüğe sokmaya zorladı.
Asker Millet Propagandası ve Erkan-ı Harbiye Stratejisi
İttihatçılar iktidarı ele geçirdikten sonra Abdülhamid'i Selanik'e sürgüne yolladı. Yeni Padişah V. Mehmed, sultan olacaktı. İttihatçılar gazetelerdeki propagandalarını iki katına çıkararak orduyu doğrudan ulusa, devletin müdafaasına ve en önemlisi yurttaş askerlerin eğitimine her geçen gün daha çok bağladı. Bu eğitim İslami okullardan alınacak ve ordunun kendisi tarafından verilecekti. Türkiye, Erkan-ı Harbiye'deki subayların eğitim düzenini tasarlamış "silahlı bir ulusa" dönüşecekti. 1909'dan sonra İttihatçı subaylar aynı zamanda öğretmenlik de yapıp askerlere tehdit altındaki ulusa destek olmaları için mühendislik, matematik ve milliyetçi propagandalar öğretir oldular.
Sosyalist Sol'daki arkadaşları sayesinde Parvus, İstanbul' da bazı bağlantılar kurmuştu. Daha Odessa' da gençken liman işçilerini örgütlemeye çalışmıştı. Bu işçiler şimdiden güçlü bir boykot hareketi kurmuştu ve başlangıçta hedefi Osmanlı topraklarına doğru genişlediği için Avusturya-Macaristan'ı cezalandırmaktı. 1910'da bu sendikalar Türk milliyetçiliği adına boykotlarını, Avusturya-Macaristan, Yunanistan ve" Türkiye'nin diğer düşmanlarından gelen malları kapsayacak şekilde genişletti. Üzerlerinde bu yerlerin işaretleri olan malları boşaltmayı reddediyor ve imparatorluğun Yunan yurttaşlarına ait firmalarının boykot edilmesi için baskı yapıyorlardı. Parvus'un liman işçileriyle arasında süren bağlar ona Türkiye'nin limanlarında ciddi bir nüfuz kazandırmış ve orada uzun zamandır ticaret ağları olan Yunanları yerinden etmesini sağlamıştı.
Parvus’un Türk Yurdu Dergisi İlgisi
Parvus işçilere ve askerlere ulaşmak için kolay anlaşılan bir dille yazılmış gazetelerden yararlanma konusunda sahip olduğu hatırı sayılır uzmanlığı İttihatçılarla paylaşıyordu. Bir yıl içinde apartmanı, İstanbul'un işçilerini ve askerlerini ortak ulusal kader duygusu etrafında birleştirmek üzere tasarlanmış kitlesel bir ideolojinin yaratılmasına yardımcı olacak yeni bir derginin karargâhı olacaktı. 1900'de enternasyonal bir hareketin doğumuna yardımcı olmuş İskra gazetesinin aksine Türk Yurdu güçlü bir milliyetçi hareketi, Osmanlı İmparatorluğu'nun merkezinden başlayarak inşa etmeye çalışıyordu. Tezlerini Üsküdar' dan gördüğü şekliyle yeni çevresine uyarlayan Parvus, Türk Yurdu için Türklerin yabancıların kontrolü, ulusal iflas ve askeri yenilgilerle ilgili şikayetlerini biçimlendirip ulusal yeniden doğuşun önünü açacak bir ekonomik stratejiye dönüştüren makaleler kaleme aldı. Parvus Türk Yurdu'nun örgütlenmesine yardımcı olurken, Türk Yurdu da askerleri Türk devriminin yeni ideolojisiyle eğitme seferberliğinin merkezi bir parçası halini aldı. Parvus İstanbul'da ordunun, aynı anda politikleştirmenin, fikren aşılamanın ve eğitimin temsilcisi olarak kullanıldığına tanıklık etmeye başladı.
Osmanlı Ekonomisine Dair Bir Kurtuluş Fikri
Öte yandan Parvus, imparatorluğun derdine yazdığı reçeteyle hazırdı. 1911 yılında, Türk Yurdu'nda yayımlanan bir dizi makaleyle imparatorluğun adli muhasebesini çıkardı. Nasıl borç anlaşmaları yaptığını, faizlerin nasıl belirlendiğini ve yabancıların denetimindeki kurumların nasıl ödemeleri garanti altına aldığını inceliyordu. Osmanlı İmparatorluğu'nun hesaplarını dikkatle inceledikten sonra borç sorunlarının Kırım Savaşı'yla başladığı sonucuna varmıştı. İstanbul'u istilacı Rusya'dan koruma çabasıyla Sultan Abdülaziz ağır borçlar almıştı ve borçların vadesi gelince halefleri yavaş yavaş imparatorluğun en değerli tekellerini (örneğin tütündeki) Avrupa devletlerine bırakmıştı. Parvus'un hesabına göre, Avrupalıların denetimindeki Osmanlı Düyun-u Umumiye İdaresi (DUİ) muhtemelen Osmanlıların borçlarını ödemek için gereken vergilerin tamamını çoktan toplamış durumdaydı. Fakat Avrupalılar imparatorluktaki vergi tahsilatını kontrol etmeye devam ediyordu ve ele geçirdiği müthiş miktarda parayı, örnek olarak DUİ'nin basım, yayın, eğitim ve dış ilişkilerden sorumlu aygıtlarını genişletirken bunları doğrudan vergilerden ödenecek masraflar olarak sayarak kolayca gizleyebiliyordu. Ülkenin tütün ve tuzdan alınan en kıymetli iç vergilerini yabancıların denetimindeki DUİ topladıkça ve kazançları büyüyen altyapısına dağıttıkça Türk İmparatorluğu'nun dizginleri hep başkalarında olacaktı. Bu bir imparatorluğun iç ticaretine dışarıdan vergilendirme getiren, Britanya'nın Deniz Gümrük Hizmeti ile Çin'e dayattığı sistemin aynısıydı.
Parvus, Amerika'dan gelen ucuz tahılın 1 865'ten sonra tarımsal imparatorlukları sakatladığına parmak basıyordu. Tahıl fiyatlarının 1860 ve 1890 yılları arasında yarı yarıya düşerek Almanya, Fransa, Britanya ve hatta İtalya gibi daha "endüstriyel nüfuz alanlarına" fayda sağlarken Rusya, Türkiye ve Çin gibi "tarımsal nüfuz alanlarına" zarar verdiğini belirtiyordu. İşte bu 1873'te başlayan tarım kriziydi. Endüstriyel devletler o dönemde Avrupalı çiftçileri ucuz buğdaydan korumak ve statülerini büyük güçler olarak inşa etmek için 1880'lerde tarifeler dayatırken tarımsal imparatorluklar, Amerikan rekabeti ve Avrupa gümrüklerinin ikili etkisinden yedikleri darbeyle en ağır hasarı almışlardı. Osmanlı İmparatorluğu'nu iyileştirmenin tek yolu, serfliğe son vererek ve nüfusla tarımsal toprakların eksiksiz bir sayımını yaparak tarımı radikal bir şekilde ıslah etmekti.
Parvus, geleneksel ekonomik milliyetçilik ve gümrük vergilerinden ziyade tahıldan kente uzanan altyapıyı, özel zirai mülklerin korunmasını, çiftçilere kredilerin genişletilmesini, uluslararası arenada takas edilebilir para birimini ve topraklara tarımsal iyileşmeyi zorunlu kılacak yüksek vergiler getirilmesini savunuyordu. Parvus, Bulgaristan'ın eskiden Osmanlı İmparatorluğu'nun yoksul bir parçası olduğuna işaret ediyordu. Fakat bağımsızlığını kazandıktan sonra Osmanlı topraklarının parçasıyken yaptığından çok daha fazla tahıl ihraç etmişti ve böylece daha yüksek vergiler ödeyebiliyordu. Parvus'un gözlemleri, Türkçe makalelerini okuyan Ortodoks Marksist okuyucularının kafasını kesinlikle karıştırmış olmalıydı. Tarımda özel mülkiyetle birlikte sanayinin kamusal ve özel kesimler tarafından karma biçimde kontrolünü vurgulayan, ilhamını Marksizm’den almış kalkınma stratejisi, daha 1895 gibi erken bir dönemde Prusya devleti için önerdiği reçetesiydi. Aynı strateji onun doğrudan nüfuzu olmadan bir yüzyıl sonra Çin'i ve Vietnam'ı dönüşümden geçirecekti.
1911 yılında yazdıklarını 1914'te Osmanlı'nın Mali Tutsaklığı başlıklı bir kitapta derledi. Askeri öğrenciler için bir ders kitabına dönüştü. Küresel kapitalist sistemin çevre ülkeleri başat mamuller üretmeye ittiğini ve böylece çekirdek devletlerin sanayi malları üretmelerine imkân sağladığını söyleyen temel tezi, ondan çok daha uzun ömürlü olacaktı. Parvus'un gördüğü kadarıyla Jön Türklerin, Osmanlı İmparatorluğu’nun en büyük sorununun Rusların hedefinde olmasından ileri gelmediği gibi sık çıkan yangınlardan ve muazzam miktarda borçtan da kaynaklanmadığını anlamaları gerekiyordu. En büyük sorunu, çiftçilerin tarlalarından limanlarına, Boğaz üzerine kurulmuş başkentine gelen tahılı fonlama, üretme, vergilendirme ve dağıtma biçimlerinde yatıyordu.
Görüldüğü üzere Parvus Efendi’nin Osmanlı’nın en kritik yüzyılında yaptığı tespitler bugünde üç aşağı beş yukarı geçerliliğini sürdürüyor. Türkiye’nin tahıl koridorlarının üstündeki kritik rolünü Ukrayna savaşı sırasında da izledik. Türkiye’nin tarımda kendine yeterli bir hale gelmesi stratejik bir gerekliliktir. Bu yeterliliği sağlayacak imkânı ve arazisi de mevcuttur. Yeter ki istensin. Yoksa 1910’lu yıllarda tahıl hakimiyeti meselesinin nasıl bir dünya savaşı ile neticelendiğini görmemiz ve sonuçlarını idrak etmemiz lazım.
Okuyucuya Not: Son iki yazımızın kaynakçası olan “Tahıl Okyanusları” adlı kitabı kaleme alan Scott Reynolds Nelson’a ve kitabı Türkçeye kazandıran Akın Emre Pilgir’e teşekkürü bir borç bilirim.