Baha YILMAZ'ın 26 Haziran 2023 tarihli yazısı: Patates Midilyösü, Katerina’dan Putin’e ve Ukrayna’nın Onulmaz Zenginliği

Son dönemde hatta son bir seneyi aşkın bir süredir Ukrayna’da olup biteni farklı açılardan takip etmeye çalıyoruz. Haber kanallarının verdiği bilgiler üzerinden Putin analizleri yapıyor. NATO’nun ve AB ülkelerin Ukrayna üzerindeki emellerini tartışıyoruz. Bu sığ tartışma zeminine biraz alternatif olması amacıyla birkaç yazılık bir yaklaşım getirelim istiyorum.

Daha önceki metinlerde patates ile ilgili bazı tarihi, ekonomik ve sosyolojik alanlara girmiş fakat buğday ile olan ilişkisinden pek bahsetmemiştik. Bugün patates kıtlığının hem sınıfsal göstergelerine biraz değinelim hem de nasıl bazı devrimleri tetiklediğini anlamaya çalışalım. Tabi ki buğday ile olan ilişkisinin nelere tekabül ettiğine de biraz göz atalım.

Ukrayna belki de dünyanın en zengin topraklarına sahiptir. Çernozyom adıyla anılan bu yerler, solucanların ve bakterilerin büyüyüp gelişmesine izin veren karanlık, güzel havalanan bereketli topraklardır. 1768'de Çariçe Katerina burayı ele geçirmek için bu bölge ve Karadeniz üzerinden yüz binden fazla Rus askeri yollamıştı. Gıdayı alarak, bozkırları ele geçirerek, buralara buğday ekerek ve ardından Avrupa'nın tamamını besleyerek Rus İmparatorluğu'nu inşa etmek gibi gözü pek bir planı vardı. Ardından Paris'te ekmek fiyatları üzerine çıkan bir devrim, Napoleon'un yükselişi ve Avrupa' da binlerce buğday arazisinin yakılması bunların hepsini değiştirdi.

Odessa tahıl ihraç edip hızla gelişen bir şehre dönüştü ve Katerina'yı takip eden çarlarla onların arazi sahibi soylularını zengin etti. Ukrayna’nın geniş düzlüklerinde yetiştirilen buğday kağnılarla Odessa'ya götürülüyor, oradaki işçiler de buğday çuvallarını, savaşan Avrupa kentlerini beslemek için Livorno, Londra ve Liverpool'a gidecek Yunan gemilerine yüklüyorlardı. Rusya'nın yeni inşa edilmiş limanına buğday akıyordu. Yirmi otuz yıl içinde Fransa' dan göç etmiş mimarlar, devrimden kaçan sığınmacılar Vorontsov Sarayı'nın yanı sıra Alexander Meydanı'nı, Odessa Opera Sarayı'nı ve tahıl tüccarlarına ait devasa yazlık daçaları tasarladılar.

Napoleon'un yenilgisinden sonra Rus buğdayıyla dolu olan bu engin topraklar Avrupalı toprak sahiplerinin hoşuna gitmedi. Gıda ucuzlarken kiraların düştüğü "Ricardo paradoksu" denen durumla karşı karşıyaydılar. Kırk yıl boyunca yabancı tahıla getirilen vergiler Rusya'nın Azima ve Ghirka buğdayıyla dolu ucuz çuvallarını yavaşlatmıştı. Fakat daha sonra fark edilmeden Amerika' dan taşınan bir mantar patatesleri kırmış ve Avrupa devletlerini 1846'da ticaret kapaklarını yeniden buğdaya açmaya zorlamış, bir gıda güvensizliği yaratmıştı. Avrupa'nın işçi sınıfını beslemek için Rusya'nın buğday tarlaları ile Amerika'nın buğday tarlaları arasında yüzyıllık bir ihtilafın ortaya çıkması için bir gerekçe oldu.

Patatesi çürüten parazit buğdayı uluslararası yapıyor

1845'te bu sefer gıdalara bulaşan farklı bir parazit kendi yayılma patikalarını yarattı ve sınırların ötesine kolayca süzülmenin önünü açtı. Bu yeni parazit, darmadağın olmuş imparatorlukları birleşmeye veya kıtlıklar ve isyanlarla yüz yüze gelmeye zorluyordu. Bu yeni parazit özellikle patateste görülen ve bizde adı Patates Midilyösü olarak bilinen bir parazitti.  İçerisinde büyüdüğü geçimlik mahsulü, yani patatesi çürüttüğünden buğdayın uluslararasılaşmasına yardımcı oldu. Bu kıranın karşısında buğday çok ama çok daha uzaklara daha kolay ve dayanıklı olarak sevk edilebiliyordu. İmparatorluklar kırsal kesimdeki isyanları bastırma girişimiyle yeni bir uluslararası aristoi'un çağrılmasına destek oldu. Karadeniz, Ege, Akdeniz, Atlantik, Kuzey ve Baltık Denizlerinin saçaklarında çok dilli yeni tüccar takımı kol geziyordu. Odessa İstanbul boğazlarından devamlı buğday göndererek bu yeni parazitin sebep olduğu yaraları iyileştirmek için devreye girmesini bildi.

Avrupa' da İnka hiyerarşisini andıran bir toplumsal hiyerarşi oluştu. İnka İmparatorluğu'nda patatesler tarım işçilerini beslerken kuru, taşınabilir nişastalar yani kinoa ve diğer tahıllar kilitlenip seçkinlere yollanıyordu. Avrupa' da da İrlandalı, Alman ve Macar köylüler Londra, Hamburg ve Viyana için taşınabilir buğday ekerken ve hasat ederken, kendileri patates yiyorlardı. Aynı şekilde Leh ve Ukraynalı köylüler patates ve çavdar yerken değerli buğday Moskova ve Saint Peterburg'a veya Baltık Denizi kıyılarından kuzey Almanya'ya, Finlandiya'ya ve İsveç' e taşınıyordu.

İrlandalıları dünyaya yayan parazit

1845 Eylül'ünün ortasında infestans'ın yani Patates Midilyösü kendi açtığı yollar üzerinde yıldırım hızıyla yayılması, İrlanda patates kıtlığı dediğimiz, sadece İrlanda' da bir milyona yakın insanı öldüren olaya sebep oldu. En kötüsünü İrlandalı çiftçiler yaşasa da patateslerin yok olması ve kıtlıkla bağlantılı hastalıklar nedeniyle yaşanan can kayıpları İrlanda nüfusunu etkilediği gibi ciddi bir göç dalgasını da tetikledi.

Ticaretin insafı olur mu? İrlanda’da olmadı

Infestans yani Patates Midilyösü önce Britanya İmparatorluğu'nu istikrarsızlaştırma tehdidiyle karşı karşıya bıraktı. İrlandalı toprak sahipleri tahıl ve sığırları İngiltere'ye ihraç etmeye devam ederken, temel besin kaynaklarından yoksun kalmış köylüleri açlıktan ölüyordu. Dönemin Britanya Başbakanı Robert Peel, tahıl sevkiyatlarını, neticede Britanya'nın tebaası olan İrlanda köylülerine yönlendirebilirdi ama bu pahalıydı. Ucuz bir ikame gıda arayışına giren Peel, Birleşik Devletler' den Amerikan darısı getirecek gemiler tuttu. Amerikalılar düzenli bir şekilde darı yerken, bu İrlanda' da o denli bilinmeyen bir şeydi. Darı, kıtlığı durdurma konusunda pek bir şey yapamayınca Peel, 1846'da Parlamento'ya başvurdu. İrlanda' da büyüyen insani krize verilen tek yanıt, yabancı buğdayı (İngiltere'de "hububat" deniyordu) vergilendiren İngiliz "hububat kanunlarını" askıya almak ve sonrasında feshetmekti. Peel'in serbest ticaret çağrısı kesinlikle savunma amaçlıydı: Parlamento'da "Gelin reformlar yapalım" demişti, “ki devrimlerden kaçınabilelim.” Peel'in kabinesindeki anlaşmazlık, hububat yasalarının kısmen feshedilmesinin etkisini gösterebilmesi için yaklaşık altı ayın geçmesi demekti. Muhafazakâr hükümetin ağırlığını toprak lordlarının oluşturduğu üyeleri, Napoleon'un günlerinden bu yana Livorno ve Marsilya' da bulunabilen ucuz Rus tahılının, İngiliz piyasalarına kendilerine rakip olarak girmesine karşı çıkıyorlardı. Patates Mildiyösü haberinin 1846'da uluslararası buğday fiyatlarının artmasına yol açtığından hükümet için daha kötü olanı Peel'in hububat yasalarını feshetmesinin İrlanda'dan tahıl gönderilmesi gibi ters bir etki yaratmasıydı. İrlandalı toprak sahipleri ona en çok parayı ödeyecek ülkelere tekneler dolusu tahıllar yollayarak durumdan istifade etmişlerdi.

İkinci cumhuriyet’e gerekçe olan patates midilyösü

İrlanda' dan sonra Orta ve Doğu Avrupa, bilhassa Batı Almanya' da, Prusya denetimindeki Polonya'da, Avusturya'nın kontrol ettiği hakimiyet alanlarında ve Rusya'nın denetimindeki Polonya topraklarında infestans'ın görünmez işgalinden en ağır şekilde etkilendi. Gıda kıtlıkları ve isyanlar 1846'dan sonra bu bölgeleri tamamen kuşattı ve Fransa bile gıda kıtlıklarıyla isyanlara tanıklık etti. 1847 güzünde düzgün bir tahıl hasadı yaşansa da kıtlıkları ve gıda isyanlarını 1848 Devrimleri denen olaylar takip etti. Başta Fransa gibi diğer ülkelerde liberaller, bu devrimleri silah zoruyla bastırmak için serbest ticaret karşıtı muhafazakarlarla ittifak kurdular: Temmuz Monarşisi (1830-1838) İkinci Cumhuriyet oldu ve yerini kısa sürede yeni bir monarşi aldı. Avusturya İmparatoru Macarlar ve Lehlerin ayaklanmasıyla karşılaşınca Rus çarı 1849'da bunu durdurmak için Karpat Dağları üzerinden on bin asker yolladı.

Patatese bulaşan bir parazitin yaptıklarına şöyle bir bakınca milyonlarca insanın ölümüne sebep olduğunu, bununla yetinmeyip en uzak, en düşman ülkeleri bile ittifaklar kurmaya zorladığını görüyoruz. Ancak şu kesin ki Buğdayı hiç inmeyeceği bir zirveye taşıdı. Bu zirvenin en önemli istifade edeni ise Ukrayna düzlükleri ve bu düzlüklerin egemenleri oldu. Bugün Putin’in hayalleri ne ise Katerina’nın hayalleri de odur.

Hitler’i ve Napolyon’u yutan düzlükler

Unutmamak lazım ki hem Napolyon hem Hitler, güçlerinin zirvesindeyken Moskova’ya saldırdılar. Yenilmez sanılan her iki büyük gücün yenilebileceğinin en somut işaretleri Rusya cephesinde peş peşe alınan yenilgilerle oldu. Hitler’in yaşam alanı (lebensraum) doktrini gereği Almanya, batıdaki askerî harekâtı tamamladıktan sonra doğuya yöneldi. Doğudaki geniş düzlüklerin iyi bir tarım potansiyeli ve Alman çiftçileri için paha biçilmez olduğunu biliyordu. Ha keza Napolyon’da bu geniş düzlüklerin zenginliğini ve bu zenginliğin sağlayacağı imkanların farkındaydı. Ancak bu geniş düzlükler hem Napolyon’u hem de Hitleri yutmuştur. Bu zenginlik onulmaz bir sürecin başlangıcına vesile olmuştur.

Yaşanan gerilimleri tarihsel bağlamından çıkartıp, günlük manipülatif tartışmalar ile değerlendirirsek çok yanılırız. Önümüzdeki yazıda buğdayın Osmanlıya olan etkilerine bakmaya çalışalım hatta Jön Türkler ve Parvus meselesini biraz irdeleyelim.