Utku KABAKCI'nın 18 Ağustos 2023 tarihli yazısı: Tekerrürden İbaret

Her yeni gün, bizlere yeni fırsatların kapısını aralıyor. Yitip gidenlerin ardından durup düşünme fırsatı gibi… Biz biraz da kayıplarımız değil miyiz aslında? Sahip olduklarımız kadar olmadıklarımız/olamadıklarımız da tanımlamıyor mu bizi? Birbirinin aynı gibi görünen binlerce gün yaşadıktan sonra hâlâ aynı kişi miyiz mesela 10 yıl önce olduğumuzla? Nasıl da şaşırtır aynı aynaya her gün bakmakla 10 yılda bir bakmak arasındaki fark? 

Bir yanımız teselli bekleyen, ilgi görmeye muhtaç, şımartılmayı arzulayan çocuklar gibi kalırken diğer yanımız sabretmeyi öğrenmiş, mühim bir karar vermeden önce düşünüp taşınan, dondurma yiyeceği için artık eskisi kadar heyecanlanmayan yetişkinlere dönüşüyor. 

Bir diş hekiminin muayenehanesinin bekleme odasındaki 15 dakika, bir hastanenin yeni doğan ünitesinin kapısındaki 1 saat, önemli bir imtihandan önceki gece, askerdeyken terhis olmaya kalan son bir hafta geçmek nedir bilmezken hafta sonu tatilleri, yaş günü partileri, torunlarımızın bayram ziyaretleri, bilgisayar oyunlarına ayrılan zaman göz açıp kapayana dek tükeniveriyor. 

Başımız okşandığında duyumsadığımız o ılık hissin saniyeler içinde yağmur katresi gibi süzülüp gitmesi yüzümüzden ve buna karşılık yediğimiz tokadın ardından belki dakikalarca sızlaması yanağımızın ne söylüyor bize? Daha sık ve daha çok iyilik yapmamız gerektiğini, çünkü onların unutulup gitmeye acılara nazaran daha meyilli olduğunu mu?

Kâinatın tüm bileşenleri harmoni içinde bir hikâye anlatır bize, yeter ki biz ders almak isteyelim. Bizi doğrulayan ya da yanlışlayan, haklı ya da haksız çıkartan zaman, sürekli değişen bir mevzuata ne kadar uyduğumuza hükmeden tarafsızlığı tartışılabilir bir yargıç edasıyla geçip gidiyor fani ömürlerimizin duruşma salonlarından geriye kendisi haricinde hiçbir şey bırakmadan. Biz yazarlar mübaşirlik yapıyoruz dolambaçlı koridorlarında adliyelerin (yazar burada okurların beyin kıvrımlarını kastediyor), elimizde doktor reçeteleri kadar okunaksız tanık ifadeleriyle. Bir müddet yankılanan seslerimiz atmosferin üst tabakalarından sızıp daha da koyu kılıyor karanlığını uzayın. 

Hayatın neler getireceği de neleri götüreceği de muamma. Bir yandan yeni alışkanlıklar edinirken öte yandan eski arkadaşlardan uzaklaşıyoruz. Ebeveynlerimizi daha iyi anlamaya başlıyor, beş sene önceki damak tadımıza kesinlikle hitap etmeyen yemekleri arar hâle geliyoruz. Giderek daha erken gelmeye başlıyor uykumuz. Biraz kendimiz gibi kalırken biraz da yepyeni biri oluyoruz. Tutarlılığa duyduğumuz hayranlığın sebebi bu değişken yaratılışımız mı sizce? Biz aynı kalsak, dünya değişiyor. 

O hâlde neden “Tarih tekerrürden ibarettir” derler? Kavramların nasıl evrildiğini, edebiyatın, evlenmenin, savaşmanın, giyinmenin, devlet yönetmenin geçirdiği muazzam metamorfozu görmediklerinden olamaz. Bu sözle asıl vurgulanmak istenen, olup bitenlerin bizlere bağlı olduğu bence. Biz aynı kalırsak, aynı koşullarda aynı şekilde davranıp bambaşka sonuçlar umarsak, ders almazsak, hatırlamayı kendimize görev bilmezsek, bile isteye unutmayı seçer ve hep başkalarını suçlamaya devam edersek, tarihin tekerrürden ibaret olduğunu sanmaya mahkûm olacağız elbet. Hepinize güzel değişimler dilerim.