Baha YILMAZ'ın 20 Aralık 2023 tarihli yazısı: Toplumun En Zayıf Halkası ve Afrikalı Leo
Bugün size iki sıradan hadiseden bahsedeceğim. Her iki konu da hem sosyal medyada hem de medya tarafından yoğun bir şekilde işlendi. Gelin önce hadiselere bir göz atalım.
Öznur Göçer, evli ve iki çocuk annesi… Ailenin ilk çocuğu 15 yaşında lise öğrencisi bir kız. İkinci çocukları olan oğulları ise 8 yaşında ve otizm terapisi görüyor. Sanırım Öznur hanımı hem cinslerinden biraz daha farklı yapan en önemli özelliği de otizm terapisi alan bir evlada sahip olması. Çevrenizde otizm terapisi alan yakınlarınız var mı bilmiyorum ama bu terapi sürecinin hem maddi hem de manevi olarak aileleri çok yıprattığını bir kenara not düşmek isterim.
Garip ve Bir O Kadar Hazin Bir Kaza
Ailenin babası Yunus Emre Göçer kendisi moto kuryelik yaparak hayatını kazanıyor. Çocuklarının rızkını her gün İstanbul trafiğinde zamana ve trafiğe karşı yarışarak kazanıyor. Sıradan bir kurye değil Yunus Emre. İleri sürüş teknikleri eğitimi almış, mesleki yeterlilik belgesine sahip bir kurye olarak biliniyor. Hatta işinde o kadar iyi ki kendi namına çalışıyor, onunla çalışmayı tercih eden müşterileri olduğu da biliniyor. 30 Kasım Perşembe günü öğle civarı evden çıkıyor Yunus Emre. Kadıköy’den bir paket aldıktan sonra Avrasya Tünelinden Avrupa yakasına geçiyor. Tüneli kullananlar bilir. Avrasya Tünelinin Aksaray çıkışında bir kaza gerçekleşiyor. Olayın akabinde olay yerine polis memurları ve sağlık görevlileri geliyor. Hemen hemen her kurye çalışanında olan Hedef Takip Sistemi’nde sinyal kesilince diğer moto kuryeler de olay yerine geliyor. Ayrıca kuryelerin bağlı olduğu STK’ya hizmet veren avukatlar da olay yerine geliyor. Yunus Emre bu kazanın hemen ardından hastaneye kaldırılıyor. Yunus Emre’nin eşi Öznur Hanım ve olayın hemen akabinde olaya hemhal olan Avukat Iyaz Çimen de hastaneye intikal ediyor ve sürecin kanuni tarafını takibe başlıyor. Zaten şu ana kadar anlattığımız her şey Yunus Emre Göçer’in eşi ve avukatlarının medyaya verdikleri beyanatlara dayanıyor.
Ancak bu ifadelerde garip olan noktalar var. Öncelikle kazayı yapan yani Yunus Emre’ye çarpan aracın diplomatik plakaya sahip olduğu ortaya çıkıyor. Kazayı yapanın ise Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu Mohammed Hassan Shekh Mohamud olduğu belirleniyor. Olay yerinde tutanak tutan polislerin beyanatını Avukat Iyaz Çimen şöyle ifade ediyor. “Tutanağı tutan polislere, tutulan tutanakta geçen; kaldırıma çıkmaya çalışıp, çıkamayınca aracın altına girdiği ve kazanın gerçekleştiği beyanını kendilerine sorduk. Bu kanaate nasıl vardınız? Olay yerinde tutanak tutan memurların 20 yıllık tecrübelerine dayandırdıkları cevabını aldık.” Kazanın ertesi günü İBB kameralarından görüntüler gelince hadisenin hiç de öyle olmadığı ortaya çıkıyor. Bu arada ortaya çıkan bir diğer gariplik ise Mohammed Hassan Shekh Mohamud ‘un ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılmasıydı. Zaten olaydan iki gün sonra yani 2 Aralık’ta Mohammed Hassan Shekh Mohamud Türkiye’den ayrılmıştı.
Bu hadisenin hemen akabinde kamuoyunda ciddi tartışmalar yer aldı. Adalet, hukuk gibi kavramlar yerden yere vuruldu. Mağdur olan Göçer ailesinin içine düştüğü çaresizlik pek çok ekranda ifade edildi.
Hak Aramak için Hastaneye Gelen Yüzlerce Kurye
Aslında durum o kadar vahimdi ki; bu olayla ortaya çıkan manzara kazanın kendisinden daha vahim ve iç karartıcıydı. Tutanağı tutan memurların neredeyse ölen kuryeyi suçlarcasına tuttukları tutanağı mı, olaya müdahil olan savcının kazayı gerçekleştiren sürücünün ifadesi alındıktan sonra serbest bırakılması talimatını mı, yoksa olay sonrası hastaneye gelen 1000’e yakın kuryenin meseleye sahip çıkması ve olayın büyüyeceğinin anlaşılmasını mı tartışacaktık? Her birisi zor ve ifade edilmesi güç konulardı.
Size bahsedeceğim ikinci hadise ise bu olayın yaklaşık 10 gün sonrasında sosyal medyaya düşen bir röportaja ait. Röportaja konu olan mekân İstanbul’da bir metro istasyonu. Bir muhabir başında kırmızı renkli örme beresi olan bir kadına mikrofon uzatıyor ve soruyor: “Sosyal çürüme ne kaynaklı oluyor abla sizce?” Kadın cevaplamaya başlıyor ve vurguluyor “Türkiye'nin şu anda en büyük sorunu sosyal çürümedir” bu cevabı veren kadının adı Zeliha Burtek. Burtek’in felsefe doktorası sahip olduğunu ve mastırını da sosyoloji alanında yaptığını öğreniyoruz medyadan. İşin garip tarafı, yukarıda bahsettiğimiz menfur hadiseye doğru düzgün hiçbir yetkili bir açıklama getirmezken Zeliha Hanım ironik ve bilmeden cevap veriyor.
Zeliha hanıma biraz daha kulak verelim. Sanki bu sorunun sorulmasını beklercesine sıralıyor Zeliha Hanım: “Dünya tarihi iktisadi olarak her zaman toparlandı. Bir sürü krizler görüldü. Ekonomi her zaman toparlanır, kapital kendini yok etmez ama sosyal çürümeyi de düzeltemezsiniz. Şu anda Türkiye'de sosyal çürüme var. Bunun düzelmesi çok zor, dönüşü olmayan bir yerdeyiz.”
Sessizliği Bozan Kırmızı Bereli Sosyolog
Muhabirin şaşkınlığını hissediyoruz röportajda, afallamış bir şekilde biraz daha konuyu açmasını istercesine mikrofonu uzatıyor Zeliha hanıma: “Sosyal çürüme şu etik denen şeyin yok olması, etik yaşam felsefesi demek. Türkiye'de yaşam felsefesi kalmadı. Yani şöyle bir şey söyleyeyim, yani Türk edebiyatını, Türk sinemasını, Türk tiyatrosunu düşünün. Bu edebiyatta bu tiyatroda, sanatta hiçbir şekilde yazında ve düşünde hiçbir zaman göçmen kültürü, mülteci kültürü, mafya ya da işte kara para aklama gibi kavramlar olmazdı. Ama şu anda biz yavaş yavaş kültürel anlamda bütün ortaya çıkacak yapıtlarda bu kavramlarla karşılaşmaya başlayacağız. Sosyal çürüme bu demek, başka bir toplum olduk. Biz Güney Amerika ülkesi değildik ama Güney Amerika ülkesi olmaya başladık. Çok tuhaf değil mi?”
Zeliha hanım haklıydı. Tuhaf olan bir şeyler var ama biz bunları görmek istemiyoruz. Görmek isteyenleri ise suçlamaya hazırız. Çünkü vatan elden giderse ne yaparız, devletimizin bekası söz konusu olunca her şey teferruattır. Bir kuryenin ölümü vatan ya da devlet söz konusu olunca bir teferruattan başka ne olabilir ki?
Afrikalı Leo ve Amin Maalouf
Ancak bakın Amin Maalouf, 1986 yılında yayınladığı Afrikalı Leo isimli romanında Granadalı Hasan’ın(Leo) hatıratlarından yola çıkarak anlattığı öyküde ne diyor: “Bir toplum en güçsüz bireyini yalnız bıraktığı anda dağılmaya başlar.”
Biz Amin Maalouf’un Afrikalı Leo’nun ağzından söylettiği bu konuyu bir adım öteye götürelim. Bir devlet kontrol ettiği toplumun en zayıf halkasını yalnız bırakırsa dağılmaya başlar.