Baha YILMAZ'ın 27 Temmuz 2023 tarihli yazısı: Üç Tarzı Kültür, Kadro Dergisi ve Kültürel İktidar Problemi

2020’nin son aylarıydı. Yaklaşık 30 yılı aşkın bir diyaloğumuz olan dostum Tolga Avşar ile ortak bir makale yazma kararı aldık. Üzerinde durduğumuz konu ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İbn-i Haldun Üniversitesinde yaptığı konuşmadaki vurgusuydu. Şöyle diyordu Erdoğan: “Hükümet olmakla muktedir olmak, muktedir olmakla iktidar olmak arasındaki farkı buradakiler gayet iyi biliyor. Gerçek iktidarın fikri iktidar olduğunu da gayet iyi biliyoruz. Fikri iktidar yolu zor ve zahmetli bir süreçtir. Bu konuda kendimi biraz mahzun hissediyorum. 18 yılda her alanda tarihi hizmetlere imza attığımızı ama eğitim, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum. Genç bir nüfusa sahibiz ama medeniyet tasavvurumuzu hayata geçiremiyoruz. Medyamız en modern altyapıya sahip ama bizim sesimizi, nefesimizi yansıtmıyor. En haklı olduğumuz konularda bile dünyaya kendimizi anlatamıyoruz. Fikri iktidarımızı hâlâ tesis edemediğimiz kanaatindeyim. Hiç kimsenin bu arayıştan rahatsız olmaması gerekir. Bu arayışa herkesin katkı sağlamasını özellikle bekliyoruz. Fikri iktidarı siyasi kadrolar değil, bilim, sanat ve hikmet, insanları inşa eder.” 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın işaret ettiği Fikri İktidar sorununu makalemizin temeline almıştık. Makale ile uğraşmaya girmeden önce bazı ön kabullerimiz vardı. Ancak bu ön kabulleri bile teyit etmek için ciddi bir okuma sürecine girmemiz gerekiyordu. Doğrusunu söylemek gerekirse detaylı okumalarımız bazı ön kabullerimizi doğrularken bazı kabullerimizi de revize etmemize sebep oldu. Çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın fikri iktidar sorunu aynı zamanda kültürel bir hegemonya karşısındaki serzenişini hatta çaresizliğini yansıtıyordu. 

Üç Tarzı Kültür

Peki, neden her alanda iktidar olunurken kültürel olarak iktidar olunmaz? Burada kültürel donanımızı oluşturan üç temel kaynağa bakmamız gerekiyor. 

Birincisi; seçme şansızımın olmadığı ve içine doğduğumuz kültür. Aslında bu kültür bir nevi antropolojik kültür olarak da tanımlayabiliriz. Aileden yahut içine doğduğumuz dinden, çevreden gelen kültürel unsurları bu tanımlamaya koyabiliriz. Öte yandan antropolojik kültürü ilerleyen bölümünde gelenekle de ilişkilendireceğiz.

İkinci kaynağımız; eğitimle elde edilen kültür. Buna zorunlu kültür ya da maarif kültür de diye biliriz. Bir nevi zorunlu eğitim ile elde edilen ya da kabullenmek zorunda kaldığımız kültürel unsurlar diyebiliriz. Özellikle belirtmek gerekir ki; 1869 yılında yürürlüğe giren Maarif-i Umumiye Nizamnamesi ile Osmanlı eğitim sistemi, Fransız eğitim sistemine göre yeniden düzenlenmiştir. Bu tarihe kadar da var olan Fransız etkisi, bir yıl önce açılan Galatasaray Lisesi (Mekteb-i Sultânî, 1868) ve bu nizamnameyle zirveye ulaşmış ve Cumhuriyet'e kadar devam etmiştir. Aslında bu nizamname bir nevi Cumuhuriyet sonrası da devam etmiştir. Çünkü, Cumhuriyet modernleşmesi, Osmanlı modernleşmesinin bir devamıdır. 

Üçüncüsü ise; Toplumsal Müfredat ile elde ettiğimiz kültür olarak tanımlayabiliriz. Çağın, iletişimin ya da refah seviyemizin elde ettiği veya getirdiği imkanlarla elde edilen kültürel unsurlardır. 

Doğrusunu söylemek gerekirse Prof. Dr. Besim Dellaloğlu’na ait olan bu tasnif bazı meseleleri çözmek de yardımcı olabilir. Özellikle Türk aydınının gelenek-modernlik ya da ilericilik-gericilik gerilimlerinde anlama bakımından bir anahtar görevi görebilir. Devam edelim.

TDV İslam Ansiklopedisi’nde İslamcılık maddesi açılımında; İslâmcılık hareketi, “son iki yüz yıldır hayatın her alanında mağlubiyeti kabul etmiş olan Osmanlı Ulemasının bir kısmında “modern Avrupa medeniyetinin İslâm dünyası aleyhinde oluşturduğu tehditlere etkili bir karşı koymanın ancak modernleşmenin gereklerine uygun bir zihniyet dünyası inşa etmekle ve dinin kılavuzluğunda gerçekleşecek bir modernleşme ile mümkün olacağı fikrine dayanır.” Tanımlaması iki önemli konuyu teşhis etmemize yardımcı oluyor. Birincisi İslamcılığın bir modernleşme hareketi olduğu ikincisi ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vurguladığı; “18 yılda her alanda tarihi hizmetlere imza attığımızı ama eğitim, kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum. Genç bir nüfusa sahibiz ama medeniyet tasavvurumuzu hayata geçiremiyoruz.” ifadesi hem modernleşelim hem de yerli ve milli kalalım itirafıdır. 

Peki, bunun nesi kötü olabilir ki; tabi ki bu temenninin olumsuz bir yanı yok. Besim Dellaloğlu hocanın tasnifine geri dönersek yani üç tarzı kültüre, antropolojik kültürü değiştirmeye, dönüştürmeye çalışan tabiri caiz ise tabiatın doğası gereği diğer iki kültür formudur. Yani Maarif Kültür ve Toplumsal Müfredattır. Diğer bir deyişle Durağan olanı değiştirmeye çalışan dinamik unsurlar, bir nevi fizik kanunu gibi. Bu durum aynı zamanda kültürel alanlarda bir geriliminde sebebini oluşturacaktır.

Cumhuriyet ve Siyasal İslamcı Kadroların Ortak Dokusu: Modernleşme

Hem modernleşelim hem de geleneği koruyalım hatta gelenekten neşet edelim önermesinin zorluğunu anlamak gerekiyor. Muhtemeldir ki, bu anlamda, hükümet ya da İslamcı okur yazarların, yöneticilerin bu tarz serzenişlerini duymaya devam edeceğiz. Doğrusu Siyasal İslamcı hareketin oluşum tabiatı gereği modernist olduğunu bir ön kabul olarak alabiliriz. Zaten hem bugüne kadarki uygulamalarına hem de fikri çıkış noktalara bakılacak olursa bu kabul kendisine rasyonel bir alan bulacaktır. Cumhuriyet modernleşmesi ile Siyasal İslamcılığın modernleşmesi arasındaki doku uyuşmasının farklılıklarını uygulama pratiklerinde bulabiliriz. Özellikle cumhuriyet sonrası modernleşme çalışmalarına yön vermiş Kadro dergisini ve bu dergideki ekibi biraz anlamakta fayda olacaktır. 

Kadro Dergisine Karşı 7 Güzel Adam

1929 buhranı sonrasında dünyada devletçiliğin yükselişe geçtiği 1930’lu yıllarda, Yakup Kadri Karaosmanoğlu dışında Marksist bir geçmişe sahip olan bir grup aydının çıkardığı bir dergi olan Kadro, çoğunlukla yeni kurulan rejimi entelektüel açıdan destekleyici bir çizgi izlemiştir. Bu nedenle Kadro hareketi, devletin başta ekonomi olmak üzere hemen her şeye müdahalesini savunan görüşleri dile getirmiş ve otoriter bir devlet sistemini benimsemiştir. Derginin yazarlarına baktığımızda Kadro’nun ideologu Şevket Süreyya Aydemir, imtiyaz sahibi Yakup Kadri Karaosmanoğlu, yayın müdürü Vedat Nedim Tör’dür. İsmail Hüsrev Tökin ve Burhan Asaf Belge de kurucu yazarlar arasındadır. Derginin başyazarı olan Şevket Süreyya Aydemir ve Vedat Nedim Tör’ün, “1927 Tevkifatı”na kadar Türkiye Komünist Partisi üyesi olduklarını da belirtmek lazım. Dönemin fikri alt yapısını belirleyen bir diğer faktör ise Ziya Gökalp’tir hiç kuşkusuz. İttihat ve Terakki ekolünden gelen Ziya Gökalp’in genç cumhuriyetin Türkçülük damarında etkin olduğunu söylemek gerekiyor. Kadro dergisinin ideolojik ve teorik alt yapısını oluşturduğu modernleşme çalışmalarına bugünkü Siyasal İslamcı iktidarın alternatif olarak koyduğu ise “7 Güzel Adam”dır. Bu yedi kişinin hemen hepsi 150 yıllık modernleşme sürecini değişime zorlayacak ya da geleneği ihya edecek boyutta bir teorik ya da alternatif çalışmaları yoktur. Oysa Kadro dergisi ekibi oldukça jakoben davranmış (her anlamda) ve toplumsal bir değişimi topluma rağmen dayatmıştır. 

Kaçınılmaz olan: Modernleşme ve Sekülerlik

Öte yandan son 20 yıllık siyasal İslamcı iktidardan beslenen kesimlerin bu modernleşme muhtevası ve kısmen de elde refahla birlikte sekülerleştiğini(dünyevileştiğini) ifade edebiliriz. Tekrar başa dönelim antropolojik kültürü yani geleneksel olanı dönüştürmeye çalışan Maarif kültürü ve Toplumsal müfredatı yeniden düşünelim. Hem modernleşelim hem de sekülerleşmeyelim demek akıntıya karşı çekilen kürek gibidir. Eğer akıntıya karşı mücadele etmek istiyorsanız, Osmanlı modernleşmesi ve devamında cumhuriyet modernleşmesinde olduğu gibi ciddi bir insan kaynağı üretimiyle (öğretmenler ve eğitim politikaları ile) akıntıyı kontrol altına alabilirsiniz. Oysa 20 yıllık eğitim politikaları sonucunda ortaya çıkan vahameti her yıl LGS ve üniversiteye giriş sınavlarında görmekteyiz. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifade ettiği ve Siyasal İslamcı hareketin hatta muhafazakarların ideali olan hem modernleşelim hem de geleneği ihya edelim fikri bir ütopya olarak ilerleyen yıllarda da tartışılacaktır. Çünkü Antropolojik olan (yani durağan, geleneksel) ile dinamik olan Maarif Kültür ve Toplumsal Müfredat arasındaki çekişmeyi ilericilik – gericilik, geleneksel – modernist ya da uhrevi – dünyevi gibi farklı alanlardaki gerilimlerde izlemeye devam edeceğiz. Hem de dizi film izler gibi…

Not: Yazımızdaki temel görüşü tersten okuyarak şu sorunun da cevabını arayabiliriz: Türkiye’de Geleneksel ya da muhafazakar kitlenin hem modernleşerek hem de sekülerleşerek nasıl yüzde 52 aldığını ya da modernist olarak tanımlanacak sol, demokrat ve liberal kesimlerin nasıl yüzde 48’de kaldığı meselesini açıklamaya muhtaç bir sorudur. Belki ilerleyen günlerde bu meseleye de el atabiliriz.