R. Bülend KIRMACI'nın 7 Aralık 2023 tarihli yazısı: Yaşamak Zor İş Bu Memlekette!
Güzelim Türkiye’miz ne hâle geldi. Hayat pahalılığı, işsizlik, ağırlaşan borçlar, kalitesiz siyaset, adam kayırmaca, rüşvet, yolsuzluk, faiz, rant vurgunculuğu… Yoksulluğun yarıçapı büyüyor, 14 bin TL yoksa “açsın”; 45 bin TL yoksa “muhtaçsın”. Neden? Yıllardır işi yanlış yerden tutuyoruz. Gelişmekte olan ülkelerden gelişmiş olanlara kaynak aktararak sınıflarını dengeleyen Batı’nın liberal ekonomisini baş tacı yapmışız; devleti yatırımlardan çekmiş, önceki devlet yatırımlarını özelleştirme adı altında yabancılara peşkeş çekmişiz… Hâlâ da akıllanmıyoruz. Kamunun da yurttaşın da “iki yakası bir araya gelmiyor”.
Orta Direk Bel Veriyor
Öyle bir düzen ki fakirden alıyor, zengine veriyor; en alttakiler ile en üsttekiler arasında 9 (dokuz) kat gelir farkı bulunuyor. Vergiyi faaliyet kârlarından alamıyoruz, esasen faaliyet konusuna bağlı kâr ve kazanç da elde edemiyoruz. Maaş ve ücretli çalışanlar ise vergilerini veriyor, dolaylı vergilerde dünya şampiyonuyuz.
Orta yerde elbet bir bütçe var, var ama neye yarar? Devletin bütçesi büyük ölçüde vatandaştan, emekçiden, emekliden feragat edilen vergilerle toplanıyor. Gerçek ücretlerde ve emeklilerin gelirlerinde ise her yıl gerileme yaşanıyor. Çünkü hesaplama yönetimi yanlış. Enflasyonu devlet yüzde 60’larda hesap ederken bağımsız araştırmacılar yüzde 130’larda hesap ediyor. Buna karşılık maaş artışları “beklenti” ekseninde ve devletin verilerine dayanarak yapılıyor, bu açıdan ciddi kayıplar meydana geliyor.
Enflasyonu Halk Finanse Ediyor… Bütçe Açığını Halk Finanse Ediyor…
Evet hayat pahalılığının nedeni; üretimsizlik, dışa bağımlılık sebebiyle dövizdeki artışlar, bütçede yıllara sari birikmiş borçlar… Çalışan ve emekliler bu hayat pahalılığıyla karşı karşıya, bir diğer yandan da gerçek gelirlerindeki net kayıplar ve vergilerini tam olarak vermek nedeniyle enflasyonu ve bütçeyi finanse etmek durumunda. Bununla da kalmıyor; temel hizmetlere erişimin fiyatlanması nedeniyle hem çalışanlar, emekliler hem de özellikle esnaf, çiftçi ve küçük üreticiler ciddi yüklerin altındadır. Yukarıda ifade ettik, yıllardır devlet yatırımlardan çekildi, elindekini sattı; sonuçta özelleştirilen elektrik dağıtım işini üstlenen şirketler 1 koyup 4 kârla elektriği satmaktadır. Alın size üretim haneleri ve aileler için bir kayıp kalemi daha.
O arada petrolü yurt dışından ithal ettiği fiyata göre yüklüce bir kârla pazara sunan özel şirketin bir yıllık kârı %1200’ler dolayında, bunun üzerine bir de devlet vergiler koyuyor; sonuçta caddede araba, tarlada traktör kullanan, nakliye yaparak sebze-meyveyi şehirlere taşıyan insanlarımız petrol fiyatları açısından adam akıllı ütülüyor!
Eğitim de Sağlık da “Paralı”
Yetmiyor, bitmiyor; eğitim giderek paralı ve pahalı hâle getirildi; 2010’lu yılların hemen sonrasında birçok ortaokul ile ilköğretim okulu yapısal olarak yer değiştirdi, o yıllarda tarikat okullarına her türlü destek sağlanırken evlatlarının ortalama koşullarda ve Cumhuriyet değerleri ile eğitim almasına özen gösteren aileler, çocuklarını özel okullara yönlendirmek durumunda kaldı. Öte yanda köy okullarını gözden çıkartan iktidarın “meslekten gelen anlı şanlı” bakanları döneminde devlet okullarına yeterince yatırım yapılmadı; sonuçta eğitim âdeta özel sektörün insafına terk edildi; o arada devlet okullarında bile yok sıranın tamiri, yok temizlik, yok malzeme denilerek eskisine oranla çok daha fazla bağış istendiği söylendi, sonuçta bir vatandaşlık hizmeti olan eğitim de aileler için büyük maliyetler teşkil etmeye başladı…
Karın Tokluğuna Yaşam!
İşte bu nedenlerle değerli okurlarım, Türkiye’de yaşamak gerçekten zor zanaat hâline geldi.
“Yaşamak” derken elbette insanca bir yaşamı kastediyoruz. İnsanın sadece nefes alması veya karnını doyurması değil; ailesi ile beraber eğitim, sağlık, ulaşım konusunda en kaliteli hizmetleri alabilmesi, bir anayasal hak olan tatil hakkından yararlanabilmesi, eskiyen beyaz eşyalarını büyük sıkıntılara girmeden de yenileyebilmesi, kitap, tiyatro, konser gibi kültürel etkinliklerden yararlanabilmesi ve özellikle gençlerin aile desteğine çok fazla ihtiyaç duymadan yuva kurabilmesidir. Yaşamak; çağdaş anlamda yaşamak!
Şehir Hastaneleri Netflix Dizisi gibi…
Peki bizde bu mümkün mü? En temel yaşam hakkı olan sağlık alanında da giderek her şey paraya endekslenmektedir. Şehir hastaneleri sistemi Netflix dizisi kadar işlevseldir; hastanelere erişim olanakları zaman, mekân ve ücret açısından epey daralmakta ve sınırlanmaktadır. Hastane randevu sistemindeki sorunlar çok daha sık telaffuz edilmektedir. Bu iktidarın elbette sosyalizasyon, jenerik ilaçlar, 1. basamak sağlık hizmetleri ve aşı üretimi gibi öncelikleri yoktu, daha çok, başarıyla tesis edilen aile sağlık ocakları ve en büyük iddiaları, her yurttaşın her hastaneye girebilmesi anlamında gerçekten bir büyük eşitliği hayata geçirmekti. Bunu belli ölçüde belli bir zamana kadar başardılar.
Ancak gerek sağlık hizmeti sunan personelin yetiştirilmesi ve istihdamı, gerek artan göç dalgasının baskısı, gerek eski hastanelerin revize edilmemesi ve yeni hastanelerin kurulmasındaki ölçek yanılgıları, bugün sağlık hizmetlerini de vatandaş için büyük bir yük haline getirmiştir. Dolayısıyla sağlık hizmetleri de giderek pahalı hâle gelmekte olup bu da yurttaşlar ve aileler için büyük yükler teşkil etmektedir. Böyle bir memlekette yaşamak gerçekten zordur.
Tuzu Kuru Olanlar, Tuzu Kokuttular!
Ancak yaşamı kolay olanlar da var. Onlar âdeta ayrıcalıklı insanlar! Örneğin İstanbul burjuvazisi… Bu kesimin, gelir kaybına uğradığı söylenemez. Genellikle TÜSİAD çevrelerinde odaklanmışlardır. Geride bıraktığımız yıllarda birikimlerinin çoğu döviz cinsinden olduğu için tuzları kurudur. Aralarından kimileri yurt dışından vatandaşlık ve ada alma konusunda bir hayli ilgiliydi sanırım. Diğer kıyıda, “5’li Çete” diye adlandırılan ve iktidara yakın olduğu söylenenler ve benzerleri… Bunlar da genelde yap-işlet-devret sisteminden nemalandı; köprüden ve tünelden geçen-geçmeyen için hazine tıkır şakır bunlara da ödemelerini yapageldi; davul vergi verenlerin boynunda, tokmak bunların ellerinde idi. Hayat pahalılığından “pay” almadılar, döviz artışından etkilenmediler. O arada, daralan bütçe olanakları nedeniyle “orta çaplı yapım işleri” açılmazken büyük ihalelere daima kaynak bulundu ve bu ihalelerin “dağılımının” belli ellerde yoğunlaştığından dem vuruldu.
Yeşil Sermaye ve Belediye Rantçıları
Yaşmaktan keyif alabilecek başka kesimler de var. Bir zamanlar “yeşil sermaye” diye tartışılan ancak yalın açıklamasıyla iktidara yakın olan ve genellikle Anadolu’da konuşlu bulunan kimi şirketler de devlet işlerinden hatrı sayılır paylar aldılar, genellikle üst yapı yapım işleri ile dışarıdan ithalat konularında bu tür yapılar pazarda egemenlik kurdular dendi.
Öte yandan, belediyelerde, sağlı sollu siyasi yakınlıkların da oldukça rant sağladığı yazıldı çizildi. Deyim yerindeyse “belediyelere hizmet arz” eden “seçilmiş” grupların çoğu işleri üstlendikleri söylendi. Elbet onlar da aileleri de ne hayat pahalılığından ne de dolar, avro artışından mağdur oldu.
Sosyal Medya Bülbülleri ve Huzur Faizdedir Diyen Ayak Topçuları
Türkiye, kayıt dışılık, kuralsızlık, göç dalgası, enflasyon ile boğuşurken “sosyal medya figürleri” ortaya saçıldı. Belli ki büyük hacimli kara para trafiğinin istasyonları olarak keyif çatmaktaydılar. Hem de halkın gözünün içine sokarak ve bütün değerlerimizle âdeta alay ederek. Bitmedi! Bir tuzu kuru kesim daha peydah oldu: kimi “eski” futbolcular ile açgözlü bir bankacı kurdukları “saadet zinciri” ile en aptal insanın bile “bu kadarı da olmaz” diyeceği faiz çarklarında çırılçıplak yakalandı. Yakalanmasalar belli ki onların da çarkı çark, tuzu kuru idi; bu memleket “onlara güzeldi!” Düşünelim, herhangi bir banka, kredi borcunu geciktiren çiftçinin traktörü ve toprağına hemen icra takibi uygularken bu zevat, bankanın çatısı altına girip-çıkıyor, birbirlerine peçeteyle yazılı senetler tanzim ediyor, bu işler kameraların kaydı altında aylar yıllar sürerken kimsenin umuru olmuyor. Nereden baksanız rezalet! “Orta yerde dönen para ve faizine bakılınca da acaba arkasında bahis kirliliği de var mı” diye insanın sorası geliyor.
Bu Memleket Ona Alın Teri Dökenlere, Ahlaklı İnsanlara Güzel Olmalı!
Evet değerli okurlarım, maalesef ülkemiz kimilerimize bir “cennet” fakat büyük çoğumuz için âdeta bir “cehennem”. Biz sıradan insanlar, ay sonunu getiremez, borç ve faiz yükü altında ezilir, elektik, benzin, su ve gaz için cebimizi yakan ve artık canımızı da yakan külfetler içinde sürünürken bir avuç mutlu azınlık; lüks, şatafat, savurganlık, rant ve refah içinde yaşıyor. Ülkemizde bir ekonomik eşitsizlik kadar büyük bir sosyal adaletsizlik (ve sosyal eşitsizlik) var ve buradaki “sosyal” adaletsizlik/eşitsizlik yalnız gelirin bölüşümü açısından değil, ülkenin ve toplumun ahlaki değerlerine bağlı olanlar ile olmayanlar, askerlik yapanlarla yapmayanlar, vergisini verenlerle vermeyenler, gereğinde Türkiye için canını adayanlarla “diğerleri” arasında.
Bugünkü bozuk düzeni yaşasak da taşımamız mümkün değil. Türkiye mutlaka arınmalı ve bu bozuk düzeni değiştirmelidir. Her alanda çok iyi yetişmiş maliyecilerimiz, polislerimiz, teknokratlarımız, yazılım uzmanlarımız, adli tıp yetkililerimiz, dürüst yargıçlarımız ve namuslu basın mensuplarımız vardır. Özellikle toplum örgütleri ve medya, temiz toplum için bir seferberlik başlatmalı, iktisadi yaşamımız, vergisi, külfetin ve nimetin paylaşımı ve yatırımlar açısından hakça bir düzene kavuşturulmalıdır. Geliri ve geçimiyle, sosyal ve kültürel yaşamıyla insanımıza daha yaşanılabilir bir Türkiye kurmak namus borcumuzdur.