Betül DEMİR'in 11 Temmuz 2024 tarihli yazısı: Zamanın Döngüsünde Sıkışıp Kalanlar

Herkesin bir ev hayali vardır, değil mi? Kendi küçük cennetiniz, huzur bulduğunuz köşeniz... Peki ya bu hayal, hiç ummadığınız bir anda kabusa dönüşse? 2019 yapımı "Vivarium" filmi tam da bunu anlatıyor. Yönetmen Lorcan Finnegan, sıradan bir ev arama sürecini, akıl almaz bir hikayeyle bambaşka bir boyuta taşıyor. Başrollerde Imogen Poots ve Jesse Eisenberg’in yer aldığı bu film, bir yandan izleyiciyi geren, bir yandan da düşündüren bir yapım olarak öne çıkıyor. Gelin, birlikte bu tuhaf ve rahatsız edici dünyaya adım atalım.  

Hikaye, genç çiftimiz Gemma ve Tom ile başlıyor. İdeal evlerini ararken, bir emlak ofisine giden çiftimiz burada tuhaf bir emlakçı tarafından Yonder adlı konut projesine yönlendirilirler. Ancak işler burada garipleşmeye başlar. Her ev birbirinin aynısı, sokaklar labirent gibi ve atmosfer oldukça steril ve ürkütücüdür. 

Bu noktada film, gerçekten tüyler ürpertici bir hal alıyor. Çiftimiz, bir türlü bu garip mahalleden çıkış yolunu bulamıyor. Her çıkış denemeleri onları başladıkları yere geri getiriyor. Bu durumun verdiği çaresizlik ve klostrofobi hissi izleyiciye de geçiyor. Ve tabii ki işlerin daha da kötüye gitmesi, çiftin kapısının önünde beliren tuhaf bir bebekle başlıyor. Bu bebek, hızla büyüyor ve çiftin hayatını kabusa çeviriyor.  

Filmdeki atmosfer, kullanılan renkler, müzik ve set tasarımı, izleyiciyi bu tuhaf dünyanın içine çekiyor. Yonder’daki evler, modern yaşamın monotonluğunu ve ruhsuzluğunu simgeliyor. Her şeyin mükemmel ve kusursuz olması, aslında ne kadar korkutucu olabileceğini gözler önüne seriyor. 

"Vivarium" sadece bir gerilim filmi değil, aynı zamanda modern toplumun sıkışmışlık hissini ve bireylerin bu ortamda kayboluşunu da ele alıyor. Gemma ve Tom'un hikayesi, aslında hepimizin günlük hayatında karşılaştığı rutinlerin ve beklentilerin birer yansıması. Film, bir yandan bireysel özgürlüğün kayboluşunu, diğer yandan ise toplumsal normların ve beklentilerin insanları nasıl şekillendirdiğini sorguluyor. 

Filmin belki de en çarpıcı mesajı, tüketim toplumunun bireyler üzerindeki etkisi. Yonder’daki evler ve yaşam tarzı, modern tüketim kültürünün bir parodisi gibi. Her şeyin aynı olduğu, herkesin aynı hayatı yaşadığı bir dünya. Gemma ve Tom’un bu dünyada kayboluşu, aslında hepimizin içinde bulunduğu durumun bir metaforu. 

Lorcan Finnegan, aynı zamanda derin bir sosyal eleştiri yapıyor. Filmin her sahnesi, her detayı, izleyiciye bir şeyler anlatmak istiyor. Rutinlerin ve beklentilerin ötesine geçip, kendi hayatımızı sorgulamamız gerektiğini hatırlatıyor. 

"Vivarium", rahatsız edici ve düşündürücü bir film. İzlerken sizi içine çeken ve sonrasında uzun süre etkisinden çıkamayacağınız bir yapım. Modern yaşamın monotonluğunu ve bireysel özgürlüğün kayboluşunu ele alışıyla, izleyiciyi derin düşüncelere sevk ediyor. Hem sinematografisi hem de verdiği mesajlarla, Lorcan Finnegan’ın ustalığını gözler önüne seriyor. "Vivarium", izlenmesi gereken ve üzerinde düşünülmesi gereken bir film. Eğer hala izlemediyseniz, bir an önce izleme listenize ekleyin.