Betül Gökçe AKGÖL'ün 29 Nisan 2025 tarihli yazısı: Zihinlerimizin Son Sığınağı: Hayal Kurmayı Ne Zaman Kaybettik?
Çocukken her şey mümkün gibiydi. Bir karton kutu uzay gemisine dönüşebilir, bir ağaç evrenin merkezi olabilirdi. Zihinlerimiz sınırsızdı; dünyayı değiştirmek, yeniden şekillendirmek sadece bir hayal gücü meselesiydi. Peki, büyüdükçe ne oldu da hayal kurmak, zaman kaybı gibi görülmeye başlandı?
Modern dünya, verimliliği ve somut sonuçları kutsallaştırdı. "Hayal etme, yap!" diyen sloganlar arasında büyüdük. Okullarda hayal gücüne ayrılan zaman, formüller ve ezberler arasında kayboldu. İş hayatında ise yaratıcılık, yalnızca kâr getirdiği sürece değerli sayıldı. Böylece hayaller, işlevsiz birer lüks haline geldi; gerçeklerin sert duvarları arasında ezildi.
Oysa hayal kurmak sadece bir kaçış değil, insan olmanın en derin ifadesiydi. Hayaller, bilimde devrimler yarattı, sanatta dünyaları değiştirdi. Uçmayı düşleyen bir insan olmasaydı, bugün gökyüzünde yol alıyor olabilir miydik? Veya bilinmeyene adım atma cesareti, hayal gücüyle beslenmeseydi, yeni dünyalar keşfedebilir miydik?
Bugün, hızlı tüketilen içerikler arasında, kısa dikkat aralıklarıyla yaşamaya çalışıyoruz. Her an yeni bir bildirim, yeni bir uyarı, yeni bir 'şimdi' varken, zihnimizin dalıp gitmesine yer kalmıyor. Hayal kurmak sabır ister, boşluk ister, sessizlik ister. Ve belki de en önemlisi: izin ister.
Acaba kendi içimizde hayal kurmaya yeniden izin vermeye cesaret edebilir miyiz? Gözlerimizi bir ekrandan uzaklaştırıp, kendi içimize bakmayı başarabilir miyiz? Çünkü belki de, kaybettiğimiz en büyük hazine tam da orada duruyor: Zihnimizin sonsuz sığınağında, sessizce bizi bekleyen hayallerimizde.
Unutmayalım; bir toplumun en büyük ilerlemesi, hayal edebildiği kadar mümkündür. Ve belki de, kaybettiğimiz hayal gücünü geri kazanmak, geleceği yeniden inşa etmenin ilk adımıdır.