Sedat SADİOĞLU'nun 21 Aralık 2023 tarihli yazısı: Âlimlerin Gözünden İslam
Gören Göz – 47/1: İlk İslâm Filozofu; Kindi
Tam adı, Yusuf Yakup b.İshak el-Kindi’dir. Muhtemelen Miladi 796 yılında Kûfe'de doğdu. O sırada babası İshak b.Sabbah, Kûfe valisi olarak bulunuyordu. Tahsilini o zamanın İslâm kültür merkezlerinden olan Basra ve sonra da Bağdat’ta yaptı. ilk çocukluk yıllarını bu tefekkür ortamında geçirdi. Kur'an’ı Kerim’i ezberledi. Bütün Müslüman çocuklarına uygulanan müfredatı oluşturan, Arapça, sarf, nahiv, edebiyat ve temel aritmetiği öğrendi. Daha sonra, fıkıh ve o zaman yeni okutulan kelâm ilmini tahsil etti. Bütün bunlara ilaveten tıp, felsefe, mantık, hesap, geometri, astronomi ve musiki ilimlerini öğrendi. Bunların neticesi olarak da kendini birçok felsefi eserin Arapçaya çevrilmesine adadı. Kindi, arkasında yüzden fazla telif ve tercüme eser bırakarak tahminen Miladi 866 yıllarında öldü.
Kindi, bilim ve felsefe ile uğraşan ilk Müslüman Arap filozof olması dolayısıyla ‘Arapların Filozofu’ diye anılmıştır. Rivayetler onun İslâm’daki ilk meşşai veya meşşaiyun (gezinenler) ekolünün filozofu olduğunu naklederler.
Kısa Bilgi: Meşşailik adı, derslerini gezinerek veren Aristo’nun okuluna verilen ‘peripatos’ adının Arapçadaki karşılığıdır. Aristo’nun öğretilerinin Arapçaya çevrilmesi, İslâm düşüncesinde hem meşşailik denilen akımın ortaya çıkmasına hem de atomculuk ve kuşkuculuk dönemlerinin ardından kelâm felsefesi denilen rasyonalist eğilimin oluşmasında rol oynamıştır. Meşşailik okulu, İslâm felsefesi içinde doğa felsefesinin etkisinden sonra başlayan rasyonalist felsefe eğilimi sistemli hale gelmiştir. İslâm’da ‘Aristoculuk’ olarak da bilinir. Ne var ki meşşailer sadece Aristo’nun değil, Platon'un ve bu iki filozofun yorumcularının da etkisinde kalmışlardır. Meşşailerin ünlü filozofları Kindi, Farabî, ibni Sina, İbn Bacce, İbn Tufeyl ve İbni Rüşd’dür.
Kindi’nin Ahlâk Öğretisi; Kindi’nin Ahlâka dair en önemli çalışması ve İslâm dünyasında felsefi mahiyette ilk bilinen (ahlâk kitabı) ‘Risale fi’l Hile li Def’il Ahzan’dır. Bu risale ahlâkın veya genel olarak hayatın bir mutsuzluğu yenme çabası olduğundan hareketle yazılmıştır. Kindi, bu eserden başka “Risale fi Hudud’il Eşya” adlı risalesinde de ahlâki konulara yer vermiştir. Risale “Stoa ahlâkı” özellikleri taşır. Ayrıca hayatın gayesi, üzüntünün sebebi ve mahiyeti, üzüntü ve ölüm korkusunu yenmenin çareleri gibi konuları da içerir. Eser sonraki filozofları da etkilemiştir.
Kindi’nin bu eserinde sözünü ettiği üzüntü (hüzün); hastalık, yoksulluk, mal kaybı, yakınların ölümü gibi dünyevi kayıp ve zararların doğurduğu acıdır. O, bu acılar karşısında insanı dayanıklı olmaya ve onları yenmeye çağırırken hem stoa ahlâkını izlemekte hem de İslâm’ın bu konudaki öğretisine sadık kalmaktadır.
Kısa Açıklama: Stoacılık ya da Stoa Okulu, kurucusu Kıbrıslı Zenon olan, Megara okulunun bir kolu olan felsefedir. Helenistik felsefenin en önemli akımlarındandır. Zenon, okulunu Atina’da bir resim galerisinde kurmuştur. Stoacılar için insanın temel amacı mutluluktur. Mutluluğa ulaşmak için ise doğaya uygun yaşamak gerekir. Doruk noktası ahlâk olan kapsayıcı bir dünya görüşüdür. Stoa ahlâkının en yüksek buyruğu, kendine egemen olarak akla boyun eğmektir.
“Yüce Allah’ım Müslümanları, “Onların başına bir sıkıntı ve hoşa gitmeyen bir şey geldiğinde: «Bizi var eden Allah’tır ve varlığımız Allah içindir, sonunda O’na dönecek ve hesaba çekileceğiz» derler.” diyen kullarından eyle… Amin!” (Bakara Suresi, 156.Ayet)
Gören Göz – 47/2: Özünden Kaçmak
Günümüzden daha 30-40 yıl öncesine kadar, insanlarımız, tatil ve özellikle de bayram günlerinde, akrabalarına, memleketlerine veya köylerine giderlerdi. Tatil sonraları, “Bayramı köyümde geçirdim!” ya da “Bayramı akrabalarımla geçirdim!” söylemlerini de (sık sık) duyardık. Oysa şimdi, bırakın köye gitmeyi, akraba ziyaretleri bile tercih edilmiyor. Günümüzde, “Bayramı şu tatil beldesinde geçirdik!” ya da “Bayramı şu ülkede geçirdik!” söylemleri ve modası var. Ben buna, “özünden kaçış” diyorum. Bu özünden kaçışlar yüzünden, maalesef aynı toplum içerisindeki insanlar arasında, gösterişler ve bencillikler başladı. Bayramlarla beraber ortaya çıkabilen ve daha birçok sosyal fırsatlardan (birlik, beraberlik, paylaşım, kardeşlik, kaynaşma, dayanışma, sevgi, saygı, vb.) yararlanmak var iken, kendimizi bu değerlerden mahrum bıraktık.
Kaçış Nelerden ve Neden?
“Bu kaçış nelerden ve neden?” sorusuna yanıt ararsak, buna en gerçekçi ve en mantıklı cevabın, “dünyevileşmek” olduğunu görürüz. Yani, dünya merkezli bir yaşamı tercih etmek. Bunun bilinen bazı nedenleri ise aşağıda sıralanmaktadır;
- Çünkü; toplumsal değil, bireysel (bencil) olduk!
- Çünkü; kardeşlerimizi (Müslümanları) rakip ve hatta düşman görür olduk!
- Çünkü; paylaşımcı değil, ya (aşırı) biriktirici ya da (aşırı) savurgan olduk!
- Çünkü; içten davranan değil, gösteriş meraklısı olduk!
- Çünkü; ahireti unuttuk ve sadece bu dünya için yaşar olduk!
- Çünkü; (belki de en tehlikelisi ki, Allah korusun!) Allah’ı unuttuk ya da unutur gibi olduk!
Kısa Bilgi: Yozlaşmak nedir?
-Özündeki iyi nitelikleri birtakım dış etkenlerle ve zamanla yitirmek, soysuzlaşmak, özünden uzaklaşmak, bozulmak, dejenere olmak, tereddi etmek
-Bir şeyin manevi anlamda değer yargılarını, özelliklerini ve niteliklerini yitirmek, bozulmak, dejenere olmak, özünden uzaklaşmak
-Yaşama biçimi ve görevlerinde gerilemek, yozlaşmak, tefessüh etmek. (Biyolojik) Toplumsal, doğal bozulmaya, dağılmaya ve erozyona uğramak
-Dönüşmek
“Yüce Allah(c.c.) Müslümanları, insanın kıymetini ve kutsallığını iyi bilen ve insan ilişkilerinde çok hassas davranan kullarından eylesin... Amin!”
Gören Göz – 47/3: İnsanların Kurtuluşu
Aşağıda, yazar Adnan Aslan’ın “Dini Çoğulculuk, Ateizm ve Geleneksel Ekol” adlı kitabının 58. sayfasından bir yazısını ve “insanların kurtuluşu” konusuyla ilgili bir değerlendirmesini sunmak istiyorum:
“Fakat insanoğlu yaradılışının gereği olarak gerçeği aramakla yükümlüdür. Diğer din mensupları gerçeği aramak noktasında kendi dinleriyle tatmin oluyor ve başka bir din arama ihtiyacı hissetmiyorlarsa, o zaman onların yapması gereken şey, kendi dinlerine (hakkıyla) uymaktır. Bu şartlar içindeki bir gayrimüslimin, İslâm’ı kabul etmekle sorumlu olabilmesi için;
a) Kendi dininin sunduğu gerçekle tatmin olmaması ve bu durumun, onu yeni bir din aramaya sevk etmesi ve İslâmın da, o ferdin arayış anında ulaşabileceği bir konumda olması,
b) Mensup olduğu kültürel şartlarda İslâm’ın hakikat olduğuna işaret eden birtakım unsurların bulunması,
c) Tebliğ vasıtasıyla İslâm’la karşı karşıya gelmesi,
d) İslâm’ın doğru bir din olduğuna dair, içinde bir his (sıcaklık) doğması gerekir.
Dolayısıyla diğer dinlere mensup fertlerde, bu şartlardan biri veya birkaçı gerçekleşmediği müddetçe, kendi dinlerindeki ahlâki ve metafizik (uhrevi inanç) ilkelere inanmak ve onların gereğini yapmakla sorumludurlar. Bunu gerçekleştirirlerse kurtuluşa ulaşmaları beklenir.” Aşağıdaki ayetler, bu durumu ne de güzel açıklıyor;
“Ve şâyet senin Rabbin dileseydi, yeryüzünde olan kimselerin hepsi elbette topluca iman ederlerdi. Yoksa sen, insanları Müminler oluncaya kadar zorlayacak mısın?” (Yunus Suresi, 99.Ayet)
“Sizin dininiz size, benim dinim de banadır!” (Kâfirûn Suresi, 6.Ayet)
“Yüce Allah’ım Müslümanları, iyilerle beraber canlandır… Amin!”
Gören Göz – 47/4: İslâm’ın Dünya Görüşü
İslâm’ın dünya görüşüyle ilgili pek çok değerli İslâm âliminin farklı görüş ve yorumlarına rastlarsınız. Çünkü birçok görüş, eski ve yeni görüş ile mukayeseli anlatıldığından, bazen anlaşılmasını ve bir sonuca varılmasını zorlaştırmaktadır. Aşağıda okuyacağınız görüşün ise anlaşılır ve doğru bir görüş olacağını düşünüyorum. Şimdi, ünlü Fars (İranlı) âlimi Ferîdüddin Attar’ın konuyla ilgili görüşüne bakalım;
“Dünya, ancak bir tılsımdan ibarettir! Allah her şeydir! Görebildiğin şeyler ise, O’nun ayeti ve O’nun dilinen başka bir şey değildir! Bil ki, görünen âlemle görünmeyen âlem, bizzat O’nun kendisidir! Ancak O vardır ve var olan da (sadece) O’dur! Her ne kadar dünya kamaştırıcı bir güneş ile aydınlanmış da olsa, gözler yine kördür! O’nu görmeyi başaracak olursan, hikmeti kaybedersin! O’nu tamamen görecek olsan, bu sefer de kendini kaybedersin!”
Ferîdüddin Attar Kimdir?: Tam adı Ebu Hamid Ferîdüddin Muhammed bin Ebu Bekir İbrahim-i Nişâbûrî’dir. İran’da Nişabur şehrinde 1136 yılında doğmuş, 1221 yılında vefat etmiş ünlü İranlı şair ve mutasavvıftır. Hekim ve eczacı olmasından dolayı Attar (aktar) olarak anılır. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Şeyh Galip ve diğer mutasavvıflar tarafından yüceltilen Attar, çoğu günümüze kadar ulaşan pek çok eser bırakmıştır. 1187 yılında yazmış olduğu Mantıku’t-Tayr, 4724 beyitten oluşan en önemli eseridir. (Yukarıdaki görüşü de bu kitaptan alınmadır.)
Bağlantılı bir ayet; (Ali İmran Suresi, 14.Ayet)
“İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Hâlbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Oysa varılacak yerin (ebedî hayatın) bütün güzellikleri Allah katındadır.”
“Yüce Allah(c.c.) Müslümanları, “Size verilen şeyler, dünya hayatının geçim vasıtası ve süsüdür” mesajını iyi idrak eden ve bu anlayışı hayatının baş köşesine koyan kullarından eylesin… Amin!” (Kasas Suresi, 60.Ayet)
(NOT: Kırkyedinci bölümün sonu…)