Ahmet KÖPRÜLÜ'nün 29 Haziran 2023 tarihli yazısı: AR-GE Olmazsa Kalkınma da Olmaz
Bir ülkenin kalkınma hedeflerini tutturabilmesi için kesin olan bir şart var ki o da AR-GE için ayırdığı zaman ve emekle doğru orantılıdır. AR-GE varsa kalkınma da var, AR-GE yoksa kalkınma da olmaz. AR-GE elbette bilimle anlamlıdır, düşünce için bir emek/efor elbette var ama bilimsel üretim emek, serbest zaman ve hür düşünce ortamı ile birleşirse verimli ve değerli olur.
Ülkemizde hür düşünce ortamı zaman zaman kesintiye uğrasa da özellikle sosyal konularda tartışılmadık çok az ayrıntı kaldı. Ancak fen bilimleri ve matematikte çok dar, çok sınırlı bir çevrede de olsa bazı tartışmaların yapıldığını görmekteyiz. Hatta fen bilimlerinde yetkin olmayan, eğitimi yetersiz çevrelerdeki üniversitelerden çok daha fazla heyecanlı ve istekli düşünce ve buluş üretme çabasını hayretle izlemekteyim. Üniversitelerimiz maalesef bilime katkı sağlayacak düşünce üretimini, buluşları sağlayamamakta hatta sıradan, olması gereken akademik standartların bile gerisine düşmektedirler. Bunda pek çok büyük üniversitenin bölünmesi ve bölümler arasında yıllar içinde gelişen eşgüdüm ve birikim ortamının yok olması, bilimsel projelerin maliyetlerine bütçe ayrılamaması gibi etkenler etkili olmuş olabilir. Ancak bu; düşünce üretimine/buluşa engel değildir. Bazen sıradan, adı sanı duyulmamış liselerin yıl sonu bilim sergilerinde bile o kadar ilginç ama bir o kadar da uygulanabilir, ticari buluşlar ortaya çıkıyor ki, insan, “Üniversitelerimiz ne yapıyor?” demekten kendini alamıyor. Yaşadığım bazı olaylarda kimi akademik çevrelerin sadece cv peşinde koştuklarına, ülke yararına da hiç bir çaba içinde olmadıklarına bizzat yaşayarak tanık olmasam bu yargıya bu kadar kolay varmam elbette mümkün olmazdı. Elbette genele yönelik değil iddiam, bir mikrobiyoloji araştırmasının amatör kişiler eliyle yapılması kadar saçma ve korkunç bir düşüncenin içinde de değilim. Ancak yaşadıklarım, görgülerim, üniversitelerimizdeki ataleti, isteksizliği açıklamak için maalesef iddiamı destekleyebilecek kadar yeter oranda veri sağladı bana.
Kaldı ki büyük buluşların birçoğu, ay ışığına bakarken insanların beyninde oluşan küçük kıvılcımlarla, samanlıktan çevirme atölyelerde, hatta çocukluktan sokakta oyun oynarken kafalara yer eden düşüncelerle geliştirilmiştir. Bunu söylerken bilimi ve akademiyi küçümseme çabam yok ama bugün bilim dediğimiz potansiyel “hop” denilince ortaya çıkmadı, yıllar içinde “kartopu” misali yuvarlanarak, büyüyerek, tartışılarak, gelişerek geldi. Eğer düşünce/buluş/yenilik heyecanı olmasaydı bugün hayatımızda şu anda zemininde okumakta olduğunuz, cep telefonu, laptop vs. ortada olmayacaktı. Eğer heyecan yok olduysa istediğiniz kadar pahalı ve gelişmiş araştırma laboratuvarları kurun faydası olmayacaktır. Kurumlar da taklitçilikten öteye gidemeyeceklerdir. Buluş maliyeti elbette yüksektir, bu nedenle sanayinin AR-GE isteksizliğini anlayabiliyorum ama üniversiteler pek çok araştırmaya imza atabilir ve bunda yaşadıkları mali kayıplardan da sorumlu tutulamazlar. Bu, heyecanlarını kaybetmeleri için bir gerekçe olamaz.
Çin, bugünkü durumuna 1980’lerde yakaladığı ivme ile her yıl ortalama yüzde 9 seviyesinde büyüyerek ulaştı. Almanya 50’lerde yakaladığı yüzde 5-6 seviyesindeki büyüme ile ikinci dünya savaşının enkazından bugünkü haline ulaştı. Güney Kore 1965-80 arasını neredeyse her yıl yüzde 10 büyüyerek geçirdi. Buna karşılık Arjantin 1960’larda gelişmiş ülkelere çok yaklaşmışken, bu momenti koruyamamış ve 25 yıl boyunca hiper enflasyon nedeniyle parasından 16 sıfır atılacak kadar güç bir dönem geçirmiştir. Burada ortaya çıkan sonuç; sürdürülebilir büyümenin ardındaki gerçek itici gücün, Ar-Ge’ye ayrılan kaynak olduğudur.
Bugün gelişmiş olarak kabul ettiğimiz pek çok ülkenin geçmişte AR-GE’ye ayırdığı kaynağı, fedakarlığı örnek almamız gerekmektedir. Tabi ben burada biraz kendi yaşadığım tecrübelerden yola çıkarak AR-GE’nin yükünün sadece üniversitelere yıkılması taraftarı olmadığımı, aksine amatör buluşçuların heyecanını değerlendirecek, onlara kolay ve prosedürü az patent imkanı sağlayacak buluşların da önünün açılması gerektiği düşüncesindeyim. Yoksa ithal edilen bir yeni ürünü elimize aldığımızda, her seferinde, “Bunu ben de biliyordum, biz de yapabilirdik” demekten kendimizi alıkoyamayız. Bu nedenle üniversitelerimizde yaşanan motivasyonu, heyecanı artırmanın yollarını bir an önce bulmalı ve amatör ruhu ve heyecanı ile buluşturacak organizasyonlar yapmalı ve bunları da kayıt altına almalıyız.