Utku KABAKCI'nın 29 Eylül 2023 tarihli yazısı: Bekârlık Sultanlık mı?

Emek piyasasına dahil olan kadın sayısının artması, evlenen çiftlerin aileleriyle birlikte oturmak yerine farklı bir yerde yaşamayı tercih etmeye başlaması, evliliği sürdürmek için gerekli olan eşinize zaman ayırma ve sadakat gösterme gibi değerlerin, başarılı bir çalışma hayatının olmazsa olmazı esnek çalışma saatlerine uyum sağlayabilme ve profesyonel şekilde iş değiştirebilme gibi becerilerle çelişerek bizi neredeyse çift karakterli hâle getirmesi gibi saymakla tükenmeyecek kadar çok faktör göz önünde bulundurulduğunda evliliğin miadını doldurmuş bir kurum ya da işlevini yitirmiş bir gelenek olduğu söylenebilir mi?

Bilhassa sosyal medyanın gündelik yaşamımızın ayrılmaz bir parçasına dönüşmesiyle birlikte her birimiz için bu mecrada sergilenen gövde gösterilerine ve çoğu kullanıcının hayatını aslında olduğundan daha iyi gibi gösterme/sadece başarılarını, tatillerini, mutlu anlarını sergileme eğilimine maruz kalmak rutin hâle geldi demek yanlış olmaz sanıyorum.

Artık nereye giderse gitsin telefonunu yanında taşıyan bireylere ulaşmanın kolaylaşması ve yukarıda bahsettiğim davranış tarzının yaygınlaşmasıyla birlikte çoğumuzda kendi deneyimlerimizi başkalarınınkiyle gayri ihtiyari olarak da olsa mukayese etme gibi bir refleks geliştiği kanaatindeyim.

Hâl böyle olunca tabiri caizse bir tiyatroya ve hatta lansman kampanyasına dönüştürülen lüks restoranlarda yemek yiyebiliyor olmak, biletleri aylar öncesinden tükenmiş bir sanatçı konserine iştirak etmek, son model bir arabaya sahip olmak gibi durumların “gözümüze sokulması”nın, bu aktiviteleri gerçekleştirebilecek maddi güçten yoksun insanların depresyona girmesini tetikleme ihtimalinin mevcudiyeti de inkâr edilemez bir nitelik kazanıyor.

İşte bu depresif ruh hâlinin de tesiriyle hayatımızın gönlümüze göre bir akış içerisinde olmamasının acısını en yakınlarımızdan hâliyle de ilk önce ve en çok hayat arkadaşlarımızdan çıkarır vaziyete düşebiliyoruz. Mutsuzluğumuzun esas sebebi olan görgüsüzlük, teşhircilik ve toplumsal moralite seviyesindeki düşüş yerine eşimizin gelir seviyesi ya da tanıdıklarımız kadar tüketememek gibi gerekçelere bağlıyoruz kendimizi kötü hissetmemizi.

Yaşanması muhtemel tüm bu menfi tecrübelere rağmen nikâh memurlarının imzalarımızı almaya devam ettiği de yadsınamaz. Neden mi?

Uzun ve yorucu mesai saatlerinin ardından sinirlerinizi alt üst eden sıkışık trafiği atlattıktan sonra dışarıdan baktığınızda oturduğunuz dairenin ışığının yandığını görmek, cebinizden veya çantanızdan anahtar çıkarmaya uğraşmadan sadece zile bastığınızda kapının açılması, girdiğiniz andan itibaren binanın içine yayılmış olan siz apartman merdivenlerini tırmandıkça yakınlaşan mis gibi sıcak yemek kokusunu solumak, tanıdık bir elin kabuklarını soyup meyve bıçağının ucuna sapladığı bir dilim yeşil elmayı uzatması bize veya önümüzdeki sehpaya bir bardak çay bırakması kaç şeker istediğimizi söylememize gerek kalmadan, uzun ve soğuk kış gecelerinde sarılıp üşümekten kurtulacağınız bir başka canın varlığı, büyüklerimizin “evde bir ses, bir nefes olması” diye tarif ettiği şey yani. Sevmek yalnızlığın panzehiri değil mi?

Evlilikler her ne kadar giderek yükselen bir oranda boşanmayla sonuçlanır hâle geliyor olsa da günümüzde, elimizin altındayken belki de pek umursamadığımız, ancak yitirdikten sonra kıymetini anladığımız sayısız nimetin de kaynağı niteliğinde bir sosyal müessese hâlen izdivaç. Takdir sizin. Bu mühim ve zorlu kararı alırken şansınızın yaver gitmesini temenni ederim tüm kalbimle.