Baha YILMAZ'ın 30 Ocak 2024 tarihli yazısı: Bela Bartok, Türk Halk Müziği ve Ben Yaptım Oldu Devrimi 3

Bartok’un konferansları ve derleme gezilerinden kısa bir süre sonra Halkevlerinde yürütülen müzik çalışmalarında çıkarılan yönergelerde bu anlayışın izlerini görmek mümkündür. 1939 tarihli Halkevleri Öğreneği’nin 41. ve 44. maddesi şöyle kaleme alınmıştır:

“Madde 41-Halkevleri müzik çalışma ve müsamerelerinde arsıulusal modern müzik ile halk türkülerimiz esas tutulacak ve arsıulusal müzik teknik ve araçları kullanılacaktır. Müzikte ergemiz modern ve asri ulusal müziği ve sayra tarzını esas tutmak ve bunu saptamak ve sağlamaktır. Halkın müzik zevkini artırmak ve yükseltmek için radyo, gramofon gibi araçlardan faydalanmalıdır.”

Madde 44- Şube halk arasında hele köylerde ve oymaklarda söylenen halk türkülerinin notaları ve sözleri ile ulusal oyunları saptar.”

Bartok’un gezisinden üç yıl sonra Halkevlerinin yedinci kuruluş yıldönümü dolayısıyla 19 Şubat 1939’da Modern Türk Müziği Festivali gerçekleştirilmiştir. Bu festivalin yerel ezgilerin temel alındığı bestelerden, düzenlemelerden oluştuğu görülmektedir. Konserde, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası tarafından Cemal Reşit Rey’in yönetiminde “Karagöz” adlı senfonik suiti, Hasan Ferit Alnar yönetiminde Orkestra Suiti, Ulvi Cemal Erkin’in piyano ve orkestrası için “Konçertino”su, Ahmet Adnan Saygun yönetiminde “Ayin Raksı”, yine Alnar yönetiminde Necil Kazım Akses’in “Çiftetelli” adlı senfoni dansı seslendirilmiştir. Burada bestelenen eserlerin formlarına bakıldığında bize ait özgün bir form olmayışı dikkate değerdir. Her alanda millilik iddiası bir taklit mi üretmiştir? Bu sorunun cevabı tartışmalıdır.

Şunu ifade etmek gerekir ki; Bartok ile Türkiye’de Türk Halk müziği derlemeciliğinde ve araştırmacılığında yeni bir dönem ve sürece işaret edilmektedir. Çalışmalara yeni bir anlayış, yeni bir yaklaşım ve yeni bir yöntem egemen olmuştur.  Bir Halk müziği envanteri oluşturulmuştur. Halk müziğine ilişkin çalışma, kitap ve makale yayınlarında da gözle görülür bir artış yaşanmıştır. Bu çalışmalar içerisinde Muzaffer Sarısözen gibi derleme üstatları ortaya çıkmıştır. Sadece Sarısözen tek başına 2000 civarında Türk Halk Müziği ezgisi derlemiştir. Daha bilimsel bir anlayış ve yöntemler ile sürdürülen Anadolu derleme gezileri 1952 yılına kadar sürdürülmüş ve zengin bir arşive ulaşılmıştır. 1937 yılında yapılan derleme çalışmasına Necil Kazım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Halil Bedii Yönetken, Muzaffer Sarısözen, Ferit Alnar ve Arif Etikan gibi sanatçıların da katıldığı görülmektedir. Yürütülen derleme çalışmaları sonucunda 10.000’den fazla türkü derlenerek kayıtlara geçirilmiştir.

Cumhuriyet elitlerinin müzik anlayışı ve bu anlayışa tekabül eden müziğin kök salabilmesi için Musiki Muallim Mektebi kurulmuştur. Denilebilir ki, Musiki Muallim Mektebi, Yeni Türkiye’nin gündemine Batı Müziği’nin hızlı bir giriş yapmasına neden olmuştur. Seda Bayındır Uluskan, “Atatürk’ün Sosyal ve Kültürel Politikaları” adlı çalışmasında bu duruma yaptığı yorum şöyle: “Aslında Batı müziği ülkeye ilk olarak Osmanlı döneminde girmeye başlamış ve eğitimi de Darülelhan ile verilmeye çalışılmıştır. Cumhuriyet döneminde de Batı müziğini yerleştirme misyonunu Musiki Muallim Mektebi üstlenmiştir. Bunun sonucunda ise Cumhuriyetin onuncu yılına dek, geçen on yıllık süreçte eski ile yeninin mücadelesi hiç bitmeden devam etmiştir. Müzik alanında şunu söyleyebiliriz ki, geçen on yılın sonunda alafranga yani Batı müziği galip gelmiştir. Hatta tek sesli, çok sesli tartışmalarında Türk müziği çoğu kez “iptidai” görülmüştür. En basitinden o yıllarda Peyami Safa, Cumhuriyet gazetesindeki bir yazısında milli musikimizin artık meyhanelerden başka bir yerde dinlenmesine imkân kalmadığını yazabilmiştir. Safa yazısının son bölümünde ise alaturka müziğin içinde bulunduğu durum ve geleceği hakkında “...Alaturka musikînin hemen bütün sanatkârları, halkı bugün bir konser salonuna değil, topyekün meyhanelere çağırıyorlar. Alkolün ve musikînin daveti birleşince, dinleyiciler arasında da alkolik ve musikî dostu birbirine karışıyor. Bunda içki satanlarla beraber çalgı çalanlar ve şarkı söyleyenler de bir şeyler kazanabilirler fakat alaturka musikînin pek çok şey kaybettiğine, hayatını ve istikbâlini kaybettiğine hiç şüphe yoktur. İçkili bahçelerde alaturka musikîyi yaşattığını zanneden bestekâr aldanıyor: Pek yakın bir istikbâlin Türkleri, bu meyhane zırıltılarına ne alaturka ne de musikî diyeceklerdir. Bilâkis, bu sesin içinde musikîye benzer bir şey kaldıysa, içki, onu da sanat tarihinin en şerefsiz mezarlığına doğru ite kaka sürüp götürüyor” şeklinde bir yorum yapmıştır.”

Gökalp’in Bizans artığı gibi nitelediği klasik müziğimiz engellenmek için hemen hemen her şey denenmiştir. 1930’lu yılların ortalarında MEB bünyesinde Ankara’da bir uzmanlar toplantısı daha yapılmıştır. 1934-35 öğretim yılında dönemin Milli Eğitim Bakanı Abidin Özmen’in yaptığı bu toplantı (26 Kasım) ilk müzik kongresi olarak gösterilmiştir. Bu kongrenin amacı, memlekette yapılması düşünülen müzik inkılâbı hakkında alınması gereken tedbirleri tespit etmek olarak belirlenmiştir. Ankara’daki bu kongreye çağrılan sekiz müzisyen ve sanatçının isimleri ise Cemal Reşit Rey, Cevat Memduh Altar, Halil Bedii Yönetken, Hasan Ferit Alnar, Necil Kâzım Akses, Ulvi Cemal Erkin, Nurullah Şevket Taşkıran ve Cezmi Erinç’tir. Heyette ayrıca Veli, Ahmet Adnan, Mahmut Ragıp, Ferhunde Ulvi, Necdet ile Talim ve Terbiye Kurulu’ndan İhsan, Kâzım Nami ve Vedat Nedim Beylerin de hazır bulundukları belirtilmektedir. Toplantıda müzik eğitimi, müzik eserlerinin telif haklarında yapılacak düzenlemeler gibi teknik konuların yanı sıra, “radyodan sonra plak vasıtasıyla yahut umumi mahallerde çalınan alaturka musikinin men’i çareleri” ile “operetlerin musiki, ahlak ve tiyatro bakımından kontrolü” gibi yasaklayıcı/denetleyici önlemler görüşülmüştür.

Tüm bu olanlara bakıldığında geldiğimiz nokta içler acısı olarak değerlendirilebilir. Klasik Müziğimize yapılan tüm engellemelere ve Çok Sesli Batı Müziği’ne tanınan tüm olanaklara rağmen büyük bir bestekarımız ya da uluslararası arenada tartışmasız bir sanatçımız var mıdır? Tartışılır. Üstelik eldeki klasik müziğimiz de heder olup gitmiştir. Bugün gençlerin dinlediği ümit edilen ve 60’ların ya da 70’lerin film müziklerini Klasik Türk Müziği olarak tanıtan ve icra eden devlet koroları da işin başka bir vahim yönüdür.

Unutmadan ekleyelim, Bartok büyük bir besteci ve araştırmacıdır. Kendisine düşen vazifesini yapmış ve bir halk müziği envanteri oluşumunda bir kıvılcım görevi üstlenmiştir. Onun varlığıyla başlayan bu kıvılcım 10 binin üstünde bir halk müziği envanterine neden olmuştur. Ancak halk müziği tarafında da gelinen nokta hiç de iç açıcı değildir. Müziği değiştirerek sosyolojiyi değiştirmek iddialı ve oldukça zordur. Kökeni yüzyıllara dayanan bir müzik anlayışını değiştirmek için yola çıkıp başarısız olursanız, başarısız olmakla kalmayıp mevcudu da kaybedersiniz. Pirince giderken eldeki bulgurdan olursunuz.

Neydi şiarımız: Halk için halka rağmen… Hadi hayırlısı…