Hüseyin ALPASLAN'ın 4 Temmuz 2024 tarihli yazısı: Sakarya Zaferi’nden Lozan’a Kadar Ermeniler

“Türk-Ermeni Savaşı” başlıklı bir önceki köşe yazımızda, teferruatlarıyla anlattığımız savaş neticesinde, 1920 yılının sonbaharında Türk Ordusu tarafından Ermeni silahlı güçleri mağlup edilmiş ve Ermenilerin eylemsel tehlikesi bertaraf edilmiştir. 23 Ağustos-13 Eylül 1921 tarihleri arasında İngiliz destekli Yunan Ordusu ile yapılan Sakarya Savaşı’nda Türk Ordusu muzaffer olmuştur. İngilizler, Ankara’ya Sevr’i kabul ettirmek için Yunan maşasını kullanmak istemişler, ancak, Milli ordunun Sakarya’da kazandığı zaferden sonra politikalarını artık yeniden değerlendirmek zorunda kalmışlardır. İngiliz yetkililer, İstanbul’dan sonra Ankara’nın da razı edilmeden Sevr’e dayalı planlarını gerçekleştirmekte zorlanacakları olgusu ile karşı karşıya geldiler. İtilaf Devletleri Anadolu’daki direnişin temsilcisi olan TBMM’nin göz ardı edilemeyecek siyasi ve askeri bir güç olduğunu Sakarya’dan sonra tam olarak idrak edebilmişlerdir. Anadolu’da güç dengelerininim Ankara’nın lehine seyretmeye başlaması, başta İtalya ve Fransa olmak üzere diğer ülkelerin Anadolu’da sürdürdükleri askeri ve siyasi politikalarında değişikliklere gitmelerinde önemli rol oynamıştır. Yeni reel politik durum, Kafkasya’daki devletler ile Sovyetlerin tutum değiştirmesine ve yeni antlaşmalar yapılmasına da sebep olmuştur.

Sakarya Savaşı’ndan önce TBMM düzenli ordusunu güçlendirerek çeşitli siyasi başarılar elde etmiştir. 16 Mart 1921’de imzalanan Moskova Antlaşması ile Türk-Ermeni sınırının tayini temel alınmıştır. Arnold Toynbee’nin tanımı ile “içinde yaşadığımız yüzyıl tarihinin en büyük savaşlarından biri” kabul edilen Sakarya’da 22 gün 22 gece süren savaştan sonra 13 Ekim 1921 tarihinde Türkiye, Sovyet Rusya, Gürcistan, Azerbaycan ve Ermenistan arasında Kars Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmayla daha önce Moskova Antlaşmasıyla tayin olunan sınırlar onaylanmış ve Ermeni sorunu resmi yollardan çözüme kavuşmuştur[1]. Yine Sakarya zaferinin üzerinden çok geçmeden Fransa ile Ankara hükûmeti arasında 20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması yapılmıştır[2]. Adana’nın Türkiye sınırları içerine dahil olduğu bu antlaşma Sakarya zaferinden sonra İtilaf Devletleri’nin değişime uğrayan siyasi reaksiyonlarının en belirgin örneklerindendir. Ankara Antlaşması ile savaş sırasında ve mütarekeden sonra Fransızların kendilerine verdikleri sözlerin doğru olmadığını anlayan Ermeniler sukutuhayale uğramışlardır.

Sakarya Savaşı’ndan sonra siyasi havanın Ankara’nın lehine esmeye başlaması, Fransa’nın Türk Milleti’nin bağımsızlık mücadelesinde gösterdiği azim ve kararlılıkla mücadele edemeyeceğini idrak ederek TBMM ile antlaşma sinyalleri vermesi ve Kilikya bölgesinin Fransızlar tarafından boşaltılarak Türklerin hakimiyetine verileceğine dair haberlerin yayılması üzerine, bu durumu kabullenemeyen ve Kilikya’nın Türklere terkedilmesini önlemek isteyen Ermeniler çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır. Bu doğrultuda Ermeni temsilcileri tarafından yapılan müracaatların İngiliz Dışişleri Bakanlığı tarafından olumsuz değerlendirilmesinden dolayı Paris Barış Konferansı’na gönderilen protesto notası olumlu bir sonuç vermemiştir. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon’un Birleşik Krallık Parlamentosu’nun iki kanadından biri olan Lordlar Kamarası’nda yaptığı konuşmada, Kilikya bölgesinde nüfus çoğunluğunun Müslümanlardan yana olduğuna ve bu bölgenin Türklere verilebileceğine dair sözleri ile umutsuzluğa düşen ve Kilikya bölgesinde durumun kötüleştiğini ifade eden Ermeni dini liderleri, teferruatlı ve uzun açıklamalar içeren bir telgraf göndererek endişelerini bildirdiler. Ermeni din adamları açıklamalarında özetle: Fransa’nın aldığı önlemlere rağmen, Kilikya’da vaziyetin Hristiyanların aleyhine seyrettiğine ve acil tedbirler alınmazsa Hristiyan halkın felaketine sebep olacak durumların yaşanacağına dair kaygılarını anlattılar. Patrik Zaven, telgrafta anlatılan hususları Paris’te Fransız Başbakanı’na ileterek Kilikya’ya eğilim göstermesini sağlamıştır. Başbakan, yaptığı değerlendirmede; “Kilikya’yı muhafaza etmek ve asayişi sağlamak için 100.000 Fransız askeri gerekli. Fransa’nın bu sayıda bir orduyu beslemesi mümkün değil, ancak Ermeni Milleti’nin varlığının tehlikeye düşürmemek için tüm önlemleri alacağız” demiştir[3].

Ankara Antlaşması ile Fransızlar ile süren savaş resmi olarak sona ermişti ve Fransa silahlı kuvvetleri en geç iki ay içerisinde tayin edilen sınırlara çekilmek zorundaydı. Fransızların geri çekileceği bölgeler arasında Kilikya’da bulunuyordu. Bu bölge Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Ermenistan Devleti kurma planlarına uygun olarak Ermenistan sınırları dahilinde yer almış, Sevr Antlaşması’na da madde olarak konulmuştu. Bu sebeple nüfus üstünlüğünü elde etmek için başka ülkelerden ve Türkiye’nin diğer bölgelerinden getirilmiş olan Ermenilerin, Fransızların çekilmesi ile beraber boşaltılması gündeme gelmiştir. Paris’te bulunan Ermeni Cumhuriyeti ve Ermeni Milli heyeti temsilcileri Kilikya’nın Ermenilere verilmesi için ortak bir heyet oluşturarak Fransa Dışişleri Komisyonuna taleplerini iletmişlerdir. Boş durmayan Ermeni heyeti Kilikya ile ilgili müracaatlarını Fransız Hükûmeti’ne ve Fransa’nın önemli ve ileri gelen tüm siyasetçilerine de yaparak, Kilikya’nın Ermeni yurdu olmasına dair isteklerini bildirmişlerdir. Fransız Hükûmeti, ülkeleri hala biten savaşın maddi yaralarını sararken, Kilikya’da asker bulundurmanın ve lojistik destek sağlamanın Fransa’nın ekonomik çöküşe yol açacağını düşünüyordu ve bu doğrultuda siyaset izleyerek antlaşmaya uygun şekilde Kilikya’da ki Fransız kuvvetlerini boşalttı. Tahliye sırasında Fransızların ardından 120.000’in üzerinde Ermeni Suriye’ye kaçarken, 30.000 civarında Ermeni de Kıbrıs’a, Mısır’a, Adalara ve İstanbul’a gitmiştir[4].

TBMM’nin siyasi ve askeri alanda gösterdiği başarılar üzerine arka arkaya yapılan Kars ve Ankara Antlaşmaları, Doğu’da ve Güney’de savaşı sona erdirmiş ve Ankara’nın tüm gücünü batı cephesine yöneltmesine imkân sağlamıştır. Ermenilerin bu antlaşmalar yükledikleri anlam ise; Rusya ve Fransa başta olmak üzere büyük devletlerin kendilerini kullandıkları yönündedir.[5].

13 Eylül’de sona eren Sakarya zaferinin üzerinden henüz üç gün geçmişti ki İstanbul’da görevli İngiliz Yüksek Komiseri Rumbold, İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a 16 Eylül 1921 tarihinde gönderdiği yazıda özetle, “Şu duruma göre kontrolumuzda olan ve olmayan iki Türkiye mevcuttur. İstanbul yönetimini antlaşmayı uygulamaya zorlayabiliriz, Ankara’daki milli yönetimi zorlayamayız. Ulusçuları limanları ablukaya alarak ve ancak güç kullanarak istediğimizi alabiliriz. Ulusçu yönetim askeri ve mali sorunlar yüzünden İngiltere ile uzlaşmanın yararlı olacağı sonucuna varmazsa, güç kullanarak yola getirebiliriz.” [6] ifadelerini kullanarak Yunanların Anadolu’daki askeri gücünün desteklenmesinin gerektiğine dair işaret vermiştir. TBMM’nin 1921 yılının son çeyreğinde siyasi ve askeri alanda gerçekleştirdiği başarılar ile doğu ve güney sınırlarında sorunları çözmesi ve tamamen batıya odaklanması İngilizleri kaygılandırmıştır. İngilizler endişelenmekte haklıydılar. Çünkü, Türk ulusal akımının muvaffakiyetleri üzerine müttefiklerin savaş öncesinde, sırasında ve sonrasında aralarında yaptıkları açık ve gizli antlaşmalarda yer alan planlarında değişikliğe gittiklerine şahit olmuşlardı.  İngiltere Hükûmeti, Sevr Antlaşması’nı Ankara Hükûmeti’ne kabul ettirebilme siyasetinde yalnız kaldıklarını ve kurulması planlanan Ermenistan’ın gerçekleşme ihtimalinin de kalmadığını idrak etmeye başlamıştır.

Türklerin Sakarya zaferinden sonra Birleşik Krallık Avam Kamarası’nda Anadolu’daki Hıristiyanların durumu tartışmalara yol açmış, Ermeni yanlısı parlamenterlerden bazıları, Ermenilerin Türkler tarafından kırıma uğradıkları iddialarını devam ettirerek, Ermenistan kurulmasından vazgeçilmemesi yönündeki çabalarını sürdürmüşlerdir. Avam Kamarası’nda Ermeni kırımı iddialarına karşı çıkanlar ise savaşta öldürme olaylarının karşılıklı olduğunu, Ermenilerin İtilaf Devletleri’ne beklenildiği gibi bir katkılarının olmadığını, Hindistan Müslümanlarının Türk milliyetçilerine yaptıkları yardıma bakılırsa, Ermenilerin destek sağlamakta çok zayıf kaldıklarını ifade etmişlerdir. Bazı üyeler de İngiltere Hükûmeti’ne seslenerek, Ermenilere verdikleri sözleri hatırlatmışlar ve Anadolu’da yaşayan Hristiyanların güvenliği için Ermenistan Devleti’nin kurulmasının şart olduğunu ileri sürmüşlerdir.  Mevcut durumu ve şartları ölçen İngiltere Hükûmeti, Sevr Antlaşması’nı uygulamanın çaresizliği karşısında eski siyasetlerine dönmeyi ve yeni bir perspektif çizmeyi daha doğru bulmuştur.   Avam Kamarası’nda Ermeni meselesi ve Hristiyanların durumunun ne olacağına dair tartışmalarda en son konuşan Meclis Başkanı Chamberlain, savaş bitiminde İngiliz Hükûmeti tarafından Anadolu’da bir Ermenistan kurulacağına ve Türklerin Avrupa’dan atılacaklarına dair İngiltere’nin bir vaadi  olduğunu iddia eden ve eleştirilerini sıralayan konuşmacılara cevaben: o tarihlerde yapılan açıklamalara uyulmasının zorunlu olmadığını, söylenenlerin bir bağlayıcılığının bulunmadığını  ve Ermenilerle aralarında bir sözleşme yapılmadığını söyleyerek, izleyecekleri  yeni politikaya dair  işaretler vermiştir[7]. 

Türk Milleti’nin Ankara Hükûmeti’ne olan desteğinin artmasına ve TBMM’nin askeri ve siyasi gücünü yükseltmesine karşın, İstanbul hükûmeti gittikçe zayıflamıştır. Buna rağmen İngiltere son ana kadar Yunan Ordusunun, Türk Ordusuna karşı savaşı kazanmasını beklemiş ve Ermeni politikasını siyasi alanda da olsa sıcak tutmayı sürdürmüştür. Türk Ordusunun 1922 yılının ağustos ayında gerçekleştirdiği Büyük Taarruz ile Yunan silahlı kuvvetlerini Ege Denizi’ne dökmesine kadar Ermenistan ümidinden vazgeçmeyen İngilizler sonunda pes etmek zorunda kalmışlardır. Son bir gayretle Lozan’da gündeme getirilmeye çalışılan Ermeni meselesi, Türk heyetinin görüşülemez yönündeki kati tutumu üzerine tamamen ortadan kalkmıştır[8].

Sonuç olarak; aslında Türkiye Cumhuriyeti ile Ermenistan arasındaki tüm sorunlar, Lozan Barış Antlaşması’ndan önceki dönemde iki devlet arasında yapılan uluslararası iki antlaşma ile çözümlenmiştir. 1921 yılında yapılan Moskova ve Kars Antlaşmaları ile Ermeni iddiaları ortadan kalkmış olduğu halde, İngiltere’de ki Ermeni sempatizanı siyasetçiler, İtilaf Devletleri tarafından Ermenistan’a taahhütte bulunulduğu iddiasıyla hukuksuz bir şekilde Ermenistan kurulması için siyasi alanda baskılarını sürdürmüşlerdir. Bölgede yapılan antlaşmaları ve demografik yapıya dair gerçekleri görmezden gelen İngilizlerin, hukuki durumu bilmezlikten gelmeleri ise ayrı bir garabettir. Gümrü, Kars ve Moskova Antlaşmaları ile barış sağlanmış, sınırlar belirlenmiş ve savaş sırasında işlenen tüm suçlar karşılıklı olarak affa uğramıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda hem Müslümanlar hem de Hristiyanlar Anadolu’da acılar yaşamışlardır. Ancak, Ermeni sempatizanları, ABD, Fransa ve İngiltere gibi ülkelerde yapılan propagandalarda, savaş gerçeğini, ihanetleri ve zorunluluktan dolayı alınan kararları bir tarafa bırakıp, olayları subjektif değerlendirerek asılsız bir şekilde Türkleri kırımla suçlamışlardır[9].

Dipnotlar:

[1] Yaşar Kop, “Kars Antlaşması’nın Uygulanmasında Ermenistan’ın Tavrı” Yeni Türkiye, Ermeni Meselesi Özel Sayısı, ed. Hasan Celal Güzel, Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi Yayınları, C IV, S.63, Eylül-Aralık, 2014, s.3237.

[2] Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, Belge Yayınları, İstanbul, 1987, s.702.

[3] Uras, age., s.703-704.

[4] Uras, age., s.704-705.

[5] Bülent Bakar, Ermeni Tehciri, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2013, s.243.

[6] Salahi R. Sonyel, Mustafa Kemal (Atatürk) ve Kurtuluş Savaşı, C II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2008, s.1388.

[7] Çağdaş Yüksel, “Sakarya Savaşı Sonrasında Anadolu’daki Hıristiyan Nüfus Hakkında İngiltere Avam Kamarası’nda Yapılan Oturum Üzerine Bir Değerlendirme” Ermeni Araştırmaları Dergisi, S.70, Ankara, 2021, s.100-101.

[8] Yüksel, agm., s.101-102.

[9] Şadi Çaycı, “Hukuk Açısından” Türk-Ermeni İhtilâfı Makaleler, ed. Hikmet Özdemir, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yayınları No: 122, Ankara, 2007, s.566.