Sedat SADİOĞLU'nun 20 Haziran 2024 tarihli yazısı: Cin’ler Hakkında

Gören Göz – 72/1: Kur’an Cinlere de İnmiştir - 1

Bu başlık ve içerdiği konu, bir iddia değil, ayet ve sahih hadislerle sabittir. Bunu özellikle bilimsel içerikli ayetler ve bu ayetlerdeki mesajlardan (çok rahat) anlayabiliyoruz. İlgili ayet örneklerini vermeden önce, cin konusunu daha iyi algılamamız gerekir. Kur’an’ı Kerim’de, Müslümanlar için verilen bazı mesajların arkasından dile getirilen “hâlâ yüz çeviriyorlar!”, “neden inanmıyorlar!”, “neden akıl etmiyorlar!”, “neden secde etmiyorlar!” ve “neden iman etmiyorlar!” gibi uyarılar vardır. Bu uyarılar ancak, insanlardan daha farklı varlıklara (yani cinlere) hitaben yapılmış olabilir. Bunu, anlaşılır olması için (günümüzden) bir örnek ile açıklamak isterim. Örneğimiz şöyle olsun;

“Astronomi dalında profesör olan âlimin biri, dağlarda yürüyüş yaparken bir çobana rast gelir. Çobana yaklaşır ve ona, dünyanın yaradılışı, yıldızların ve gezegenlerin düzeni, gökyüzünün katmanlarını anlatır. Bu anlatımını anlaşılır Türkçeyle ve örnekler vererek de açıklar. Sonra da çobana birkaç soru sorup, algılama kabiliyetini ölçer. Ancak çobanın hiçbir şey anlamadığını görür, zira çoban, sorularına cevap verememiştir. Çobana, biraz da öfkeyle; “neden akıl etmiyorsun!”, “neden anlattıklarıma inanmıyorsun!”, “neden anlamak istemiyorsun!” der. Çoban şaşkın şaşkın âlime bakar durur. Âlim de bir o kadar şaşkındır.”

Çoban, elbette hiç bir şey anlamamıştır, çünkü âlimin muhatabı çoban değildir! Âlimin muhatabı, bir bilim kongresindeki meslektaşları olmalıdır. Bu durumda, konusunu ve varsa iddialarını anlatan âlimin, anlaşılamaması durumunda vereceği tepki haklı olabilir. Ancak (kabul etmek gerekir ki,) çobana verdiği tepki hiç de haklı değildir. İşte bu ve buna benzer durumlar, bizim bilimsel içerikli ayetleri okurken da başımıza gelebilir. Çünkü öyle ayetler vardır ki, muhatabı biz olmakla beraber, asıl gizli muhatapların farklı varlıklar olduğu anlaşılabilmektedir. Bunun da başında ‘cin’ler yer almaktadır. Aşağıda, cinlerle ilgili bazı ayet örneklerine bakalım;

“Ey cinler ve insanlar topluluğu! Uzayın sınırlarını aşmak için gücünüz varsa işbirliği yapın ve çaba gösterin! Ancak buna gücünüzün yetmediğini göreceksiniz!” (Rahman Suresi, 33.Ayet)

“…ve gökyüzünü insanlar için korunmuş bir tavan haline getirdik. İnsanlar (ise) yeryüzünde, uzayın dış etkilerinden zarar görmeden (ne güzel) yaşıyorlar. (Ey cin topluluğu!) Aranızdaki inanmayanlar ise, hâlâ ve ısrarla İslâm’a (neden) yüz çeviriyorlar!”  ( Enbiya Suresi, 32.Ayet)

“Gökyüzünü, yeryüzünü ve ikisinin arasındakileri (yani evreni ve dünyayı) boş yere yaratmadık. Bu, ısrarla inanmayanların (aranızdaki asi cinlerin ve insanların) hâli (düşüncesi ve amacı) nedir?” ( Sâd Suresi, 27.Ayet)

“İnkâr edenler (O asi cinler ve insanlar var ya!), evren ve maddeler birbirleriyle bitişik iken onları ayırdığımızı, (bununla beraber) her canlıyı (da bir damla) sudan yarattığımızı görmüyorlar mı? Yine de onlar (şüphe içerisinde olan cinler ve insanlar, bu muazzam delillerin karşısında hâlâ) inanmayacaklar mı?”(Enbiya Suresi, 30.Ayet)

“Onlar (Mekke kâfirleri), yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetinin ne olduğuna bakmadılar mı? Onlar (kâfirler ki, daha evvel gelen Ad ve Semud kavimleri gibi, cinlerden de destek aldıkları için), kuvvetçe kendilerinden daha güçlü idiler. Toprağı ekip aktarmışlar (biçmişler ve çeşit çeşit ürünler almışlar) ve onu kendilerinin imarından daha çok imar etmişlerdi (Yüksek sütunlara sahip ve ihtişamlı İrem şehrini inşa ettikleri gibi). Peygamberleri (Hz. Hud) de onlara mucizelerle ve açık ayetlerle gelmişlerdi. Öyle ise, Allah onlara zulmetmiyordu, fakat kendileri («bizi kimse yıkamaz» diyerek ve cinlerden de güç alarak böbürlendiler) nefislerine (inkâr etmekle) zulüm yapıyorlardı. (Ve böylece, üzerlerine kıtlık ve kum fırtınası gönderildi.)(Rum Suresi, 9.Ayet)

Kısa Bilgi: Yukarıdaki ayette anlatılanlar tarihi bir efsane olmayıp, adı geçen İrem şehri (Yemen’de), yabancı arkeologlar tarafından, kumların 12 metre altından gün ışığına çıkartılmıştır. Bütün bilgiler ve tarihler -hiç şüphesiz- Allah’ın ayetleriyle uyuşmaktadır. Daha fazla bilgi için, kaynaklara başvurulabilir.

Çözümü: (Rum Suresi, 9.Ayet)

“Ey cin topluluğu, sizleri 90.000 sene önce yarattım, size bilmenizden gerekenden fazla ilim verdim. Sizler ışık hızında gidebilir, istenen kılığa girebilirsiniz ve sizler için açlık da yoktur.  Evrende istediğiniz yerde yaşayabilirsiniz. Sizler Benim sonsuz gücümü biliyorsunuz. Zaten sizleri (kıyamete kadar) bir amaç için yarattım. Neden Bana iman etmiyorsunuz da, isyan edip başınıza buyruksunuz? Eğer baş peygamberiniz Şeytana uyacaksınız (kötü olan cinler için), sizlerin de sonu cehennem olur. Sizlere, insanlardan fazlasıyla verdiğim uzun ömür ve üstün yeteneklerinizi neden iyi işlerde kullanmıyorsunuz. Yakında insanlar da sizin gibi güçlenecek ve uzaya (evrene) çıkacak. Uzayda işbirliği yapmanıza izin verdiğimde, yine ve her zaman sizi İslâm’a çağıracağım. Bana sonsuz itaatinizi göstermez iseniz, kaybedenlerden olacaksınız.”

İlgili bir ayet:

Allah onlara: Sizden önce geçmiş cin ve insan topluluklarıyla beraber cehennem ateşine girin!" der. Cehenneme giren her ümmet kendi din kardeşine lanet eder. Nihayet hepsi oraya toplandığında, sonrakiler öncekiler hakkında derler ki: “Rabbimiz! İşte şunlar bizi doğru yoldan saptırdı. Onlara cehennem ateşinden kat kat azab ver” Allah der ki: “Herkesin azabı kat kattır, fakat siz bilemezsiniz” (Âraf Suresi, 37.Ayet)

“Ey yüce Allah’ım Müslümanları;“…Allah’ın her şeye gücünün yettiğini ve Allah’ın bilgisiyle her şeyi kuşattığını bilen” kullarından eyle…Amin!” (Talak Suresi, 12.Ayet)

Gören Göz – 72/2: Kur’an Cinlere de İnmiştir - 2

Kısa Bilgi: 

Şeytan, Hz. Âdem’den beri küfre düşmüş ve zaten lanetlenmiştir. Bazı ayetlerde geçen şeytan tabirinin ‘kâfir olan cinler’ olması ihtimali yüksektir. Hz. Süleyman, hem kâfir olan hem de iyi (yani Müslüman) olan cin topluluğunun gücünden yararlanmıştır. O dönemde cinler, zaman zaman insan kılığına girebilmekteydiler. Hz. Peygamberimizden (s.a.v.) sonra, hem şeytanın ve hem de cinlerin, özellikle insan kılığına girmeleri yasaklanmıştır. Ayrıca kâfir cinlerin, özellikle sihir ya da büyü gibi işlerle ilgilendikleri ve bizzat da yaptıkları bilinmektedir. Göz aldatmacası da sayılan sihir ve büyücülük, her toplumda yasaklanmış ve dolayısı ile hoş karşılanmamıştır. Bu anlayış bugün de geçerlidir. Tarihte, bu işle ilgilenen kişiler ya idam edilmiş ya da yakılmıştır. Çağımızda, daha çok ilkel kabile toplumlarında görülen bir durumdur. Günümüzde de sihir ve illüzyon vardır ancak, daha çok gösteri amaçlı kullanılmaktadır. Yine de biz Müslümanların (korunmak için), cinlere karşı her zaman Nas ve Felâk surelerini okuması gerekmektedir.

Bir Tespit:

Hem kral hem de peygamber olan Hz. Süleyman (a.s.) döneminin, çok güzel ve çok özel yaşantılarla geçtiği bilinmektedir. Hz. Süleyman’a tanınan ilâhi mucizeler de bunu göstermektedir. Ancak, Hz. Süleyman, her şeye rağmen, hata içerisine düşme tehlikesini de sezmekteydi. Bu tehlike, kendi halkı için de geçerliydi. Bu yüzden, yüce Allah tarafından kendisi için görevlendirilmiş ve onlara danıştığı iki melek olan Harut ve Marut’tan bahsedilir. Yukarıdaki bilgiler ışığında, konuyla ilgili bu ayete bakalım; 

“Süleyman’ın mülk ve saltanatı konusunda onlar, şeytanların okuyup durduklarına uydular. Hâlbuki Süleyman küfre sapmamıştı. Ancak şeytanlar küfre sapmıştı; insanlara büyüyü öğretiyorlardı. Ve Babil’de Harut ve Marut adlı iki melek üzerine indirileni öğretiyorlardı. Oysaki o iki melek, «Biz bir imtihan aracıyız, sakın küfre sapma!» demedikçe hiç kimseye bir şey öğretmiyorlardı. İnsanlar onlardan erkekle eşinin arasını açacakları şeyi öğreniyorlardı. Ne var ki, onlar onunla Allah’ın izni olmadıkça hiç kimseye zarar veremezler. Onlar kendilerine zarar vereni, yarar vermeyeni öğreniyorlardı. Yemin olsun ki, onu satın alanın ahirette hiç bir nasibi olmayacağını açıkça bilmişlerdir. Öz benliklerini sattıkları şey ne kötüdür! Bir bilebilselerdi...” (Bakara Suresi, 102.Ayet)

Çözümü:

“Süleyman’ın gücü, mucizeleri ve zenginliği karşısında, kendi halkı, kâfir cinlerin fitnelerine uydular. Hâlbuki Süleyman’ın yaptıkları sihir ya da büyü değildi. Allah’ın izin verdiği mucizeler idi. Ancak kâfir cinler kötü yoldaydı. İnsanlara büyüyü ve sihri öğretiyorlardı. Ve Babil’de (Hz. Süleyman’ın yanında yer alan)  Harut ve Marut adlı iki melek için indirilen bilgileri çalarak, halka öğretiyorlardı. Oysaki o iki melek, «Biz bir imtihan aracıyız, sakın küfre sapmayın!» diyorlardı. Halk ise kâfir cinlerden, aile ve toplum yapısını bozacak fitneleri öğreniyorlardı. Ne var ki, onlar büyü ya da sihir yapsalar bile, Allah’ın izni olmadıkça hiç bir kimseye zarar veremezler. Kâfir cinlerin fitnelerine uyanlar, ancak kendilerine zarar verirler. Yemin olsun ki melekler, büyü ya da sihri kullananın ahirette hiç bir nasibi olmayacağını açıkça bilmişlerdir. Bile bile yaptıkları bu şeyler ne kötüdür! (Ah!) Bir bilebilselerdi...” (Bakara Suresi, 102.Ayet)

İlgili Bir Hadis;

Sahabeden Alkame(r.a.) aktarıyor; İbni Mesud’a dedim ki: “Sizden kimse, cin gecesinde Hz. Peygambere (s.a.v.) refakat etti mi?” “Hayır”, dedi, “Bizden kimse ona refakat etmedi. Ancak bir gece O’nunla (s.a.v.) beraberdik. Bir ara onu kaybettik. Kendisini vadilerde ve dağ yollarında aradık. Bulamayınca: ‘Yoksa uçurulmuş veya kaçırılmış olmasın?’ dedik. Böylece, geçirilmesi mümkün en kötü geceyi geçirdik. Sabah olunca, bir de baktık ki Hıra tarafından geliyor. “Ey Allah’ın Resulü, biz seni kaybettik, çok aradık ancak bulamadık. Bu sebeple geçirilmesi mümkün en fena bir gece geçirdik” dedik. “Bana cinlerin davetçisi geldi. Beraber gittik, onlara Kur’an’ı Kerim’i okudum” dediler. Sonra bizi götürerek cinlerin izlerini, ateşlerinin kalıntılarını bize gösterdi. Cinler kendisine ne yiyeceklerini sormuşlar. O da: “Elinize geçen, üzerine Allah’ın ismi zikredilmiş her kemik, olabildiği kadar bol etli olarak sizindir. Her deve ve at mayısı (dışkısı) da hayvanlarınızın yemidir” dediler.

“Yüce Allah’ım, Müslümanları iyilerle beraber canlandır ki, onların yüzü-suyu üzere olan nimetlerden yararlanalım. Şüphesiz Sen’in her şeye gücün yeter…Amin!” 

(NOT: Yetmişikinci bölümün sonu…)