Ahmet KÖPRÜLÜ'nün 29 Mayıs 2023 tarihli yazısı: En İyi Fare Kapanını Kim Yapar?

Dünya ekonomisi son iki yüzyıllık süreçte dünya tarihinde eşine rastlanılmayan sürekli ve hızlı bir nüfus, teknoloji ve kişi başına gelir büyümesine tanık olmuştur. Daha önceki yazılarımda yaratıcı (buluşçu) fikirlerin büyüme ve gelişme iktisadına olan katkısını 1980’lerde görüşleri oldukça taban bulan Nobel ödüllü iktisatçı Paul Romer’in teorileri ile örnekler vermiştim.

Romer yaratıcı fikirlerin diğer ekonomik mallardan farklı olduğunu, rekabetçi olmadıklarını, bir kez keşfedilince hiçbir ek maliyete katlanılmadan bir ya da bin kişi tarafından kullanılabileceğini ortaya koymuştu. Romer’e göre yaratıcı (buluşçu) fikirler, üretim teknolojisinin gelişmesine, yeni bir yaratıcı fikire ve “verili” bir girdi demeti kullanılarak daha fazla ya da daha iyi çıktı üretimine olanak veriyordu. Paul Romer bunu; ilkel toplumlar mağara duvarlarına resim çizmek için boya olarak demir oksit kullanmalarını,  günümüzde de video kayıtları için kullanılan manyetik teypte de demir oksit kullanılması örneği ile anlatıyordu.  Yani yaratıcı fikirler, verili girdi demetiyle daha yüksek fayda yaratacak çıktı üretmemizi sağlıyordu. Yani yeni bir yaratıcı fikir, teknoloji endeksinde bir artışa yol açıyordu. Romer bu çerçevede  bir icatçının çok yüksek olan bir defalık maliyetlere katlanarak yeni bir yaratıcı fikir üretmesini teşvik edecek tek şeyin ise marjinal maliyetten daha yüksek fiyat belirleyebilme ve kar elde edebilme beklentisi olduğunu (özel fayda) ortaya koymuştu. Romer’e göre “özel fayda” ile “toplumsal fayda” birbirinden çok farklıysa, toplumsal açıdan çok değerli keşifler de ortaya çıkmayacaktı.

Bu anlamda patentler ve telif hakları toplumsal fayda ile özel faydayı birbirine yaklaştırma vazifesi gören mekanizmalar olarak ekonomik hayata girdi. Bu tip kurumların ve daha genel olarak mülkiyet haklarının gelişmesi sanayi devrimi ve onu takip eden “süreğen büyüme”nin filizlenmesinde de önemli rol oynadı.

Sanayi Devrimi ile birlikte başlayan “Yaratıcı Fikirler İktisadı”nda “yaratıcı birey” öne çıktı.

Sanayi Devrimi sonrasında neo-klasik yaklaşımlar büyümenin arkasındaki lokomotifleri bulmaya çalıştı. Neoklasik büyüme modeli teknolojik ilerlemeleri ekonomik büyümenin lokomotifi olarak gördü. Neoklasik yaklaşımlar, büyümenin kendiliğinden değil, teknolojik gelişmelerle olduğunu kabul etti ve arkasındaki güçleri de anlamaya çalıştı. Arz ve talep modelini en iyi anlatan “fare kapanı” teorisini ortaya atan klasik iktisatçıların, “yatırımcıların daha  iyi fare kapanları yapmaya çalıştıkça teknolojik ilerlemelerin ortaya çıktığı” yönündeki tezleri neo-klasik iktisatçılar tarafından da “yaratıcı fikirler” tezleri ile desteklendi. Aynı şekilde Neoklasik iktisatçılar Adam Smith’in “Görünmez El” kuramını destekleyen “Yemeğinizi, kasabın, fırıncının ya da biracının yardımseverliğinden ötürü değil, onların kendi çıkarlarını gözetmelerinden dolayı elde ederiz” tezini de destekler şekilde firmaların buluşlarını ortaya çıkartan en önemli faktörün “kar elde etme olasılığı” olduğu üzerinde birleştiler ve araştırmalarında teknolojik gelişme ile büyüme arasında amprik sonuçlar elde etmeye yoğunlaştılar. 

Bu noktada Romer, keşiflerinde kar elde etmeyi uman araştırmacıların yeni yaratıcı fikir arayışına girmelerini modeline katarak teknolojik ilerlemeye vurgu yaptı. Ancak Romer modelinde büyümeyi içselleştirerek, fikir stoğunun, yaratıcı fikirler üretmek için uğraşan kişi sayısının yeni yaratıcı fikir üretme oranıyla çarpımına eşit olduğunu da ileri sürdü. Romer, “balıkların tükenmesi sonucunda” zaman içinde balık tutmanın gitgide zorlaşmasını da bir sorun olarak gördü. Buna göre zaman içinde fikir stoğu büyüdükçe her dönem eklenen 100 yeni yaratıcı fikrin var olan stoğun gittikçe daha küçük bir bölümü haline geleceği tezini ortaya koydu. Romer dolayısıyla yaratıcı fikir stoğunun büyüme oranının zaman içinde düşeceğini ve sonunda sıfıra yaklaşacağını belirledi. Romer’e göre teknolojik ilerlemeye devam edecek ve ekonomi her dönem 100 yeni yaratıcı fikir üretecekti. Ancak her bir 100 yeni yaratıcı fikir biriken yaratıcı fikir stoğuna oranla küçülecekti.

Neo-klasik yaklaşım büyüme sürecinin oluşmasını sağlamak için yeni yaratıcı fikir miktarının zaman içinde artması gerektiğini ortaya koymuştu. Bu durumda yaratıcı fikirlerdeki artışın da nüfustaki büyümeyle ilişkili olduğu kabul görmüştü. “Daha çok nüfus”, “daha çok yeni yaratıcı fikir” üretecekti ve yaratıcı fikir rekabetçi olmadığı için ekonomideki herkes de bundan yararlanacaktı. Eğer dünyadaki araştırma çabaları zaman içinde sabit kalacaksa iktisadi büyüme de duraksayacaktı. Sabit araştırma çabası uzun dönemli büyüme sürecine yol açmak için ihtiyaç duyulan yaratıcı fikir stoğundaki göreli artışı da devam ettirmeyecekti.

Romer bu kapsamda araştırmaların üretkenliğinin varolan “yaratıcı fikir stoğuyla” orantılı olduğu varsayımını ortaya koydu. Bu varsayımla; araştırmacı sayısı sabit olsa bile araştırmacıların üretkenliği zaman içinde artacaktı. Romer “Optimum ArGe” kavramını da dile getirmiş ve  yeni tasarımdan kazanılan kar akışına bağlı olarak araştırmanın değerini belirleyen piyasaların gelecekteki araştırmaların verimliliğini etkileyebilecek yeni keşifleri gözardı etmesini  bir sorun olarak gördü. Araştırmacıları tatmin edecek bir piyasanın olmamasının piyasanın daha az araştırmaya olanak verme eğiliminde olmasına neden olacağı sonucuna varan Romer, bu durumu da “omuzlar üzerinde yükselme” eğiliminin öne çıkmasına bağladı.

Klasik iktisat teorisi aksak rekabet ve tekellerin ekonomide “etkinlik kayıpları”na yol açmalarından dolayı refah ve üretkenlik için kötü olduğunu ileri sürerken, Romer’le birlikte kuramlaşan “Yaratıcı Fikir İktisadı” firmalara marjinal maliyetlerinin üzerinde fiyat belirlemelerine olanak vermenin yaşamsal önemi olduğunu ortaya koydu. Bu aradaki fark da firmaları keşifler yapmaya yöneltecek karların kaynağı olarak ortaya çıktı. Bu noktada Romer, Antitröst karar alma sürecinde aksak rekabete karşı yapılan çağdaş düzenlemelerin etkinlik kaybıyla keşif yapma teşviklerini gözönünde tutması gerektiğini önerdi.

İktisadi büyümenin lokomotifi keşiflerdir. Buluşun getireceği ünü ve şansı arayan girişimciler teknolojik ilerlemenin asıl itici gücü olan yeni yaratıcı düşünceleri ortaya koyarlar.Teknolojik gelişme, “cennetten gelen meyve” olmaktan çok bireylerin yeni bilgiler peşinde koşmalarının sonucunda açığa çıkan yeni bilgilerin ve karların bir bölümüne el koymaları sonucu gerçekleşir. Bu kapsamda AR-GE sektöründe çalışan işgücünün payını artıran bir devlet desteği, ekonominin büyüme oranını, ekonomi yeni ve daha yüksek gelir düzeyine geçerken geçici olarak da olsa artıracaktır. Bu bağlamda Devlet, iktisadi büyümenin önünü açacak ARGE çalışmalarında piyasanın isteksizliğini kıracak düzenlemeler ve teşvikler hazırlamalı, ARGE’lere ve “yaratıcı fikirlere” bilimsel ve akademik evsahipliği yaptırmalı, patent tekellerini  kırmalı, özgün fikirleri cesaretlendirmeli ve kayıt altına almalı, icatçıları piyasanın “En İyi Fare Kapanını Kim Yapar” yarışmasını beklemekten kurtarmalıdır.