Utku KABAKCI'nın 22 Kasım 2023 tarihli yazısı: Hem Pastam Dursun Hem Karnım Doysun

Bir yakınınızı kaybettiğinizi düşündünüz mü hiç? “Hâlen sağ ve hayatımda olan birini kaybetsem ne olurdu” diye düşündünüz mü daha doğrusu? O kaybın sonrasını… İsterseniz ben söyleyeyim ne olacağını. Artık özel günleriniz yok.

Gelin birlikte devam edelim düşünmeye.

Asla tek başınıza değilsiniz artık. Eve girdiğinizde o karşılıyor sizi, evden çıkarken uğurladığı gibi. Tüm sorumluluklardan itinayla kaçmayı başaran ev arkadaşınız artık yalnızlığınız. Geceleri en çok o dikiliyor başınıza. Uyuyamıyorsunuz sessizliğin gürültüsünden. Sadece sorular soruyor size. Cevap vermiyor asla. Aramıyor geç kalırsanız, erken geldiğinizde şaşırmıyor. Kullandığınız kullanmadığınız her bir eşyayı sabah nerede çıkarttıysanız orada buluyorsunuz. Dağınıksa dağınık, derli topluysa derli toplu, nasıl bıraktıysanız öyle buluyorsunuz evi. Kimseye yemek pişirmiyorsunuz. Kimse de size... Kutlamaların geçiciliğini kanıksıyorsunuz. Sonra daha iyi anlıyorsunuz herkes eğlenirken, dinlenirken koşturup duran, bulaşıkları yıkayan, küllükleri değiştiren insanları. Yeniden anlıyorsunuz. Hatırlıyorsunuz daha doğrusu.

Ne garip hayatın böyle geçmesi, aniden bitmesi ne kadar acımasız. Doğal daha doğrusu. “Şimdi kim sesime ihtiyaç duyar sakinleşmek için”, “Kim özlemle sarılır bana” soruları başlıyor zihninizi kemirmeye. Bencillik midir bu soruları sormak yoksa insan olmanın kaçınılmaz bir neticesi mi? Bilmiyorum.

Artık toprağın üstünde olmayan birinin kokusunu hatırlamaya çalışmak ve unutmaya sevdiği şarkıları… Birbirine zıt ve birbirinden imkânsız bir çift uğraş. Kâğıt kesiği gibi bir kelime: “Kayıp”. Öldürmeyen, can yakan, ilk bakışta anlaşılmayan. Bazı şeyleri düşünmemeyi başarabildiğimiz ölçüde yitirmiyoruz aklımızı galiba. Kullanmadığımız kadar kullanabiliyoruz yani. Meşhur deyişteki kek gibi akıl da; ya sahibisindir ya da yemişsindir. İkisi aynı anda olmaz.

Üzerinden zaman geçmesi gerekiyor sanırım dillendirebilmek için bazı gerçekleri yahut uzakta olmak. Yaşananla aramızda güvenli bir mesafe olması... Arenanın tribününde oturmak gibi. Ya da değil. Bilemiyorum. Bildiğim bir şey varsa hiçbir problemin konuşarak çözülemeyeceği. Bildiğim bir diğer şey ise buna rağmen konuşmak gerektiği. Çok odaklandığınızı düşünün dikkat gerektiren bir işe, sınava, diziye, çalan şarkıya, güzel bir anıya inatçı bir acıya ya da. Sonra aniden bir ses duyduğunuzu… Dönüp bakarsınız değil mi? Bu işe yarar konuşmak işte en çok. Dikkatimizi dağıtır. Bu yüzden hiçbir işe yaramamasına rağmen son derece gereklidir dinlemek ve anlatmak. Katlanılmaz acılardan kopartabilir bizi bir süreliğine bile olsa. Korkularımızı çıkartabilir aklımızdan. Zaten namütenahi bir mahiyeti yok ömrün. İyi ki yok. İlelebet konuşulur mu canım? Hem konuşulsa bile tekrara düşülmez mi?

Özetle, sevdiklerinizin ve sizi sevenlerin kıymetini bilmeniz gerektiğini asla unutmayın bunları düşündükçe. Zamanın geri alınamazlığı karşısında tüm ilerlemelere rağmen hâlâ çaresiz insanlığın teknolojisi. Belki bir gün, olur mümkün. Ancak o güne dek kimseyi kırmamak gerek.

Eh, ben de konuşup dikkatinizi çekebildiysem vazifemi tamamlamış sayarım kendimi. O hâlde bana müsaade…