Ahmet KÖPRÜLÜ'nün 03 Haziran 2023 tarihli yazısı

“Neden biz bu kadar zenginiz de diğerleri yoksul” ya da bu sorunun tam tersi; iktisadın hayatın gerçekleri ile ilgili önemli bir düğüm noktasını oluşturmakta. Yıllardır iktisadi büyüme ve iktisadi kalkınmanın lokomotif güçlerini anlamaya çalıştık. Avrupa ülkelerinde vatandaşlarımız çok fazla olduğu için doğal olarak etkileşimimiz de çok fazla; yıllardır Türkiye’de vatandaşların birbirine sorduğu soru şudur: “Avrupa’da bir Türk işçisi neden Türkiye’den fazla kazanıyor?” Bu soru aynı zamanda ekonomideki genel durumu anlatmak için kullandığımız karşılaştırmalardan da bir tanesi. Son yıllarda buna emekliler de eklendi ve emeklilerin gelirleri karşılaştırılıyor. Tabi Türkiye’de emekli maaşlarının düşük olmasının eleştiri konusu olmaya devam edip etmeyeceğini bilmiyoruz. Ancak asıl mesele; “Neden biz zenginleşemedik?” sorusuna nasıl yanıt arayacağı ve ne yapacağı?

Zengin ülkeler GSYİH’lerinin ve sermaye ile beceri birikimine ayrılan zamanın önemli bir kısmını yatırıma dönüştüren ülkelerdir. Bununla birlikte ABD gibi ülkeler yalnızca işçi başına sermaye ve eğilimleri büyük miktarlarda olduğundan değil, bu girdiler verimli biçimde kullanıldığı için de zengindirler. Yoksul ülkeler yalnızca sermaye ve eğitim eksikliği çekmekle kalmazlar, sahip oldukları girdilerin verimlilikleri de düşüktür.

Burada elbette yeterli sermaye birikimi noktasında ülkelerin Hükümet politikaları, ekonomideki yasaları ve kurumların oynadığı kötü veya iyi rol, AR-GE çalışmalarının yeterli olup olmadığı, beşeri sermaye gibi etmenler de iktisadi ortamı biçimlendirir, azlığı ya da çokluğu ekonomik değerlendirmelere farklılık kazandırır. Tüm bu faktörleri bir altyapı olarak kabul edersek; bu altyapı üretim ve yatırımı teşvik ederse ekonomi başarılı olur. Tersi durumda üretim yerine “saptırıcı” etkiler ortaya çıkarsa girişimciler yatırımlarının gelirlerini alabilmeleri garanti edilemediği sürece ekonominin yatırım yapma isteğini çarpıcı bir biçimde azaltabilir ve risk alma ortadan kalkar. Gelişmiş ekonomilerde ise vergileme, yönetmelikler, davalar ve lobicilik her tür yatırım üzerinde saptırıcı ama daha az etkileri olan örneklerdir. Her ülke kendisine göre saptırıcı etkileri belirler ve yoluna devam eder. Doğal olarak gelişmiş ülkeler kendi ekonomilerindeki saptırıcı etkenleri sınırlayan yöntemleri bularak gelişmişlerdir.

Gelişmekte olan ülkeler ise “buluş adamlığı”nın farkına varamazsa “sıçrama” yapamazlar. Çünkü iktisadi büyümenin lokomotifi buluşlardır. Bu noktada Türkiye’nin yeni ekonomi yönetiminin öncelikli hedefleri arasında eğitim kalitesinin artırılması, akademik liyakatın sağlanması, “Yaratıcı Fikirler İktisadı” doğrultusunda liberal ortamların geliştirilmesi ve “buluş adamları”nın ortaya çıkartılmasına yönelik çalışmalarda atılacak adımlar önem taşımaktadır.  Aynı şekilde endüstrinin ARGE çalışmalarına teşvik sağlanmalı ve istihdam olanakları geliştirilmelidir.