Sedat SADİOĞLU'nun 14 Aralık 2023 tarihli yazısı: İslam'ın Açtığı Kapılar
Gören Göz – 46/1: Japonya’nın İslâm’a Daveti
Japonya’nın İslâm’a davet edilmesi meselesinin arkasında yatan gerçek ise şudur; Uzak Doğu’da ve Çin’de yapılan İslâm’ı yayma faaliyetleri Japonya’da da yapılıyordu. Kültürel alış-veriş faaliyetleri adı altında İstanbul’dan Japonya’ya giden devrin ‘erenleri’, orada Japon halkı ile iyi ilişkiler kuruyorlar, İslâm dinini ve Türk kültürünü aşılıyorlardı. Bu durum üstü kapalı bir şekilde de olsa, üst düzeydeki insanlara ve Japon Sarayı’na kadar ulaşıyordu. Japonlar çoğunlukla Budisttirler ve başka inanç sistemlerine de sahiptirler. Çinliler gibi (özellikle inanç konusunda) çok tutucu değillerdir.
Erenlerin faaliyetleri öyle bir noktaya ulaşmıştı ki, Japon İmparatoru Meiji İslâm diniyle çok yakından ilgilenmeye başladı. İşte bu sebeple II.Abdülhamit Han’a özel mektup yazarak, İslâm dini ile ilgili çok teferruatlı bilgiler istemişti. Daha önce değindiğimiz gibi İmparator Meiji, II.Abdülhamit’e Osmanlı Padişahı vasfı dolayısıyla değil, İslâm Halifesi olması nedeniyle özel mektup yazmıştı. Sultan Abdülhamit Han da İmparator’un İslâm dini ile ilgili istediği bilgileri göndermiş ve O’nu İslâm’a davet etmişti. Bu mektup Japonya’da arşivlerde halen saklanmaktadır.
İslâm Halifesi olan Abdülhamit Han, Batı’nın üzerimize saldırmak için fırsat kolladığını ve İslâm ülkelerini büyük felaketlere sürükleyeceğini anlamıştı. Bu plâna karşı, başka plân yapmalıydı. Japon İmparatoru ve toplumu İslâm’ı seçme noktasına gelmişlerdi. Bunu haber alan Hristiyan misyonerler ve İngiliz casusları Ruslarla işbirliğine girerek, Osmanlı’nın bu girişimini engellemeye başladılar. Bunda, maalesef başarılı oldular.
Sonuç; Düşünün ki İslâm’ı seçmiş bir Japon İmparatoru ve büyük oranda Müslüman olmuş bir Japon halkı. Belki, imparatorlarının sayesinde, Japonlar da İslâm dinine girmekte bir sakınca görmeyecekti. Bugün Doğu’da (Dünyanın 3. büyük ekonomik gücü olan) Japonya bir İslâm ülkesi olsaydı, acaba Batı’nın ve tüm dünyanın kaderi ne olurdu? (Hayali bile ne güzel!)
Maalesef bugünkü istatistiklere göre, (2.Dünya Savaşı’ndan sonra, Amerika, Batılı devletlerin ve Hristiyan misyonerlerin yoğun çabalarıyla) Japonlar din değiştirip (Güney Kore gibi), Hristiyan olmaktadırlar. Buna rağmen, az da olsa her yıl yüzlerce Japon Müslümanlığı seçmektedir.
“Ey yüce Allah’ım; doğru yolu bulup Senden dolayı kul, Ademden beri kardeş olduğumuzun idrakine varan ve şu anda gayrimüslim olarak yaşamakta ısrar edenlerin kâlplerini İslâm’a ısındırmak için onlara çıkış yolları bahşet… Amin!”
Gören Göz – 46/2: Birebir Sevap
Bir Müslümanın sevap kazanabilmesi için uygulaması yani eyleme geçirmesi şarttır. Bunun da karşılığı, Allah katında çok sevaptır. Ancak bir icraat (eylem) yapmasa da, sadece iyi niyetli bir düşüncenin dahi karşılığı vardır.
Aşağıdaki hadisi okuyunca, yüce Allah’ın insanlara her durumda bolca sevap verdiğine dair kanıta ulaşmış oluruz. Aşağıdaki bu hadis, Müslümanlar için bir müjde ve aynı zamanda itici bir güç de olacaktır;
“Kim, bir iyilik yapmaya niyet eder de yapamazsa Allah ona tam bir iyilik (işlemiş gibi sevap) yazar. İyiliğe niyet eder de işlerse, Allah ona 10 kat iyilikten 700 kat iyiliğe kadar (ve) hatta daha da fazla iyilik sevabı yazdırır.”
Demek ki, iyi (hayırlı) bir işi veya eylemi düşünmek bile, yüce Allah (c.c.) tarafından makbul kabul edilmektedir. Asıl vurgulanması gereken konu, Müslümanları “düşünmeye” sevk etmesidir. Buradan bir çıkarımla da, (uygulaması zor da olsa) sürekli zihnimizi geliştirmeli, fikir/proje/plân/taslak türü yararlı çalışmalar yapmalıyız. Böylece, hem iyi işlerle uğraşmış oluruz ve sevap kazanırız, hem de muhakeme gücümüzü geliştiririz. Sadece ayetlere değil, hadislere de bu anlamları itibariyle bakmamız, yorumlamamız ve düşünmemiz gerekir.
“Yüce Allah(c.c.) Müslümanları, muhakeme (analitik çözüm) gücü yüksek olan kullarından eylesin… Amin!”
Gören Göz – 46/3: Şükür Az mı Yapılıyor?
Yukarıdaki başlığı okuyan her Müslümanın ilk tepkisinin, “ben hep şükrederim”, başka biri de “yeterince şükrettiğini düşünüyorum!” şeklinde olacağını zannediyorum. Oysa aşağıdaki ayet okunduğunda, dünya işlerine ve nimetlerine düşkün insan için, bakın nasıl uyarılar vardır;
“Onlar, (Hz.) Süleyman için, mihraplardan (kalelerden), heykellerden, havuzlar gibi çanaklardan, yerinden kaldırılamaz kazanlardan ne dilerse yaparlardı. Ey Davut ailesi, şükür olarak iş yapın! Kullarım içinden şükredenler o kadar az ki!” (Sebe Suresi, 13.Ayet)
Yüce Allah(c.c.), kerâmetlerin çok olduğu, ihtişamın bol olduğu bir devirde bile, Hz. Süleyman ve onun sonraki sülalesi (Hz. Musa ve Hz. Davut) için, “şükrün çok az” olduğunu bildiriyor.
Bir başka ayette;
“Doğrusu şudur, Allah’ı ilâh tanı, candan (içten) Müslüman olarak Allah’a teslim ol, saygıyla Allah’a kulluk ve ibadet et, Allah’ın şeriatına bağlan, Allah’a boyun eğ. (ve bu sayede) Şükredenlerden ol.” (Zümer Suresi, 66.Ayet)
Kendimize şu soruyu soralım; “Günde neler için ve ne kadar şükrediyoruz ve bunu dilimizle söylüyoruz?” Çok az olduğunu göreceksiniz!
“Yüce Allah (c.c.) Müslümanları, hiç olmazsa Allah’ın bahşettiği temel nimetlerimize (sağlık, aile, geçim, huzur, bilgi, vb.) şükreden kullarından eylesin… Amin!”
Gören Göz – 46/4: Müslümanın Özel Hayatı Yoktur!
Bir kitapta gördüğüm yukarıdaki (bu) başlığı aynen yazmak istedim; “Müslümanın Özel Hayatı Yoktur!”. Yazar bu başlığı yazdıktan sonra, şu ayet ile de yazısına devam ediyor;
“Nerede olursanız olunuz, Allah sizinledir!” (Hadid Suresi, 4.Ayet)
Gerçi buradan şu mesaja da ulaşılması mümkündür, “Allah sizin her yerde yardımcınızdır, Allah’tan hiç ümit kesmeyiniz!” Ancak yazar kitabında (yukarıdaki ayetten yola çıkarak), doğrudan gözlenmek-izlenmek anlamında kullanarak, başka hadislerle de tezini güçlendirmektedir. Ben de bu tez üzerinden, verilen mesajın farklı boyutlarını açıklamak istiyorum. Bu sayede, yüce Allah’ın (c.c.) büyüklüğünü tekrar hatırlama şansımız olacaktır.
Yüce Allah’ın bir kulla, günün 24 saat beraber olması, onu gözlemesi, denetlemesi ve hatta koruyup-kollaması mümkündür, bu çok kolaydır. Allah (c.c.) bütün bunları, her kulun özelliğine göre de yapabilir. Zaten yüce Allah, yarattığı milyarlarca kulunu, şüphesiz (bizim, dünya gözü ile idrak etmemiz mümkün olmayacak şekilde), aynı anda görebilmektedir. Ancak, cin âleminde yaşayan milyarlarca varlığı, evrendeki yaklaşık 200 milyar yıldızı (bir çeşit, 10 gezegenli güneş sistemleri) ve tüm evrenin çekim güçlerinin hatasız sağlanmasından, yağan her kar ve yağmur tanesinin kaderine kadar, plânlaması gereken o kadar mucizeyi sadece kendisi yapmaz.
Yüce Allah’ın görevlendirdiği sayısını sadece yüce Allah’ın bildiği sayısız görevli meleklerinin olduğunu, onların tüm kâinata yayıldığını ve hatta bizzat kulların bünyesinde ya da civarlarında görevli olduğunu biliyoruz.
Bizler, çok karmaşık dahi olsa, bir kelimeyi bilgisayar ortamında araştırdığımızda, saniyeler içerisinde milyonlarca bilgiye ulaşabilmekteyiz. Önümüze sadece saniyeler içerisinde, başka insanlar tarafından girilmiş (doğru ya da yanlış) bilgiler gelmektedir. Hatta bilgisayar kullanımında iyi olan birisi için, detaylı bilgilere ulaşılması da mümkündür. Bu gelişmeler, şu an için bizlere çok normaldir. Oysa daha 100 sene öncesine kadar, istenen bir bilgiye anında ulaşılmasını bir tarafa bırakın, sahip olmak için bile ne kadar çok zahmetlere katlanılıyordu. Artık Yüce Allah’ın, kulları hakkındaki tüm bilgileri ve hem de tek tek, tüm detaylarına kadar, saniyeler, saliseler, hatta saliseden de daha kısa süre içerisinde (mili-salise gibi) bilme gücünü hayal edebiliriz. Çünkü yüce Allah’ın bilgi kaynakları milyar sayıda değil, katrilyonlar sayısında ve çok da emin olan meleklerdir. Bir başka (bağlantılı) konu da, bizlerin “bugün” ve hatta “yarın” dediği, aslında yaşanmış ve önceden bilinen (yaşanmış) bir “gerçek” de olabilir. (Hiç şüphesiz) Yüce Allah her şeyi hakkıyla bilen (âlim), sonsuz hikmet sahibi ve her şeye kâdir olandır.
“Yüce Allah (c.c.) Müslümanları, layık olan muamelelere tabi tuttuğu kullarından eylesin… Amin!”
Gören Göz – 46/5: Hz. Mevlâna ve Atom
Hz. Mevlâna Kimdir? Mevlâna'nın asıl adı Muhammed Celâleddin'dir. Mevlâna ve Rumi isimleri, kendisine sonradan verilen isimlerdir. ‘Efendimiz’ manasına gelen Mevlâna ismi Ona daha pek genç iken Konya’da ders okutmaya başladığı tarihlerde verilir. Bu ismi, Semseddin-i Tebrizi ve Sultan Veled’den itibaren Mevlâna’yı sevenler kullanmış, adeta adı yerine sembol olmuştur. Rumi, Anadolu demektir. Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde de yer alan Horasan yöresinde, Belh şehrinde doğmuştur. Mevlâna’nın babası Belh şehrinin ileri gelenlerinden olup sağlığında “Bilginlerin Sultanı” unvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahaeddin Veled’dir. Moğol istilası nedeniyle Belh’ten ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultanü’l-Ulema’nın ilk durağı İran’da Nişabur olmuştur. Nişabur şehrinde tanınmış Mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile karşılaşmıştır. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar’ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır. 1231’de babasının ölümü üzerine, eğitimini Seyyit Burhanettin Tirmizi’nin yanında sürdürmüştür. Mevlâna 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaşmıştır. Mevlâna; Şems’te “mutlak kemâlin varlığını” cemalinde de “Tanrı nurlarını” gördüğünü söyler. Yaşamını “Hamdım, piştim, yandım” sözleri ile özetleyen Mevlâna, 1273’te Konya’da ölmüştür.
Hz. Mevlâna ve Fen; Hz. Mevlâna, dini ilimlere ilgisinden önce, babasından fen dersleri (özellikle fizik) aldığı için, pozitif bilimlerde de çalışmalarını sürdürüyordu. Hz. Mevlâna, bu çalışmalarında, atomun parçalanabileceğini ve atomun parçacıklarının varlığından haber veriyordu. Aşağıda bunu ispatlayan ve henüz 13. yüzyılda söylediği müthiş bir teorisini sunmak istiyorum;
“Bir atomu kesersen, içinde bir güneş ve güneş etrafında dönen gezegenler (gibi cisimler) bulursun.”
Ayrıca, Mevlâna, bize atom ve parçacıklarının durgun halde olmadıklarını, her an hareket halinde olduklarını haber vermektedir. Bütün bu tezlerini, daha sonra, “Semâ” da sembolize etmiştir. Semâ, hem bize kâinatın yapı ve düzenini, hem de atomun yapısını ve düzenini aynı anda sembolize etmektedir. Semâda insan da kâinat ve atom gibi dönmektedir. Yani hareket etmekte ve tabii düzene uymaktadır.
“Ey yüce Allah’ım, biz Müslümanlar katından güzel ve faydalı ilimler ver. Ver ki, bu sayede, hem biz, hem ülkemiz, hem de İslâm âlemi ileri gidip, güçlensin… Amin!”
(NOT: Kırkaltıncı bölümün sonu…)