Betül DEMİR'in 22 Ağustos 2024 tarihli yazısı: Minimalizm ve Mutluluk
Minimalizm ve mutluluk arasında nasıl bir bağ var? Tüketim kültürü bizi gerçekten mutlu ediyor mu? Sahip olduklarımız mı bizi tanımlar, yoksa sahip olduklarımızdan kurtulmak mı? Bu sorular, modern yaşamın hızına kapılmış birçoğumuzun zaman zaman durup düşünmesine neden oluyor. Gündelik hayatın karmaşasında, “Daha fazlası daha iyidir” düşüncesi ile hareket ediyoruz, fakat gerçekten mutlu olmanın yolu bu mu?
Minimalizm, son yıllarda sıkça konuşulan, üzerinde durulan bir yaşam tarzı oldu. Kimi zaman bu terim, modaya uyan bir trend gibi algılansa da, aslında temelinde çok derin bir felsefe barındırıyor. Minimalizmin özünde yatan şey, fazlalıklardan arınarak, gerçekten değer verdiğimiz şeylere yer açmak. Yani hayatımızı sadeleştirip, bizi gerçekten mutlu eden şeylere odaklanmak. Ama tabii ki, minimalizm sadece fiziksel eşyalarla sınırlı değil. Zihinsel olarak da bir sadeleşme, yani gereksiz düşünceler ve streslerden arınma durumu var.
Şimdi bir düşün. Kaç tane eşyaya sahipsin? Gardırobunda yıllardır giymediğin kaç kıyafet var? Mutfak dolabında kaç tane kullanmadığın mutfak gereci duruyor? Belki de her sabah aynı bardakta kahveni içiyorsun, ama dolapta onlarca bardak var. Bu fazla eşyalar, hayatında gereksiz bir yük oluşturuyor olabilir mi? Tüm bu eşyalar belki de farkında bile olmadan seni zihinsel olarak yoruyor. Çünkü sahip olduklarımız, bir şekilde bize sorumluluk yükler. Fazla eşyalar fazla sorumluluk, fazla düşünce, fazla stres demek olabilir. Bu yüzden, minimalizmin sadece bir moda değil, aslında bir rahatlama, bir hafifleme yolu olduğunu söyleyebiliriz.
Şimdi asıl soruya gelelim: Minimalizm gerçekten mutluluk getirir mi? Pek çok kişi minimalizmi keşfettikçe, hayatlarının daha anlamlı hale geldiğini, daha mutlu hissettiklerini söylüyor. Çünkü artık dikkatleri dağılmıyor. Artık “Bu eşyaya gerçekten ihtiyacım var mı?” diye sormayı öğrenmişler. Sahip olduklarıyla yetinmeyi, daha fazlasını istememeyi öğrenmişler. Bu da, hayatta gerçekten önemli olan şeylere odaklanmalarını sağlamış.
Birçoğumuzun çocukluğunda büyüklerin şu sözünü duymuşuzdur: “Azı karar, çoğu zarar.” İşte minimalizm de biraz bu atasözünün modern dünyadaki yansıması gibi. Azın da yeterli olduğunu, hatta fazlasının insanı boğabileceğini fark ediyoruz. Çünkü bir noktadan sonra sahip olduklarımız, bizim yerimize bizi yönetmeye başlıyor. Oysa minimalizm, kontrolü yeniden ele almayı, gerçekten neye ihtiyacımız olduğunu anlamayı sağlıyor.
Peki, minimalizm her zaman kolay mı? Elbette değil. Özellikle alışverişin, tüketimin, sürekli daha fazlasına sahip olmanın yüceltildiği bir dünyada yaşıyoruz. Reklamlar, sosyal medya ve çevremizdeki insanlar sürekli olarak bize “Daha fazlasını al, daha fazlasına sahip ol” mesajları veriyor. Bu durumda minimalizmi benimsemek biraz zor olabilir. Ancak bir kere bu yaşam tarzını benimsemeye başladığında, hayatındaki değişimi fark ediyorsun. Daha az şeyle, daha fazla özgürlüğe kavuşuyorsun.
Mutluluk, çoğu zaman çok karmaşık bir kavram gibi gelir. Oysa minimalizm, mutluluğun aslında çok daha basit, erişilebilir olduğunu gösteriyor. Mutluluğu dışarıda, fazlalıklarda, yeni alınacak şeylerde aramayı bırakıp, içimizde ve elimizdeki basit şeylerde bulmaya yönlendiriyor. Bu yüzden de minimalizm, modern çağın karmaşasında, bir tür kaçış, bir tür huzur bulma yolu olarak görülüyor.