Sedat SADİOĞLU'nun 22 Ağustos 2024 tarihli yazısı: Sosyolojik Konular

Gören Göz – 81/1: Çeşitlilik Neden Vardır? 

‘Çeşitlilik’, anlam itibariyle pek çok konuyu kapsayabilir. Örneğin, insanın ırk çeşitliliği, meslek çeşitliliği, insan dışındaki canlı çeşitliliği, renk çeşitliliği, ideolojik çeşitlilik, yeme-içme çeşitliliği ve daha birçok çeşitlilik. Bizi burada ilgilendiren, toplumlardaki meslek çeşitlilikleri ve bunun topluma getirdikleri ve etkileri üzerinedir.

Meslek çeşitliliğinin ve niteliklerinin varlığı, hem gereklidir, hem de gereksiz rekabeti ortadan kaldıran bir çeşit dengedir. Eskiden (tarihte) geçerli meslek çeşitliliği çok azdı. Toplumlar, ya tarımla, yada askerlikle uğraşan insanlardan oluşuyordu. Yönetim kademesindekiler, din ve ilim adamları, hâkimler ve ticaret (esnaf) erbabı çok azdı. Dünyadaki tüm devletler ve toplular için bu durum hemen hemen aynıydı. Tarihteki istilâların, özellikle savaşların ve coğrafi keşiflerin altındaki nedenler; ganimet ve zenginliklere ulaşma isteğinden olmuştur. Böylece, geçim için çeşitli kaynaklar elde etme ve toplumlarını geçindirme sıkıntısı bu yollarla giderilmiştir.

Çağımızda, hem meslek sayıları hem de alt çeşitliliği çok fazladır. Bugün, alt mesleklerle birlikte, binlerce farklı meslekten bahsedilmektedir. Batı’nın pek çok alandaki toplumsal gelişmesinde, bu mesleki çeşitliliğin ve uzmanlaşmanın varlığı (elbette) çok etkendir.

Meslek seçimiyle ilgili edinilen bilgiler ve eğitimler, tüm yaşantımızı etkileyen önemli bir uğraştır. Bu sayede nafakamızı (geçimimizi) sağlarız. Bu sayede işimizde ilerleriz yada sebat ederiz. Sonuç olarak, meslek seçimi ve geçim şartları, insanların refahı ve mutluluğuyla doğrudan ilişkilidir. Tüm bu çeşitliliğin getirdiği en büyük avantaj, rekabetin azalmasıdır. Bu da, insan ile insanı (doğrudan) karşı karşıya getirmemekte, ancak toplumsal barışa ve toplumların devamlılığına katkı sağlamaktadır. Şimdi güncel bir örnek ile konuyu açıklamaya çalışalım;

“Yapılan bir araştırmada, sadece bir meşe ağacı üzerinde, yaklaşık 200 farklı böceğin barındığı tespit edilmiştir. Üstelik bu böceklerin neredeyse tamamının birbirleriyle komşuluk ilişkileri söz konusudur. Bu böceklerin bir kısmı kabuklarından, bir kısmı yapraklarından, bir kısmı köklerinden, bir kısmı öz suyundan, bir kısmı salgılarından ve bir kısmı da meyvesinden yararlanmaktadır. Oysa bu 200 farklı böceğin hepsi sadece yapraklarından yararlanıyor olsalardı, birlikte (ve barışçıl) yaşamalarına imkân olamayacaktı. Bu durumda hem rakip, hem de düşman olacaklardı. Ayrıca, ağacın yapraklarının tamamen tükenmesi (tabiata zarar verme) tehlikesi de yaşanacaktı. Bu durumu, kentlerde yaşayan bazı karınca türlerinde tespit eden bilim insanları, (üstelik) aynı tür karıncaların birbirlerini öldürdüklerini gözlemlemişlerdir. 

Bilim insanları, ayrıca karıncalar üzerinde yaptıkları bir araştırmada, hayvanlardaki ‘öldürücü bir gen’in bulunmasını amaçlamaktadırlar. Belki günün birinde, kalabalık ve karmaşık bir dünya şartlarında yaşayan insanlar için de, benzer bir geninin bulunması ve ortadan kaldırılması ümit edilmektedir. Bu sayede, insanın insanı öldürmediği, sadece insanların refahı ve mutluluğuna yönelik projelere (çalışmalara) yoğunlaşabilmesi plânlanmaktadır.” 

Aşağıda, geçimle ilgili bir ayet verilmiştir; (Zuhruf Suresi, 32.Ayet)

“Rabbinin rahmetini (ve insanlar için olan geçimliklerini) onlar mı bölüştürüyorlar! Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında (yine) biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için, (hayatın çeşitli alanlarında ve iş kollarında) kimini kimine, derece derece üstün kıldık (-ki, kimisi kimisini istihdam etsin de birbirlerinin birikimlerinden yararlansınlar ve birbirlerine düşman olmasınlar diye). (Onlar çok iyi bilsinler ki) Rabbinin rahmeti, onların biriktirdikleri (ve geçici olan bütün dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır.”

Aşağıda, konuyla ilgili bir hadis verilmiştir;

“Kim, herhangi meşru bir şeyde rızıklandıysa onu yapsın, mesleğini sevsin (hakkını versin) ve bu konuda (hem kendisi için hem de toplumu için) ilerlesin.”

“Ey yüce Allah’ım, bana rızanı kazandıracak (önümü açacak) işler yaptır ve bana (dünyamı ve ahiretimi de kurtaracak) hayırlı rızıklar ver…Amin!”

Gören Göz – 81/2: Sürekli Gelişim (PUKÖ) Döngüsü

PUKÖ Döngüsü; Belli bir zaman zarfında çok sayıda küçük adımlarla hızlı bir gelişme eğilimi hedefleyen Japon ‘Kaizen Felsefesi’dir. Bu, “Damlaya damlaya göl olur” atasözüyle de ifade edilebilir. Yani gelişmeler ve iyileştirmeler  ufak ama sürekli  olmalıdır. Yukarıdaki döngüde, insanların yaşamları süresince yaptıkları yada yapacakları işlerin cinsi, sosyal yapıları, bilgi düzeyleri ve inanç anlayışları dikkate alınacak veriler kullanılmıştır. (Kısa Bilgi: Kaizen; iyileştirme demektir. ISO standartlarının da temelini oluşturan PUKÖ ise, (‘Plânla-Uygula-Kontrol Et-Önlem Al’ demek olan bir yöntemdir.)

Doğru etmenler (katalizör) ve sürekliliğin sağlanabilmesi için de, evrenin kendisi, analizler, uygulamalar, icatlar, iletişim ve (kutsal) kitap parametreleriyle olan etkileşim düşünülmüştür. Yukarıda verilen şemadaki akıştan da anlaşılacağı üzere, inanç kavramı ve anlayışı, tamamlayıcı ve döngünün olmazsa-olmaz bir olgusudur. Şemada işaret edilen “İnancın Gelişimi” başlığı, inançtaki bir eksikliğe işaret değildir. Var olan ve geçerli olan İslâmi inancın, diğer “gelişmiş” ya da “medeni” denen topluluklarca fark edilip, öğrenilip, sahiplenilmesi ve yaşanılması üzerine olan “inançsal gelişim” kastedilmektedir.

Şemalardan varılan sonuç, insanoğlunun yaşam ve medeniyet gelişiminin toplam sonucudur. Şemalardaki adımların, okuyucu için, yeni fikirleri tetikleyebileceği umut edilmektedir.

“Şüphesiz Allah katında (tek ve geçerli) din İslâm’dır. Kitap verilmiş olanlar, kendilerine ilim geldikten sonra sırf, aralarındaki ihtiras (çıkar) ve (dünya nimetlerine olan) aşırılık yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın ayetlerini (Kur’an’ı gördükten ve bildikten sonra artık) inkâr ederse, bilsin ki Allah hesabı çok çabuk görendir.” (Ali İmran Suresi, 19.Ayet)

“Yüce Allah’ım, Senin her şeye gücün yeter…Amin!”

Gören Göz – 81/3: Güzel Bir Yardımlaşma

Kap-Kacak Vakfı!

Ünlü Faslı gezgin ve coğrafyacı İbni Batuta (1304-1369), Seyahatnamesinin bir bölümünde şöyle yazmaktadır;

“Dimaşk’da (şimdiki Şam’da) pek çok vakıf vardır ki, bunların çeşitlerini ve gelirlerini saymak imkânsızdır. Bu vakıfların bazıları şunlardır;

- Hacca gitmeye gücü yetmeyenler için vakıf (Fakirlere hac yapmaya yetecek para verilir.)

- Fakir aile kızlarına çeyiz vakfı

- Esirleri esaretten kurtarma vakfı

- Yolda kalmışlara yardım vakfı (Yiyecek ve içecekle beraber, memleketlerine varıncaya kadar lâzım olan harçlık verilir.)

- Yolları düzeltme ve taş döşeme vakfı

- Öğrencilere elbise vakfı

- Leylek vakfı

- Duvar ve sokak temizliği vakfı

- Dinlenme vakfı

- Borçlu dostu vakfı

- Herkese meyve vakfı

- Kar dağıtan vakıf

- Kap-kacak vakfı…vb. 

Bir gün Dimaşk’ın bir sokağından geçerken, bir küçük köle gördüm. Elindeki sahan dedikleri porselen (cinsi) bir tabağı düşürdü ve kırdı. Etraftaki insanlar koştular ve içlerinden biri;

“Tabağın parçalarını topla ve Kap-Kacak Vakfı’na götür!” dedi. Köle parçaları topladıktan sonra, o adamla birlikte vakfa gitti ve parçaları gösterdi. Vakıf memuru ona kırılmış olan tabağın aynını satın alacak kadar para verdi.

Bu ne güzel bir iş ve bu ne güzel bir vakıf hizmetidir! Kölenin efendisi tabağın kırılmasından dolayı onu ya dövecek yada azarlayacaktı, küçük kâlbini de kıracaktı.”

Aşağıda, yardımlaşmayla ilgili bir ayet ve bir hadis verilmiştir;

“İyilik ve (Allah'ın yasaklarından) sakınma üzerinde yardımlaşın, günah ve düşmanlık üzerine yardımlaşmayın, Allah’tan korkun; çünkü Allah’ın cezası (çok) çetindir.”  (Maide Suresi, 2.Ayet)

“Kim Müslümanı bir sıkıntıdan kurtarırsa, bu sebeple Allah da onu kıyamet günü sıkıntılarının birinden kurtarır. Kim bir Müslümanın kusurunu örterse, Allah da Kıyamet günü onun bir kusurunu örter.”  (Buhari, Mezalim, 3; Müslim, Birr)

“Yüce Allah(c.c.), yardımlaşan, karşılıksız yadım eden, gönül almaya sebep olan ve hayırlı işler için gayret gösterenleri hayırla mükâfatlandırır  inşallah…Amin!”

(NOT: Seksenbirinci bölümün sonu…)