Rüveyda ÖZKUL'un 10 Şubat 2024 tarihli yazısı: Ölüme Dört Kala
Şubat her zaman soğuktu ama bu sefer öldüren bir soğuk.
Güvende hissettiğimiz gelince derin bir "oh" çektiğimiz evler, mezar olup üzerimize yıkıldı. Sorumlular ise çıkıp suçunu bile kabullenemeyecek kadar aşağılıktı. Müteahhitler ortadan kayboldu, suçlarını bertaraf etmeye kalkıştı. Ölenler öldüğüyle kaldı, ardında ağlayan milyonlarca göz bırakarak…
6 Şubat 2023. Türkiye hiç böyle sallanmadı, hiç bu kadar yürek yanmadı. Atatürk'ün şahsi meselesi olan, tarihe tanıklık etmiş açık hava müzesinden farksız Hatay, bu defa açık hava mezarlığına döndü. Sarsıntılardan delik deşik olmuş yollarda, kaldırımlarda sıra sıra cesetler; birilerinin annesi, babası, çocuğu yatırıldı. Yerin üstü cehennemden farksızdı. Yerin altında ise cehennemin ta kendisi vardı. Göçük altında en sevdiğinin soğumuş bedeniyle birlikte günlerce kurtarılmayı bekleyen, hayatta kalmak için hiç istemeyeceği şeyleri içmek zorunda olan, elinde telefonuyla “belki çeker” umuduyla birilerini ararken can vermiş insanlara tanıklık etti bu şehirler.
“Can pazarı neydi” deseler, “6 Şubat” derim artık. Bölgeye ulaşan yardım ekiplerine “Onun çocuğunu bırakın, o kurtarılmaz. Benim çocuğumu kurtarın” diye feryat eden anneler vardı. Hangi anne bir başka çocuğu ölüme terk edebilirdi? İşte 6 Şubat böyle kapkara bir gündü. Can pazarı vardı, gözden çıkartılmış insanlar vardı; ağlayan, çığlık atan enkazlar vardı.
Sonra günden güne enkazların çığlığı biraz daha azaldı. Cehennemi yaşayan, “Belki bir umut beni de kurtarırlar” diyen insanların sesi kısıldı ve sonra hiç çıkmadı.
Resmi kayıtlara göre 53 bin 537 kişi can verdi. Sadece hayatta kalan sevdiklerinin ciğerini yakmadı bu 53 bin 537 kişi. Tüm Türkiye’yi yaktı kavurdu. Bizi evlerimizden, sıcak yataklarımızdan utanır hâle getirtecek bir vicdan yarasıyla bıraktılar.
Bu depremler öyle bir acıya sahne oldu ki insanlar sevdikleri için "mezar umudu" taşıdı. Cesetlerine ulaşamayan, enkazların arasında sevdiklerine ait bir hırka, bir ayakkabı bulup mezara gömdü. Sırf gidecek, ağlayacak bir yerleri olsun diye.
Hayat dolu caddelerde ışıklar söndü. Binalar enkaza döndü. Sonra o enkazları taşıdılar. Yerleri bomboş kaldı. Binaların boşlukları elbet dolacak ama 53 bin 537 kişinin boşluğu nasıl dolacak bilmiyorum.