Utku KABAKCI'nın 25 Ağustos 2023 tarihli yazısı: Orman Kanunu

Her ne kadar klişe bir söylem olsa da insan sahip olduklarının kıymetini yitirdikten sonra anlıyor gerçekten. Hiçbir engelle cebelleşmeden yürüyebiliyor olmanın, deliksiz bir uykunun, ayağımızdaki kunduranın değeri aklımıza bile gelmiyor kendimizi günlük koşturmacalara kaptırıp gitmekten.

Bir hastalık sebebiyle burnumuz tıkanmasa asla farkına varamazdık rahatça nefes alıp verebiliyor olmanın güzelliğinin. Herhangi bir eylemi gerçekleştirme sıklığımız arttıkça o eylemi gerçekleştirebilmeye muktedir olduğumuz gerçeği, aynı ölçüde görünmez oluyor galiba bizler için. 

Annemiz bizi hayata hazırlamaya çalışırken omuzlarımıza yüklediği sorumluluklardan bunalıp sesimizi yükseltme dürtüsüne kapılmadan ayakkabımızı bağlayan, saçımızı okşayan, tüm kalbiyle iyiliğimizi isteyen, aç kalmayı göze almak pahasına bizi doyuran birinin hayatımızda hiç olmayabileceği ihtimalini aklımıza getirebilsek ne güzel olurdu. 

Pişmanlıklarımız hiç kaybolmayacak belki, bazı hatalarımızı telafi edebilmiş gibi hissetmeyeceğiz belki de asla ama yok edemesek de yenilerinin doğmasının önüne geçmek elimizde değil midir? Memnuniyetsizlik, sızlanmak, söylenmek, şikâyet etmek, dert yanmak, bahane üretmek, küçük problemleri saplantı hâline getirmek zaten göğüs germek mecburiyetinde olduğumuz pek çok olgunun varlığı ortadayken daha da çekilmez hâle getirmeyecek midir hayatlarımızı?

O hâlde neden ısrar ederiz bu hiçbir faydasını görmediğimiz tutumu sürdürmekte? Doğamız gereği mi böyledir bu? Elimizden gelmez mi üslubumuzu, bakış açımızı, alışkanlıklarımızı, karakterimizi değiştirerek bambaşka ve daha iyi bir insan olmak? 

Bu söylediğim mümkünse şayet hem kendimiz hem yakın çevremiz hem de bütün insanlık için daha az stresli; dayanışmanın, mutluluğun, umudun, gülümsemenin eksik olmadığı bir yaşam biçimi inşa edilecek ve bu yaşam biçimi; evlerde, sokaklarda, okullarda kısacası aklımıza gelen gelmeyen her yerde rıza ve çabaya dayalı ebedi bir egemenlik sürerek hepimizi sarıp sarmalayacaktır. 

Eğer mümkün değilse de bu çocuksu hayale yaklaşabilmek uğruna ter dökmek bir nebze de olsun yumuşatacaktır kalplerimizi. Ancak bu bilince eriştikten sonra iklim değişikliği ve küresel ısınmanın tehdidine boyun eğmek zorunda kalmak haricinde bir seçeneğimiz olabilir bence. 

Ağaçları kestikten, orman yangınlarına müsaade ettikten sonra kuraklıktan, heyelandan, selden yakınmak, kendimize sert bir tokat atmamızın ardından “Kim bana neden vurdu” diye hayıflanmaya, öfkelenmeye benziyor. 

Yeşilin o güzelim tonlarını, birbirinden şık urbaları podyumda sergileyen mankenler gibi kuşanmış envaiçeşit ağaçtan mahrum kalmayalım. Gözümüz gönlümüz açılsın. Ciğerlerimiz bayram etsin. Atalarımızdan devraldığımızdan daha fazlasını miras bırakalım çocuklarımıza. Mutluluğumuz çoğalsın.   

Nasıl ki özgürlüğümüzün, sağlığımızın, bilgi birikimimizin, servetimizin, ailemizin, dostlarımızın, yeteneklerimizin kıymetini bilmek için onları kaybetmeyi beklemememiz gerekiyorsa, gözümüzün nuru, toprağımızın uğuru ormanlarımıza da bir an evvel sahip çıkmalı ve gelecek nesillerin zamanı geldiğinde bizden talep edeceği emanetler olarak bellemeliyiz onları. Hepinize manzaralı yolculuklar dilerim.