Baha YILMAZ'ın 13 Kasım 2023 tarihli yazısı: Toplumsal Bir Hınç Öyküsü: “Saçmalama Engin”
Aslında bugün iki mesele üzerinde yazmak gibi bir niyetim vardı. Ya Yargıtay – Anayasa mahkemesi arasındaki gerilimi ve bazı kanaatlerimi paylaşmak ya da Gazze’de gerçekleşen soykırımın muhafazakâr halkımız üzerindeki derin tesirlerini anlatmak istiyordum. Taa ki benim de biraz ilgisiz kaldığım bir konu olan Dilan – Engin Polat çiftinin toplumumuzdaki çürümeyi ifade eden hatta bir turnusol görevi yapan icraatlarına dikkatimi çeken Cüneyt Özdemir’in “Enercii” belgeselini seyredinceye kadar… Belgeselin metin yazarı Perihan Maden olunca farklı bir anlatım üslubuyla karşılaşmamak imkânsız zaten. İzlemeyenlere bu belgeseli izlemelerini tavsiye ederim.
Ölçüsüz Servet Teşhirciliği
Devletin özel kurumlarında bile infiale sebebiyet veren olaylar zincirinin başlangıcı 6 yıl öncesine dayanıyor. Bir taksi şoförü ile bir doğum fotoğrafçısının ölçüsüz ve zamansız zenginliğinin hikayesi şimdi size anlatacaklarım. Aslında çok da detaya girmek istemiyorum. 1990 doğumlu bu genç kızı ilk gençlik yıllarına kadar türbanlı olarak görüyoruz. İşte tam da bu dönemde evlendiği kocasına âşık oluyor. Olaylar gelişiyor ve bir süre sonra bir güzellik merkezi açıyorlar. Bu merkezin sermayesinde dayısının katkısı olduğunu söylüyor Dilan Polat. Eşinin taksi şoförlüğü yaptığı dönemde dayı beyin bu genç adamın elinden tutması ve bir ihalede rol vermesiyle başlıyor tüm süreç. İhaleye konu olan kurumun adını vermeyeceğim. İhaleyi gerçekleştirirken olağan üstü başarılı oluyor Engin Polat. Üstelik herhangi bir eğitim özelliği de yok. Ticari bir tecrübesi de pek gözükmüyor Engin Polat’ın. Yoksa alaylı olarak yetişmiş diyelim. Akabinde çift bir güzellik merkezi açıyor. Zaten ne oluyorsa bundan sonra oluyor. Allah yürü ya kulum diyor. Ardından 100’ün üstünde şubeye ulaşıyor çift. Kendi adlarıyla ürettikleri güzellik malzemeleri 1 milyon adet satıyor. Görünürde büyük bir ticari başarı olarak ortaya dökülüyor. Ancak ortaya dökülen sadece bu görünür başarı değil. Sınırsız bir zenginlik duygusu, bende var ama sen de yok mobbingi, lüks arabalar, sayısız mücevherler ve tabii ki bir süre sonra olaya MASAK’ın el atmasıyla kara para aklama, vergi kaçakçılığı, suç işlemek amacıyla örgüt kurma ve resmî belgede sahtecilik gibi çok ağır sonucu olacak suç istinatları…
Küstah, Ölçüsüz Bir Teşhir Obezi Vakası
Yukarıda saydığımız ve hukukun konusu olan istinatlar bizim ilgi alanımıza girmiyor. Çünkü meselenin kriminal tarafı devletin ilgili kurumları tarafından incelemeye alınmış durumda zaten. Bizi ilgilendiren lüks arabaları, altın tozlu kahve ritüellerini ya da yüzlerce kıyafet arasında kocasına giyecek bir şey bulamıyorum diyen patolojinin karşılıkları ya da son 10 yıldır giderek yozlaşan bir toplumun ama özellikle son 5 yıldır etkisini daha fazla hissettiğimiz kuralsızlığın, hukuksuzluğun, kolaycılığın tesiri altında her geçen gün biraz daha sıkışan bir dünyanın sessizliği.
Öncelikle insanın aklına şu soru geliyor: hangi ruh hali zenginliğini ölçüsüz hatta tüm tepkilere rağmen her seferinde el artırarak sergilemek ister? Hangi ruh hali haksız olarak elde ettiklerini Allah’ın bir lütfu olarak takdim eder? Üstelik oluşan tepkiler sonrasında ortamı yumuşatmak için umreye gider yahut kendilerinin yerli ve milli olduğunu ilan eden, bu ülkeyi ne kadar çok sevdiklerini ifade eden videolar yayınlar?
Aslında tüm bu şahitliklerimiz yani Polat çiftinde gördüğümüz ve marazi olarak seyrine daldığımız hatta üstüne üç mum yaktığımız manzara gündelik hayat içerisinde çok da uzağa bakmadan görebileceğimiz olayların bir özeti. Nasıl mı? Bu sorunun cevabını bile isteye seyrettiğimiz bu olaylar dizisinin ahlaki yoksunluğunun izini sürerek daha rahat çözebiliriz.
Travma ve Mağduriyetin Dayanılmaz Hafifliği
Yazıya konu olan çiftimizin travma ve mağduriyetten kendisine nasıl pervasızlık, şımarıklık devşirdiğini, yalanlar söylemeyi, toplumu aldatmayı ve çalıp çırpmayı kendisine nasıl hak görür hale geldiğini görüyoruz. Bu ruh halinin sosyal medyada milyonlara varan takipçi sayıları elde etmesini gördüğünüz zaman, fırsatını bulsa aynısını yapacak bir topluluğun hatta kitlelerin varlığıyla yüzleşiyorsunuz. İşin en vahim tarafı da bu olsa gerek. Bu büyük topluluğun Dilan – Engin Polat çitine duyduğu hayranlık, haset hatta kin ve nefret duyguları tam da toplumsal ruh halimizi anlatmıyor mu? Onların kolay yoldan elde ettiği zenginliği ya da imkanları hayal eden bir toplumdan ne beklememiz gerekiyor. Örneğin Gazze’de soykırıma uğrayan Filistinliler için tepki vermesini bekleyebilir miyiz? Hadi o kadar uzağa gitmeyelim Yargıtay – Anayasa Mahkemesi geriliminde demokrasiden, hukukun üstünlüğünden yana tavır almasını isteyebilir miyiz?
Geldiğimiz nokta itibariyle yaşadığımız toplumunda daha zengin, daha güçlü, daha güzel, daha popüler, daha itibarlı olma çabalarının nasıl bir kuralsızlık ürettiğini görüyoruz. Üstelik bu kuralsızlık silsilesinin toplumun her kesimini hatta kurumlarımızı sardığını görüyoruz. Tüm bu kuralsızlığın arkasında tek ve primitif (ilkel) bir duygu var “iyi hissetmek”…
Kendimizi iyi hissetmek için trafik kurallarını ya da başkalarının hakkını çiğnemeyi mübah görüyoruz. Emekli maaşıyla hayatta kalmaya çalışan kiracımızdan yüzde 100 kira istemeyi ya da enflasyonu gerekçe gösterip, fırsatı değerlendirip haksız zam yapmayı normal kabul ediyoruz. Tek bir gerekçemiz var kendimizi iyi hissetmek işitiyoruz. Başkalarının duygularının ne olduğu, yaşadıkları zorlukların onlarda açtıkları yaralar umrumuzda değil. Tıpkı teşhir obezi olmuş Polat çiftinde olduğu gibi.
Tüm bu teşhirciliğin kendi kendine bir sabotaj, bir yok ediş içerdiğini de görmemiz gerekiyor. Dilan Polat’ın teşhir merakının kendilerinin sonunu getirdiğini görüyoruz. Ancak şunu anlamamız gerekiyor. Teşhirciliğe onları sürükleyen psikolojinin (kuralsızlığın, hukuksuzluğun ve ahlaksızlığın) bizi yani toplumumuzu sardığını anlamamız lazım. Bugün onları yok eden bu psikoloji bizim içinde bir tehdit değil mi? Bu çağ yangınından, bu felaketten kendimizi nasıl sıyıracağız? Tez elden düşünmemiz gerekiyor.
Pornografik Bir Hınç ve Nefret Gösterisi
Dilan – Engin Polat çifti bizim kendimizi anlamamız için bir turnusol görevi görebilir. Onlar elde ettikleri ve anlaşıldığı üzere haksız olarak kazandıkları servetlerini sergilerken; geçmişlerinde yaşadıkları fakirlikten, içinde var oldukları kuralsız, ölçüsüz bir toplumdan intikam almak istediler. Yalılarda yaşayan ya da lüks arabalara binen, ölçüsüz zenginleşenlerden hınç almak istediler. Bu ölçüsüz zenginleşmenin kendilerinin de hakkı olduğunu düşündüler. Hınç ve nefretle, ölçüsüzce, görgüsüzlük ithamlarına aldırmayarak bu pornografik gösteriye devam ettiler. Gelen tepkilerden ne kadar haklı olduklarını hissettiren derin bir hazza kapıldılar.
Onlara kızdığımız tüm olumsuzlukları, ahlaksızlıkları biraz bakarsak kendimizde de görebiliriz. Yaşadığımız tüm kuralsızlıkların ya da hukuksuzluklarımızın onlarda neşet ettiğini görebiliriz. Sorun şu ki; bunları anlamak için kendimize bakmak istiyor muyuz? Bizi yok olmanın eşiğine getirebilecek, kendi kendini sabote eden bu psikolojiyle yüzleşebilecek miyiz daha da ötesi bu cesarete sahip miyiz?