Baha YILMAZ'ın 25 Eylül 2023 tarihli yazısı: Tuzlu Su İçtikçe Susayanların Ülkesidir Türkiye

90’lı yılların sonuydu, hemen her gün bir kriz çıkıyordu. Birileri sokaklarda saçma sapan eylemler yaparken birileri de başbakanlık önünde yazar kasa atıyordu. Daha sonrasında bu atma tutma işi Cumhurbaşkanı’na da sirayet etti. O da önündeki anayasa kitapçığını başbakana fırlatıverdi. Merhum Bülent Ecevit dönemin başbakanıydı. Ardından ülke tarihinin en sert krizlerinden birini yaşadık. O dönem birkaç STK’da gönüllü olarak çalışıyordum. O kadar çok yardıma ihtiyacı olan artmıştı ki, yetişemiyorduk. Tabi bir de eldeki imkanların gücüyle sınırlanıyordunuz. Yine de iyi-kötü hemen herkese bir şekilde destek olmaya çalışıyor karınca kararınca bir şeyler aktarıyorduk. Dönemin sivil toplumu etkin ve güçlüydü.

Sivil Toplum Üzerinden Güç İlişkisi

Bugün sivil toplumun bu denli etkili olduğunu söylemek zor. Hem örgütlülük oldukça düşmüş hem de bu yapılara olan inanç oldukça zayıflamış durumda. Peki bugün bu yardımları kim yapıyor? Tabii ki kamu kurumları ve ona bağlı belediyeler bu sorumluluğu almış durumdalar. Hatta bu yardım meselesi bir güç savaşına bile sebebiyet verebiliyor. Hatırlarsınız; Kahramanmaraş depremleri sürecinde AFAD bölgeye gelen farklı STK’ların yardım yapmasını engellemişti.

Peki bu yardımlar neden önemli? Aslında cevap çok basit. Bu yardımlar aynı zamanda yapan adına bir güç ve minnet ilişkisi doğuruyor. Yardımları yapan için bir güç telkini, yardımları alan için ise bir minnet vesilesi… Bu ilişki böyle diye yapılmamalı mı? Tabii ki hayır. Zaten, devletin ve ona bağlı kurumların bu yardımları yapması elzem. Ancak süreç mecburiyetler üzerine çalışmıyor.

Batık Şirketleri Sulamak ve Güç İlişkisi

Bu güç ilişkisi sadece yardıma ihtiyacı olanlar için mi geçerli? Maalesef hayır. Türkiye’de yüzdürülen ya da zombi şirket sayısının yüzde 13 olduğunu açıklamıştı, IMF. Bu ise mevcut toplam şirket sayımızın 300 bini aşan bir bölümünün batık olduğu halde devlet tarafından verilen çeşitli krediler ve destekler ile hayatta tutulduğunu gösteriyor.

Güç-Minnet İlişkisini Yaygınlaştırmak: EYT

2022 yılı itibariyle Türkiye’de çalışan nüfus sayısının 30 milyon 752 bin kişi olduğunu biliyoruz. Bu rakamın yaklaşık 1 milyon 600 bini EYT ile emekli oldu. 2023 yılı itibariyle Türkiye’de toplam emekli sayısı 15,9 milyonu bulmuş durumda. Yani kaba bir hesapla her çalışan iki kişiye bir emekli düşüyor diyebiliriz. Bu arada belirtmek gerekir ki EYT ile emekli olanların yüzde 46’sı yine bir işte çalışmak zorunda kaldı. Siyasal bir güç – minnet ilişkisine dönen bir döneme şahit olduk. Vatandaş hak etmediği bir emekliliği talep etmekte bir sıkıntı duymazken devlet de ya da devleti yöneten siyasiler de bu talebi karşılamak için hiçbir ahlaki ya da teknik sorun görmediler. Böylelikle, devlet çalışanların bir bölümüne eğer çalışmak istemiyorlarsa çalışmayabileceklerinin vaadini verip, bir nevi yardım etmeyi göze almış oldu. Tıpkı depremde yardım süreçlerini kendisinin yönetmesi, batık şirketleri ayakta tutmak istemesi gibi.

Bu Susuzluğu Doyuracak Deniz Var mı?

Son yıllarda görülüyor ki, sokaktaki vatandaş birtakım meseleler için devleti, kurumları ya da siyaseti suçlarken; iş kendi ali menfaatine geldiğinde hiç oralı olmayıp keseri kendisi için kullanabiliyor. Ortalığa saçılmış olan güçten bir nebze pay alabilmek için her şeyden vazgeçebiliyor. Siyaset kurumu ise bu refleksleri çok iyi yönetiyor. Etkili örneklerini geçtiğimiz seçim sürecinde gördük zaten.

Siyaset kurumu için bu süreçler, siyasetin doğası gereği görülebilir. Güç elde etmek için bir şeylerin vaat edilmesi günün sonunda verilen vaatlerin yerine getirilmesi bir nebze anlaşılır bir şeydir. Ancak devamlı bir güç talebi ve bu gücü elde etmek için her şeyi göze almak, her şeyi vaat etmek, doymayan bir iştahı devamlı kabartmak gibidir. Daha anlaşılabilir bir örnek ile yazımızda karar kılalım: Tuzlu su içtikçe susamak gibidir bu güç talebi. Daha fazla suyu içmeye çalışmanın sonu bir felaket olabilir. Toplumun her kesimi bugün bu tuzlu su etkisini yakından ya da uzaktan tatmakta. Ancak öyle bir kesim var ki susuzluklarını doyuracak deniz bulamayabiliriz.